Akdeniz’in ortasında, doğal güzellikleri, konumu ve bakan her gözün hayran kalacağı zarafetiyle; herkese yâr olan ama sadece içerisinde yaşam kavgası veren halklara yâr olamayan ada: Kıbrıs…
Bilindiği üzere Kıbrıs, tarihin hiçbir döneminde adada yaşayan halklar tarafından yönetilmedi. Kısa bir araştırma ile tarihsel arka plana dönüp bakıldığında ya fethedildiği ya satın alındığı ya da kiralandığı görülüyor bu küçük adanın. Kıbrıs halkları, adanın sürekli el değiştirmesinden de mevcut yapının sürekli bozulmasından da tüm bunlara karşı ses yükseltmesi beklenen odakların iş birliği içerisinde sessiz kalmasından da hayli şikayetçiydi. Isınmaya başlayan öfkenin sesi duyuluyordu.
Kazan kaynıyordu
Bugün, temelleri sağlam biçimde büyüyen sınıf mücadelesi ile “Bağımsız Kıbrıs Bütün Halklar Kardeştir” şiarının kökleri bu ortamda atılmıştır dersek, hiç de abartmış olmayız. 1918’de tamamlanan Birinci Paylaşım Savaşının ardından, yükselen faşizm ve ırkçılığa rağmen bu topraklarda, etnik kimlik, din, dil, ırk ayırt etmeksizin yükselen devrimci hareket, takvimler 1926 yılını gösterdiğinde Kıbrıs Komünist Partisi halini aldı. Emek eksenli temeller üzerine kurulan parti adada yaşayan tüm emekçileri kucaklayıp, yükselen ırkçılığın karşısında, Elen, Türk, Ermeni, Maronit fark etmeksizin tüm emekçilerin yanında yer alıyor, bağımsızlık ve anti-emperyalist mücadele için yeni bir hat çiziyordu. Çizilen bu yeni hat ve oluşturulan örgütlü yapının, bir arada kolektif aklı çalıştırması da organizasyonel yapısını inşa edip teknik, idari ve mali işlerini kotarabilmesi de kolay değildi. KKP tüm bunları geliştirdiği yöntemlerle başarıp, ortaya koyduğu söz ile halkta karşılık bulsa da adaya hâkim olan İngiliz Yönetiminin anti-komünist tavrı, böl-yönet konusundaki uzmanlığı ve her dönem olduğu gibi o dönemde de var olan işbirlikçi yapı sürece ket vuruyordu. Buna patlak veren İspanya İç Savaşı ile peşinden gelen İkinci Paylaşım Savaşı ve artan baskılar da eklendiğinde KKP 1940’lı yıllar itibariyle Emekçi Halkın İlerici Partisi (AKEL) halini alıyordu.
Ancak mücadele tohumları ekilmişti bir kere
Emek mücadelesinin coşkusu ve bağımsızlık istenci ada halklarını sarmıştı bir kere… Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Elen emekçilerin ortaya koyduğu mücadele halkta karşılık bulmaya devam ediyordu. Bunun doruk noktası Kıbrıslı Elen ve Kıbrıslı Türk maden işçilerinin başı çektiği, Cyprus Mines Cooperations (CMC) şirketinin yarattığı sömürü düzenine karşı 13 Ocak 1948’te başlatılan “Maden Grevi”dir. Tam 125 gün süren bu grevde emekçiler, bir yanda ağır çalışma koşullarına karşı mücadele ederken, diğer yanda faşistlerin ve kilisenin baskılarına karşı mücadele ediyordu. 4 ay 4 gün süren grev, hem Kıbrıs işçi sınıfının en uzun süreli grevi, hem de 1300 Kıbrıslı Elen, 700 Kıbrıslı Türk emekçinin katılımıyla dönemin en kalabalık eylemi olmuştu. Maden Grevi öğreticiydi. İşçiler birlik oldukları zaman sermayeye kafa tutabileceklerini de haklarını kazanabileceklerini de bu mücadelede eşlerinin ve çocuklarının yanında yer almasıyla yalnız olmadıklarını da gördüler. Dahası, emekçiler artık kavganın içindeydi, sermayeye karşı sınıf mücadelesini sokağa yansıtacak gücü kendinde görüyor, kendi söz, yetki karar ve iktidar mücadelesi için bağımsızlık talebine daha sıkı sarılıyordu. Ancak yukarıda ifade edildiği gibi, ada üzerinde hakimiyet kurmak isteyen ülke sayısı çoktu, o yılların konjonktüründe oluşan iki kutuplu dünyada, ada üzerinde yükselen sol rüzgara kapılan ada halklarını “Sovyet tehdidinden” uzak tutmak için adanın bugünkü halini alacak planlar çok geçmeden yapılmıştı.
