“KIBRIS’IN BAĞIMSIZ OLMASINI İSTİYORUM” *

BDP milletvekili Türkiye’deki son gelişmeleri, açlık grevlerini ve Kıbrıs’ı anlattı…

“KIBRIS’IN BAĞIMSIZ OLMASINI İSTİYORUM” *

 

Kaplan: “Sizin kazanmanız, Kıbrıs’ın bağımsız olması, kendi kaderini tayin etmesi demek bir Kürt olarak beni mutlu kılar.”

 

 BDP milletvekili Hasip Kaplan KKTC için kullandığı ‘Dandik Cumhuriyet’ tabiriyle Kıbrıslı Türklerin sadece ilgisini değil sempatisini de kazanmıştı. Geçtiğimiz hafta Baraka Kültür Merkezi’nin organize ettiği Ortadoğu konulu panelde ise ‘Dandik Cumhuriyet’e yani KKTC’ye yeni bir isim bulmuştu, KKTH yani ‘Kendi Kaderini Tayin Hakkı.’ Bu isimle de Kıbrıslı Türklerin bağımsızlık talebine ve kendi kaderlerini kendilerinin belirlemesi gerektiğine vurgu yapmıştı.

Hasip Kaplan’a  AKP’nin durumunu, açlık grevlerini, Türkiye’deki devrimci ve demokratik hareketleri ve Kıbrıs’ı sorduk.

 

Röportaj: Hasan YIKICI

 

Türkiye’de geçtiğimiz aylarda bir açlık grevi süreci yaşandı. Sürece Kıbrıs’tan da destek geldi. İki ayı aşkın bir süre de açlık grevi devam etti. Bu süreç boyunca ise Türkiye Cumhuriyeti başbakanın ‘açlık grevi yoktur’ gibisinden açıklamalarına şahit olduk. Bir tarafta yaşanan gerçek bir trajedi var diğer tarafta ise umursamazlık. Bu süreci ve sonrasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

Öncelikle Türkiye’de siyaset kurumu, Türkiye’nin en önemli sorunu olan Kürt sorununda mecliste çözüm üretemediği, siyasi partiler fikir üretemediği ve siyaset kanalları tıkandığı için çatışmalı bir süreç yaşıyoruz. Bunun faturası halka ağır oldu.

Bir açılım süreci denildi ilk önce, sonra bu açılım sürecinden sonra birdenbire görüşmeler, müzakereler kesildi ve demokratik alanda siyaset yapan BDP, sendika, sanatçı, gazeteci, avukat 10,000’i aşkın milletvekili, belediye başkanı KCK operasyonları adı altında siyasi operasyonlarla cezaevlerine konmaya başlandı.

Şimdi bu KCK adı altında yapılan bu soruşturmalar, sorunun çözümü önünde çok daha büyük bir engel olarak ortaya çıkmış oldu… Açılım sürecinden sonra saldırı başladı. Yani AKP’nin yüzde elli oy alması çok ciddi şekilde onları şımarttı ve bu gücü aldıktan sonra da daha da saldırganlaştılar. 

Şimdi biz meclisteyiz ve mecliste olmamıza rağmen tutuklu milletvekillerinin sorununu hala çözemedik. Her gün yeni belediye başkanları tutuklanıyor, durmadan devam ediyor. Ve siyaset kurumunun çözümsüzlüğü karşısında cezaevindeki onbinler açlık grevine girdi.  Dünyadaki sivil eylemlilik ve itaatsizlik anlamındaki en büyük eylemi, siyasi taleplerle, yani kendi kişisel talepleriyle değil, anadilde eğitim, İmralı’daki tecridin kaldırılması ve çözüm için müzakere talebiyle gerçekleştirdiler.

Hükümet’in açlık grevlerine karşı yaklaşımı gerçekten ahlaki olmadı. Seviyesizlik düzeyinde, tehdit ve şantaj düzeyinde oldu. Ama bunun oyun olmadığı, açlık grevinin altmışıncı gününden sonra onlara destek verenlerin artması; dışarda destek verenler, tüm dünyanın gündemine oturdu. Yani, sadece Türkiye’de bütün cezaevlerinde değil tüm şehirlerde ve Avrupa’da ve dünyanın değişik yerlerine kadar yayıldı.

 

Aktif olarak Türkiye’de kaç kişi açlık grevine katılmıştı?

Üç aşamalı yaşandı süreç. Süreç içerisinde gittikçe açlık grevlerine katılım arttı ve en son 10,000’i buldu. Şimdi tabii bu taleplerin meşru olduğu, haklı olduğu ve çözüm için yapılabilen talepler olduğu kamuoyunda anlaşıldı ve bu hükümeti zora soktu. Ve bu zor süreci yine hükümet çözemedi, diyaloğa yanaşmadı, İmralı’da Öcalan’ın görüşmesiyle bu olay çözüldü… Yani,  görüşmeyle cezaevlerindeki açlık grevleri sonlandı.

