BARAKA İLE BAĞIMSIZ KIBRIS VE 14 AĞUSTOS ÜZERİNE RÖPORTAJ

14 Ağustos 1974’te “Ayşe Tatile Çıksın” parolasıyla harekete geçen Türk ordusu Kıbrıs’a yerleşti. Aradan geçen 38 yıla rağmen “tatil” bir türlü bitmedi. Bugün Kıbrıs’ta, “Tatil Bitti. Artık Ayşe Evine Dönsün” sloganı ile grevler, eylemler, konserler düzenleniyor. Baraka Kültür Merkezi de, bu 14 Ağustos’ta “Bağımsız Kıbrıs” sloganı ile bir eylem düzenleyeceğini ilan etti. Baraka aktivisti Münür Rahvancıoğlu ile “Bağımsız Kıbrıs” eylemini ve geçtiğimiz yıllarda katıldıkları Antimilitarist Barış Harekatı’ndan neden ayrıldıklarını konuştuk.

14 Ağustos’ta, Lefkoşa Çağlayan Parkı’nda, Baraka “Bağımsız Kıbrıs” eylemi düzenliyor. Neden “Bağımsız Kıbrıs”?

Bilindiği gibi Kıbrıs halkları on yıllardan beridir emperyalizmin ve doğal olarak kendi içinde var olan çelişkilerin yarattığı sıkıntıların bedelini ödüyor. Bize bu sıkıntıların çeşitli biçimlerde aşılacağına dair umutlar verildi, veriliyor. Zaman geldi “taksim”in, zaman geldi TC’ye ilhak olmanın ve entegrasyonun, zaman geldi AB’nin çözüm olacağı iddia edildi. Ancak hem yaşayarak gördük hem de biliyoruz ki bu tarz yöntemler halkların sorunlarına çözüm getiremez. Biz Baraka Kültür Merkezi olarak, halklarımızın içinde bir özlem olarak bulunan bağımsızlığın, Kıbrıs halklarının sorununa, Kıbrıs sorununa, tek ve gerçekçi çözüm olacağını düşünüyoruz. Bu nedenle “Bağımsız Kıbrıs” sloganıyla bir eylem düzenliyoruz. 14 Ağustos günü, Türkiye’den değerli tiyatro sanatçısı Cengiz Bozkurt ve şair Sezai Sarıoğlu’nun yanısıra; Kıbrıs’tan tiyatromuzun önde gelen isimlerinden Yaşar Ersoy, şairlerimiz Gürgenç Korkmazel ve Faize Özdemirciler, müzik sanatçıları Arda Gündüz, Mustafa Alkapon, Yıltan Taşçı, Adamos Katsantonis, Sol Anahtarı ve Sıkıfıkı müzik grupları eşliğinde “Bağımsız Kıbrıs” çağrısını ve sözünü büyüteceğiz. Biliyorsunuz 14 Ağustos aynı zamanda ikinci harekâtın da yıldönümüdür ve bölünmenin meşrulaştırılmaya çalışıldığı bir günde biz birleşik, bağımsız, halkları kardeş bir ada ve dünya özlemimizi yükselteceğiz. “Bağımsız Kıbrıs” çağrısının sebebi budur.

Sizin de bahsettiğiniz gibi 14 Ağustos TC işgalinin yıldönümü ve 2010 yılında ilk defa çeşitli örgütler bir araya gelerek bir eylem gerçekleştirmişti. Bu örgütlerin arasında Baraka da vardı. Bu yıl Baraka bu oluşumun içinde yer almıyor. Aynı gün “Bağımsız Kıbrıs” eylemini gerçekleştiriyor. Neden Baraka o eylemde yer almayıp “Bağımsız Kıbrıs” eylemini gerçekleştiriyor?

2010 yılında içinde bizim de olduğumuz çeşitli örgütler “Antimilitarist Barış Harekatı” adı altında bir araya geldiler ve bir konser-eylem organize ettik. Bu yıl Baraka aslında bu eylemlilikten yalnız başına ayrılmadı. Baraka ile birlikte toplamda dört örgüt daha ayrıldı. Ayrılan örgütlerden birisi, daha sonra organizasyona geri dönme kararı aldı ve bunun nedenleri ile ilgili de herhangi bir açıklama yapmadılar, bu yüzden neden geri döndüklerini bilmiyoruz.  Baraka’nın ayrılma sebebi ise aslında çok da karmaşık bir şey değil; kısaca, eyleme katılan bir gruba masrafları dışında ödeme yapılıp yapılmaması konusunda uzlaşamamamız.