Mücadele nerede olursa olsun köklenmekteydi
1960’lı yılların ikinci yarısı itibariyle fiili olarak bölünen adanın kuzey yarısında ayakta kalma mücadelesi veren Kıbrıslı Türkler, sabah işine, okuluna giderken akşamları mevzide nöbet tutuyordu. Böylesine zor bir dönemde orta eğitimini tamamlayıp yüksek öğrenim için Türkiye’ye giden Kıbrıslı Türk gençliği, gittiği şehirlerde de kabına sığmadı ve oralarda sokakta bulduğu mücadeleye katıldı. Günümüzde 68 ve 78 kuşağı olarak anılan o şanlı mücadele döneminde, oradaki yüksek öğrenim gençliği, sokağa taşıdığı sınıf siyaseti ve bununla birlikte yükselen bağımsızlık mücadelesinde Kıbrıslı Türk öğrencileri de yanında buldu. Kayıpların da verildiği bu zor sürecin ardından adaya dönen gençler yine “rahat” durmadı ve örgütlenme yoluna gitti. Bu yolda da yerelde bulunan çelişkileri, Kıbrıs Komünist Partisinden bu yana devam eden sınıf ve bağımsızlık mücadelesi ile pekiştirerek 22 Ağustos 1977 yılı itibari ile Halkla Dayanışma ve Kültür Derneği, yani Halk-Der’i kurdu. Halk-Der kısa zamanda geliştirdiği sınıf siyaseti ile kâh sokakta grev yapan Sanayi Holding emekçilerine destek verdi, kâh asimilasyon politikalarına karşı durdu, kâh “Bağımsız Kıbrıs Bütün Halklar Kardeştir” şiarını yükseltti kâh yükselen halk-halklar tartışmasında Kıbrıslı Türk halkı tespiti yaptı. Halk-Der varlığını sürdürdüğü 4 kısa yılda başardıklarıyla, Kıbrıslı Türk emek hareketine çok önemli katkılar sağladı. Yapılan katkının büyüklüğü dillere pelesenk olan mücadeleden ve ortaya konan sözün yıllar sonra dahi sahiplenmesinden de anlaşılmaktadır.
Mesele irade ve gelenekte
Günümüzde Bağımsız Kıbrıs şiarını sahiplenip örgütleyen, sınıf siyasetini ilmek ilmek örüp sokağa yansıtan, bunu da ta KKP’den bu yana oluşan geleneğe bağlı olarak yapan politik hattın dergisini tutuyorsunuz elinizde. Bundan yaklaşık 100 yıl önce KKP ile toprağa ekilen tohumlar, önce Halk-Der, devamında Baraka Kültür Merkezi’nin kültür sanat alanına yaptığı yığınak, daha sonra da sokakta ördüğü devrimci hat ve oluşturduğu felsefe ile Bağımsızlık Yolu Emekçinin Partisi büyüyor. Kendi toprağında kökleşip yeşeren bu siyaset, düşünen, akıl koyan, somut sorunların somut tahlilini yapan anlayıştan beslenmektedir. Kökünü de gövdesini de kendi topraklarından aldığı güç ile genişleten bu koca çınar, kutlu güne varıncaya dek büyümeye ve serpilmeye devam edecektir.
Recent Comments