 

Başbakanın sorun çözmeye yanaşmayan tavrını nasıl yorumluyorsunuz?

Şimdi burada Türkiye’nin yaklaşımı, hükümetin, Suriye’deki yaşanan olaylarla direk bağlantılıdır. Çünkü orada Türkiye sınırı boyunca Kürtlerin oluşturduğu yönetimler var, kendilerini korumak için. Yüksek bir konsey kurdular, halk konseyi, kendini korumak için de güvenliğini sağlıyor. Hükümeti dış politikada da zorladı bu durum. Kürt düşmanlığına başladı. Kürtlerin karşısında kimleri harekete geçirdiler? Maalesef El-Kaide’nin ve diğer dini illegal radikal örgütleri silahlandırıp Türkiye’de Kürtlerin karşısına çıkarttılar. Ve burada, AKP hükümetinin giderek milliyetçi, örgütçü ve saldırgan bir çizgiye doğru yol aldığı görüldü. Ne yaptılar? İdamları gündeme getirdiler. Bu tutmayınca bu sefer de dokunulmazlıkları gündeme getirildi. Dokunulmazlık da bu sefer kendi partisi içinde ciddi bir tartışma konusu oldu. Bu ciddi tartışma, kendi partisinden farklı sesler yükselmesine, ve özellikle Kürtler konusunda artık böyle gitmez denilmesine sebebiyet verdi.

 

AKP’nin bu son girdiği süreçle birlikte belli başlı noktalarda, mesela Ortadoğu, Kürt meselesi gibi konularda yıpranma süreci yaşadığını düşünüyor musunuz?

Türkiye artık öncü güç olma misyonunu yitirdi. Bunun sebebi Neo-Osmanlı yayılmacı emperyal hevesleri ve dış politikalarındaki tutarsızlıklarıydı.

Başbakan boşa düşüyor. Suriye’de çözüm konusunda Suriye muhalefetini birleştiren toplantılar yapıldığında yine boşa çıkarıldığını görüyoruz Başbakanın. İsrail ilişkilerinin ise yine sıkıntılı olduğunu görüyoruz.

Tüm bunlar AKP hükümetinin iç ve dış politikalarında çok ciddi hatalar yaptığını gösteriyor.


Peki dış politikada yaşanan yıpranma süreci içte nasıl yansıyor? İçte yarattığı hegemonya da bir yıpranma sürecine girdi mi?

Artık AKP kendi yaşamını dayatmaya, kendi tarzını dayatmaya, kendi hegemonyasını kurmaya, kendi kadrolaşmasını yapmaya, kendi partizan kadrolarını oluşturmaya başladı ve bundan epeyi yol aldı.

Fakat öte yandan kendi içindeki İslami Kürt kesimleri ve kendi siyasetçileri AKP’den ayrışmaya başladılar. Bir ayrışma yaşanıyor artık.

Cumhurbaşkanı Gül ile başbakan arasında ciddi tartışmalar yaşanıyor.

Bu düşüşte olduklarını gösteriyor ve bundan dolayı da hırçınlaşıyor, saldırganlaşıyor ve tehditler savurmaya başlıyor Erdoğan.

Muhalif gördüğü herkesi sindirmek, susturmak, cezaevine atmak ve özel yetkili mahkemelerde yargılamak alışkanlığı oldu. Şu an hükümet Türkiye’nin en önemli meselesi sorununda sınıfta çakmıştır, Kıbrıs sorununda ilerleme kaydetmemiştir, Ermeni sorununda da geri gitmiştir.

 

 

Bölgede nasıl bir rol biçiliyor Türkiye’ye?

Küresel sermayenin hala Ortadoğu’da bunlara biçtiği rol için hala ayaktalar tabii.

Bir de enerji politikaları konusu var. Enerji konusunda çok ciddi bir tartışma var. Yani bu petrol boru hatları, doğal gaz boru hatları… Yani Ortadoğu’da hükümetin tek başına oynadığı bir rol var, o da kendi çıkarına, uluslararası sermaye çıkarınadır. Bu çok tehlikeli bir gelişme olarak karşımıza çıkıyor. Önümüzdeki dönem ilişkilerini, küresel krizin getirileri ile  enerji ve madenler üzerindeki politikalar zemininde dizayn edecek. Bunun içinde Kıbrıs’ın kuzeyindeki denizdeki doğal gaz ve petrol kaynakları da iştahlarını çeken bir önemli olaydır.