2010’da yola çıkarken, bu organizasyonun çok büyük bir maddi yükünün olacağı ve bu maddi yükü örgütlerin karşılamakta zorlanabileceği öngörülmüştü. Bu düşünceyle dayanışma katkısı toplamak için biletler çıkarılmıştı. Hiç beklemiyorduk ama, ola ki bir miktar para da artarsa bunu Türkiye’den gelecek olan Bandista müzik grubuna ödememiz teklif edildi YKP tarafından ve Baraka olarak üzerinde fazla düşünmeden kabul ettik. Böylece organizasyon böyle bir karar almış oldu. Şunun da altını çizmek isterim ki yol paraları ve Kıbrıs’taki masrafları haricinde bir ödeme olacaktı bu. Yani bu masraflar zaten karşılanacaktı, onun haricinde bir para kalırsa bu ödeme yapılacak şeklindeydi. Etkinlik umduğumuzdan çok daha başarılı geçince, ilk yıl iki bin TL para arttı ve bu para anlaştığımız gibi Bandista’ya verildi. Bu durumun değerlendirilmesi bizim tarafımızdan biraz ezbercilik biraz zafer sarhoşluğu nedeniyle yapılamadı ve bir sonraki yıl da etkinlik büyümeye devam edince, bu kez 5 bin kusur TL bir para arttı bildiğim kadarıyla -çünkü mali hesapları biz tutmuyorduk. Bu artan paranın 4 bin TL’sinin Bandista’ya ödendiğini öğrendik. Birinci söylediğimde ödendi demedim, ikincide ödendi dedim. Neden? Çünkü artan paranın verilmesi başka bir şeydir, bir miktarını vermeyi takdir etmek başka! Ne zaman ki 5 binin içerisinden 4 bini vermeyi takdir etti birileri –ki bu takdir edilirken bize sorulmadı, sonradan öğrendik-, o zaman bu artık bir ücret, bir ödeme ilişkisine dönüştü. Parayı alan bunu böyle değerlendirmeyebilir. Veren de bunu bu niyetle yapmayabilir. Hiç kimse kötü niyetli bir biçimde hareket etmemiş olabilir. Ama sonuçta ortaya çıkan şeyin adı bellidir. Bunun adı “ödeme ilişkisi”dir.

Biz bu durumu iki boyutlu olarak değerlendirdik. Birinci boyut, eylem niteliği ön planda olan bir organizasyonun para karşılığı yürütülmesinin yanlışlığı idi. İkinci boyut ise, yıllardan beridir Türkiye’den gelen sanatçılar karşısında ikinci plana itilen Kıbrıs’lı sanatçılara aynı muameleyi bizim de yapıyor olmamızın yanlışlığı idi. Kıbrıslı sanatçıların sahneye çıkabildikleri için bize teşekkür etmelerini bekleyip, enternasyonal dayanışma olarak getirdiğimiz sanatçıların yol parası ve masraflarını ödememize rağmen bir de ücret ödememizin yanlış olduğu sonucuna vardık. Aslında hiç kimseye eyleme katıldığı için –ister sahneden katılsın, ister alandan katılsın- herhangi bir ödeme yapılmaması gerektiği, çünkü eylemin insanların yüreklerinden gelerek yaptıkları bir şey olması gerektiği noktası bizim için çok netti.

Biz bu kaygılarımızı etkinliğin organizatörü olan diğer örgütlerden arkadaşlarla da paylaştık. Üç örgüt bizimle hemfikir olurken, bir örgüt ortaklaşılan her karara uyacağını beyan etti. Sadece YKP öneriyi kesin bir dille reddetti. Bu andan sonra hiçbir şekilde tartışmayan, tartıştırmayan, konuşmayan, konuşturmayan bir yaklaşımla karşı karşıya kaldık. Oysa biz hatamızı farkettiğimizde derin bir utanç duymuş, arkadaşlarla konuştuğumuz zaman onların da aynını hissedeceklerini ve hep beraber hatamızı telafi edeceğimizi düşünmüştük. Oysa bize alınan kararların değişmesi için konsensüs olması gerektiği ve bir örgüt itiraz etmekte olduğu için konsensüs oluşmadığı hatırlatıldı. Kısaca “Beğenirseniz kalırsınız, beğenmezseniz gidersiniz” denildi. Biz de daha fazla tartışmanın imkânı olmadığını görünce, diğer üç örgütle birlikte ayrıldık.

Bu ikinci organizasyonun ortaya çıkışıyla birlikte “Antimilitarist Barış Harekâtı”nın bu sene ikiye bölündüğü izlenimi ve bunun Bandista’nın maddi talepleri nedeniyle gerçekleştiği söylentileri var. Bu konuda ne diyeceksiniz?

Kesinlikle Bandista’nın bize para verin diye bir talebi olmamıştır. Bizim de böyle bir iddiamız olmamıştır. Bu söylentileri yayan kişiler, Bandista’nın arkasına saklanarak siyaset yapmaya çalışan, aslında kendileri siyasal olarak var olamadıkları için başka öznelerin üzerinden siyaset yapma niyetindeki kişilerdir. Bandista asla “biz para isteriz, para verirseniz çıkarız” diye bir şey söylemedi. Aksine Bandista “herhangi bir para ödenmediği takdirde de biz seve seve çıkmaya hazırız” dedi. Bu arkadaşlar, önce var olmayan bir şeyi kendileri yaratıyorlar, sonra da bu olmayan saçma şeye çok mantıklı cevaplar veriyorlar. Böylece kendi yarattıkları tartışmayı kazanmış oluyorlar. Aslında olmayan bir iddiaya cevap vermiş oluyorlar

Ama Bandista, 10 Ağustos günü Afrika Gazetesi’nde yayınlanan söyleşisinde; ayrılarak farklı bir eylem düzenleyen “kardeşlerin” kendilerini meşrulaştırmak için Bandista üzerinden argüman yürüttüğünü iddia ediyor. Bu iddiaya cevabınız nedir?

Evet, bunu Bandista’nın Afrika gazetesine verdiği röportajında ben de okudum ve hem şaşırdım hem de üzüldüm. Anti-militarist Barış Harekatı içerisinde maddi ödeme yapılması konusu ile ilgili tartışmalar başladıktan sonra biz konunun diğer özneleri ile birlikte Bandista’nın da katıldığı bir toplantı yaptık. Ve orada YKP’den arkadaşların aksi iddialarına rağmen, Bandista üzerinden hiçbir tartışmamız olmadığını net bir şekilde izah ettik. Üstelik o gün Bandista elemanlarının kendilerinin ifadesi “bu tartışmayı çok sahici buldukları ve kendileri ile ilgili bir durum olmadığını anladıkları” şeklindeydi.

Oysa şimdi “sahici tartışma” buharlaşırken, “kendilerini meşrulaştırmak için Bandista üzerinden argüman yürüten kardeşler” ortaya çıkıyor. Bu ise aslında bizim herhangi bir iddiamız ile değil, arkadaşların kendi aralarındaki ideolojik örtüşmeyle ilgili bir durumdur.

Bandista’nın enternasyonal dayanışma anlamında Kıbrıs’a gelmesi ve kendi mensubu oldukları ülkenin orduları bizim ülkemizde cirit atarken bizimle dayanışması çok anlamlıdır. Belki Türkiye politik ikliminden dolayı ciddi riskleri de içermektedir. Ancak ezme–ezilme ilişkisini, bizim özgürleşme hareketimiz içerisinde yeniden üretircesine, akıl veren “büyük ağabey” pozisyonuna soyunması ve buradaki hareketin kendi tartışmaları içerisinde taraf olur nitelikte pozisyon alması bizim için gerçekten anlam verilemeyecek derecede şaşırtıcıdır. Bandista, biz hiçbir zaman ortaya böyle bir argüman koymamamıza rağmen, böyle bir argüman ortaya koymuşuz gibi konuşuyor ve bizim kendimizi meşrulaştırmak için onları kullandığımızı iddia ediyor. Üstelik argümanlarımızın “apolitik, maddi olarak yanlış ve dedikodu düzeyinde” olduğunu savunuyor.

Peki, Bandista ilk etkinlikten sonra 2 bin TL aldı mı almadı mı? Aldı. Bandista ikinci etkinlikten sonra 4 bin TL aldı mı almadı mı? Aldı. Bunun böyle olduğunu Bandista da, Anti-militarist Barış Harekatı’nda kalan diğer özneler de kabul ediyorlar. Bunun neresi yanlış, neresi dedikodu? Biz “Bandista bu parayı neden aldı” diye tartışmıyoruz. Biz “böyle bir ödeme yapmayı teklif etmek yanlış değil midir” diye tartışıyoruz.

Bandista ise, emek ortaya koyduğunu, belli bir bütçenin ürediğini ve bu üreyen bütçeden “herkesin” faydalandığını, kendilerinin de faydalandığını söylüyor. Ortaya konan sanat emeğine saygımız sonsuz. Ancak buradaki “herkes”in, etkinlikle hiçbir ideolojik örtüşmesi olmayan ses sistemci, sahneci, ışıkçı olduğunu da belirtelim. Bu “herkes”e örneğin biletlerimizi basan matbaa veya diğer müzik grupları dahil değildir. Çünkü matbaa sahibi bizim sözümüzü desteklediği için kağıt parasını dahi almadan biletlerimizi basmıştı. Yani Bandista kendi kendisini, bizimle ideolojik anlamda değil ticari anlamda ilişki kuran öznelerle özdeşleştiriyor. Üstelik Bandista, kendileriyle birlikte aynı sahnede emek koyan başka öznelerin durumu ile de hiç ilgilenmiyor. Kıbrıs’tan sanat emeği ortaya koyanların “üreyen bütçeden” faydalanmamasını normal kabul ediyor. Bunu eleştirenleri ise apolitik olmakla suçlayabiliyor. Sanki politika kendinin dışındakilerin durumunu dert etmek değilmiş gibi davranabiliyor.

Baraka’nın Bandista’yla ilgili sosyal medyada ve politik alanda “yerli olmayan sanatçılar”, “parayla eylem yapanlar” gibi açıklamaları olduğu iddiaları ile ilgili ne düşünüyorsunuz?

Bizim bir grubu “yerli olmamakla” eleştirmemiz için, yabancı olmayı aşağılayan bir duruşumuzun olması gerekir. Oysa ne yerli grupları yüceltip yabancı grupları aşağılayan ne de yabancı gruplara aşırı önem verip yerli grupları önemsizleştiren bir politik hattımız vardır. Ama yabancı grupları kıymetli görüp, onlara ödeme yapmayı normal karşılayıp; yerli grupların sırf sahneye çıkmalarına izin verildiği için teşekkür etmesini bekleyen bir politik hattımız da yoktur.

“Parayla eylem yapmak” evet tartışmanın bir parçasıydı. Biz, eylemci niteliği olan ve “biz bu eylemin sözünü sahipleniyoruz” diyen bir müzik grubunun, tıpkı biz bu eylemi sahipleniyoruz diyerek alana gelen bir insanın para almadığı gibi, para almaması gerektiğini söyledik. Eğer eylemci niteliği olan bir müzik grubunun para alması söz konusuysa o zaman da parayla eylem yapılmış olacağını söyledik. Ama bu Bandista öznelinde söylediğimiz bir durum değil. Başka herhangi bir grup da para alırsa eğer bir eylemde, o zaman aynı şey o grup için de geçerli olur. Bandista bunu kendi üstüne almayı tercih ediyorsa kendisinin bileceği iştir.

Ayrışma tartışmalarının altının politik olarak boş olduğu iddialarına ne diyeceksiniz?

Şu an kimin söylediğini hatırlamadığım bir söz var : “En sıradan ve ufak görünen bir fikir ayrılığı bile aslında çok derin kökleri olan teorik bir ayrışmanın sinyali olabilir. O yüzden hiçbir fikir ayrılığı küçümsenmemeli, hiçbir fikir ayrılığı geçiştirilmemelidir” deniyordu. Bu olay da aslında öyle oldu. Bir gruba verilen paranın, yerli gruplara yapılan bir haksızlık olup olmadığı ve böyle bir parayı vermenin ücretlendirme olup olmadığı üzerinden ortaya çıkan sorgulama aslında en sonunda çok ciddi bir farklılaşmayı; “postmodernist” “sol-liberal” fikriyat ile ayağını bastığı zemine kıymet veren “devrimci fikriyat” arasındaki bir farklılaşmanın yansımasını ortaya çıkardı. Aslında zaten var olan bu farklılaşmayı görmemizi sağladı. Bugün postmodernist saiklerle belirlenmekte olan sol-liberal arkadaşlarımız, Kıbrıs’ın kurtuluşunu istemekte ama bunu Kıbrıs halklarının öznesi olduğu bir mücadele olarak kurgulamaktan çekinmektedirler. Çünkü bu arkadaşlarımız herhangi bir “özne”nin varlığını apriori olumsuz kabul etmektedirler. Üstelik yine bu arkadaşlarımız, özgürleşme sürecini liberal ilişkilerin yeniden “ürediği” bir zeminden yürütmeme taleplerinden de rahatsız olmaktadırlar. Oysa biz, varılmasını istediğimiz dünyaya doğru yol alırken, anti-kapitalist ve liberal ilişkilerden arınmış bir biçimde yürümek niyetindeyiz. Tabii ki kapitalist sistem içerisinde her türlü olumsuzluklardan arınmış adalar yaratmak gibi bir hayalimiz yoktur. Ancak hedeflediğimiz özgür, bağımsız Kıbrıs’ta da bugünkü olumsuzlukları yeniden üretmemek için, yarını bugünden kurmak için bazı ilişkilere de hassasiyet göstermemiz gerektiğini düşünüyoruz.

Gene Bandista tarafından ifade edilen “Bağımsızlık-Bağımlılık” vurgularının burjuva demokratik olgular/vurgular olduğu, tehlikeli ve ucu açık ulusalcılığa dayanan bir propaganda olduğu iddialarına ne diyorsunuz?

Kıbrıs’ın emperyalist işgalden, TC hegomonyasından, AB boyunduruğundan kurtuluşunun nasıl gerçekleşmesi gerektiği tartışması önemli bir tartışmadır. Bizimle dayanışan herkese de saygımız vardır. Bu konu ile ilgili herkesin fikrini, görüşünü, eleştirisini duymak isteriz. Bundan memnun da oluruz. Ancak somut bir ayrışmada, sıcak bir bölünmede; Türkiye’den bir öznenin, bir tarafı “burjuva taleplerin savunucusu” “ulusalcı” gibi argümanlarla eleştirecek şekilde, Kıbrıs içindeki sol güçlerin tartışmalarına taraf olma hevesinin nerden kaynaklandığını gerçekten anlayamıyoruz.

Enternasyonal dayanışma ile; başka ülkelerde yürütülen mücadelelerin trafik polisliğini yapmak aynı şeyler olmasa gerek. Herhalde herkesin durduğu yeri ve neyle ilgili ne kadar konuşabileceğini bilmesi gereken bir nokta vardır. Bu ülkede yürütülen mücadelelerin doğruluğuna, yanlışlığına karar veren hakemler, üstelik de taraf tutan hakemler istemiyoruz. Biz bu ülkede “bizim iyiliğimiz için, bizim adımıza karar veren” çok özne gördük, görüyoruz. Oysa bizim istediğimiz tek şey, kendi yanlışlarımızı yapıp kendi doğrularımızı bulmamıza izin verilmesidir. Şarkıları ne kadar güzel olursa olsun, niyetleri ne kadar iyi olursa olsun herkesin durması gereken yeri bilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Diğer yandan, siyasette tehlikeli olmayan hiçbir faaliyet yoktur. Mevcut pozisyonunuzdan ileriye hareket etmeye doğru attığınız her adım tehlikeler içerir. Tehlikeleri göze alamayan, hayatında her şeyi garantiye bağlayarak hareket eden insanlarsa hiçbir ilerleme kaydedemezler. Hata yapmayı göze alabilmek kadar, yapılan hatalardan ders çıkarmaya, hatalarınızın bedelini ödemeye ve özeleştiri verebilmeye de açık olmak gerekir. Bu ülkede 20-30 yıldan fazladır siyaset yapmakta olan partilerimiz vardır fakat halka yayınlanmış tek bir özeleştirileri yoktur! Bu Yeni Kıbrıs Partisi (YKP) için de geçerlidir, Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) için de geçerlidir. Hiç yanlış yapmamış mıdır bu partiler? Yapmışlardır! Kendileri de bilirler, halk da bilir. Ama hiçbir zaman çıkıp halka “biz şu konuda yanlış yaptık” dememişlerdir çünkü bu partiler yanlış yapmaktan korkarlar. Mutlak doğrunun taşıyıcısı, gerçeğin sahibi gibi görünmek isterler. Oysa bizim öyle bir derdimiz yoktur. Biz hata yapabilecek, sıradan insanlar olduğumuzu, hata yapmayı göze alarak hareket ettiğimizi ama eğer hata yaparsak da bu hatayı halkımızla paylaşmakta, hatamızdan dönmekte bir an bile tereddüt etmeyeceğimizi net bir şekilde ortaya koyuyoruz.

Şimdi gelelim bağımsızlık talebinin bir hata olup olmayacağı noktasına. Bir kavramın belli bir dönemde ortaya çıkması o kavramın sadece o dönem ifade ettiği anlamları içereceği anlamına gelmez. Din kavramının ortaya çıktığı dönem ile din kavramının bugün ifade ettiği şey aynı şey değildir. Tıpkı burjuva demokrasisi denen şeyin ya da burjuva diktatörlüğü denen şeyin ortaya çıktığı dönemde ifade ettiği anlamla bugün ifade ettiği anlamın aynı şey olmadığı gibi. Bu, bağımsızlık için de geçerlidir. Kavramlar sabit, tarihe çakılmış ve değişmez mutlak şeyler değildir. Bu bağlamda biz bağımsızlığın, Kıbrıs gibi emperyalizmin sömürgesi durumunda, ABD, İngiltere, AB, TC, Yunanistan gibi öznelerin hak iddia ettiği ve egemen olmaya çalıştığı bir coğrafyada, halkları birleştirmenin, halkların kardeşleşmesinin yolunu açacak bir süreç olduğunu düşünüyoruz. Elbette ki riskleri vardır! Ancak bu risklerden kaçınabilmenin, bağımsızlığa varırken ufkumuzu burjuva anlamda bir bağımsızlık ile sınırlandırmamanın yolu da; örneğin eylemlerimize katılan müzik gruplarına para ödeyerek liberal ilişkileri mücadelemizin içinde yeniden üretmemeye dikkat etmekten geçer.

Bizim için ne kadar kaygılansa da Bandista bilmelidir ki; Kıbrıs’ı kurtaracak mücadelenin ana öznesi Kıbrıs’tan çıkacaktır, çıkmalıdır. Bandista Kıbrıs’ı kurtaramaz, tıpkı AB’nin, İngiltere’nin, TC’nin, Yunanista’nın, iyi niyetli veya kötü niyetli hiçbir başka öznenin kurtaramayacağı gibi. Tıpkı işçilerin kurtuluşunun kendi eserleri olacağı gerçeği gibi. Kadınların kurtuluşunun kadınların öznesi olacağı bir mücadelenin sonucunda ortaya çıkacağı gibi, Kıbrıs’ın kurtuluşu da Kıbrıs’tan çıkan öznelerin eseri olacaktır.

Eylem posterleriyle ilgili bazı iddialar var. Tek kişinin ön plana çıktığı gibi söylemler var. Bunlarla ilgili ne diyeceksiniz?

Röportajda Bandista tarafından, posterlerimizin PR sisteminin ve reklamcılığın araçlarından biri olduğu ve star yaratmaya yönelik bir faaliyet olduğu iddia edildi. Eleştirileri için teşekkür ederiz! Ancak bir ülkeyi tanımadan, o ülke hakkında konuşmanın aslında ne kadar hatalı olabileceğinin de bir göstergesi oluyor bu. Burası Türkiye değildir! Burası kapitalizmin belli bir derecede geliştiği ve sanatın metalaştığı bir ülke değil. Bu ülkenin en nitelikli sanatçıları, bizim yolda yürürken karşılaştığımız, kahvehanede sohbet ettiğimiz ve TV’den değil, sokaklardan, parklardan tanıdığımız insanlardır. Bu ülkenin en çok okunan yazarları kitap basmak için ceplerinden para öderler. Bu ülkenin en önemli şairlerinin isimleri üniversitelerin edebiyat fakültelerinde bile bilinmez. Bu ülkenin en çok beğenilen müzisyenleri hayatta kalabilmek için çok ciddi, ağır bedeller öderler. TC’deki gibi metalaşmış, kapitalistleşmiş bir coğrafyada değil, aksine özellikle sanat alanında pre-kapitalist ilişkilerin, üreten kişi olan sanatçıyı özellikle iki kez ezdiği ve ortadan kaldırdığı bir ülkede yaşıyoruz. Bandista bunları bilmediği için TC ile kıyaslayarak konuşabiliyor ama bizim ülkemizde yok varsayılan, görmezden gelinen, üretimi, emeği, değersiz kabul edilen, TC’den ya da dünyanın başka coğrafyalarından gelen başka bir sanatçıyla kıyaslandığı zaman onun “çantasını taşıması” beklenen insanlardan bahsediyoruz.  Bizim değerlerimizden, bizim parçamız olan ve bu ülkenin kurtuluşunda emek koyabilme potansiyeli olan ama ikinci plana itilen, “antimilitarist barış harekâtı” tarafından da ikinci plana itilen insanlardan bahsediyoruz. Biz bu insanları reklam, pazarlama, star mantığıyla metalaştırmıyoruz. Aksine onlara hak ettikleri değeri, hem de para ile değil saygı ile veriyoruz. Onların üretimlerine saygı duruşunda bulunuyoruz. Bu Bandista’yı TC’den bakan bir özne olarak rahatsız edebilir ama Bandista’nın da başka coğrafyalardaki başka gerçekliklere saygı duymayı öğrenmesi gerekir.

Son olarak 14 Ağustos sonrası için neler söylemek istersiniz?

14 Ağustos aslında bir anlamda milat oluyor. Bu ülkede sol-liberal ve postmodernist fikriyat ile devrimci fikriyatın arasında kalın bir çizginin çekildiği, sınıf mücadelesi mi yoksa kimlik mücadelesi mi, hiç bir şey tarif etmeyen kavramlar çerçevesinde, sözde “iyi insanlar” olarak kendini tarifleyerek yaşama mı, yoksa ellerini kirleterek bu ülkeyi halkıyla birlikte hak ettiği daha güzel günlere taşımak için elini taşın altına sokmak mı sorularının ciddi anlamda sorulduğu bir tarih oluyor.  14 Ağustos’tan sonra, Baraka’nın “Bağımsız Kıbrıs” mücadelesi devam edecek.  Bu çağrı çoğalarak devam edecek. Bu çağrıya onay veren onlarca öznenin olduğunu, örgüt anlamında ve birey anlamında biliyoruz. Kıbrıs gibi küçük coğrafyalarda insanların yeni şeyleri ilk söyleyen olmak istemediğini de biliyoruz. Bu yeni şeyleri ilk söyleyenlerin ezilmediğinde, ayakta kalabildiğinde hızla çoğaldığını da biliyoruz. Sadece risk alan öznelerin büyüyebildiğini de biliyoruz. Ondan dolayı, 14 Ağustos’tan sonra çok şeyler olacak.

Firuzan Nalbantoğlu

13 Ağustos 2012 tarihinde Afrika gazetesinde yayınlanmıştır.

http://www.jiyan.org/2012/08/14/barakayla-kibris-aysenin-tatili-ve-digerleri-ustune-soylesi/  yayınlanmıştır adresinden de okunabilir.

Bandista röportajını okumak için:http://www.yenicag.com.cy/yenicag/2012/08/10/bandista-enternasyonal-dayanisma-icin-yeniden-aramizda-olacak/