 

Bölge daha da kaynayacak gibi görünüyor yani…

Bölge kaynayacak çünkü bu tür hükümetler ayakta kalmak için güvenlik politikalarına, güvenlik bütçelerine, polise, jandarmaya ve askeri harcamalara ağırlık verirler. Yani insan hakları, hukuk ve demokrasi, özgürlükler, adalet, eşitlik zayıflar. Bunun karşısında bir tek şans vardır, bu değerleri savunan muhalefetin giderek güçlenmesi, birleşmesi ve birlikte mücadele etmesi. Yani önümüzdeki dönem mesela Cumhurbaşkanlığı seçimi var, yerel seçimler var. Yerel seçimlerde de bu karşıt güçlerin birliği çok önemlidir. Eğer bu güçlerin birliğini sağlayamazsanız büyük şehirlerin çoğunu AKP alacak.

 

Siz nasıl bir strateji izlemeyi düşünüyorsunuz önümüzdeki seçimlerde?

Demokratik siyasetin dışına itilmemiz için ellerinden geleni yapıyorlar. Ama ne yaparlarsa yapsınlar bizi demokratik siyasetin dışına atma gücünü kendinde bulamayacaklar. Hem yerellerde, hem genel seçimlerde, hem de cumhurbaşkanı seçimlerinde anahtar partiyiz ve belirleyiciyiz ve bunun farkındayız. Birilerinin  neden bizden korktuğunun da farkındayız. Çünkü meclisin gerçekten en dinamik demokratik muhalefetini biz yapıyoruz.

MHP, AKP ve CHP benzeşen üç parti. Sistemle bir sorunları yok, statükoyla kavgaları yok. Fakat bizim var. Bu açıdan önümüzdeki dönem daha umutluyuz, daha fazla mücadele, daha fazla demokratik mevzileri kazanmak için çaba, daha fazla yerellerde belediye, daha fazla milletvekili, daha fazla demokrasi güçlerinin parlamentoya asılması gerekmektedir.

 

 

Kürt hareketi bir ulusal hareket sonuçta. Peki Türkiye’deki sınıf mücadelesi kapsamında kendinizi nasıl tanımlarsınız? Sosyalist sol ile ilişkilerinizi nasıl şekillendiriyorsunuz?

Tabii ki ulusal demokratik taleplerimiz ağırlıklı ama eğer özüne gelirsek biz Kürt ulusunun emekçi kesimine dayanarak politika yapıyoruz. Zaten Kürtlerin zenginleri, sermayedarları, holding sahipleri AKP ile çalışıyorlar, yani düzenle beraber. O açıdan bizim de, Kürtlerin, Türklerin, Alevilerin, bütün ezilen halkların demokratik mücadelede birliği çok önemlidir.

Bizim geleneksel olarak da sol demokratik bir kitle partisi karakterimiz olduğu için blok çalışmalarımız, Halkların Demokratik Kongresi çalışmalarımız, sosyalist ve devrimci kesimle birlikte yürüttüğümüz siyasi projelerdir. Bu projeler Türkiye’de demokrasi güçlerinin birliğini sağlayacak projelerdir. Yani sol devrimci, sosyal demokrat, sosyalist, komünist farklı kesimleri bir araya getiren aslında ulusal demokratik mücadeleyle sınıf mücadelesini birleştiren bir tarzımız var. Hükümeti de, AKP’yi de zorlayan, sıkıntıya sokan budur…

 

Sosyalist hareketin gelişmesi, büyümesi, aynı Kürt hareketi gibi geniş kitlelere hitap etmesi bunun tabii ki siz Kürt hareketiyle beraber hareket etmesi sizin hareketinize ne gibi katkılar sağlayabilir?

Bir kere önümüzdeki seçimlerde sosyalistlerin yeni mevziler kazanması; bizim için belediyeler arasında yerel yönetimler arasında bir görüş alış-verişi ortamı doğurur. Yine Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde omuz omuza verebiliriz. 2015 seçimlerinde ise birlikte seçime girmeyi deneyerek parlamentoda çok dinamik bir muhalefeti hayata geçirebiliriz. Yani bu muhalefet aynı zamanda iktidara da talip olacak tarza bir muhalefet, böyle bir muhalefet anlayışı üzerinde duruyoruz. Bu umut ve potansiyeli görüyoruz.

 

 

Kıbrıs ile ilgili bir zaman “dandik cumhuriyet” demiştiniz…

Böyle bir nitelemeyi halkı aşağılama kastıyla söylemiş değildim. Sadece üniversite öğrencilerinin, mezun olmaya 2 dersi kalmış öğrencilerin apar topar sınır dışı edilmelerinin bir hukuk devletine yakışmayacağını, böyle bir kararın alınmaması gerektiğini ifade ederek, “Burası dandik bir cumhuriyet mi, muz cumhuriyeti mi?” diye sormuştum.

 

 

Gönlünüzde Kıbrıs için ne var?

Ben Kıbrıs halkını çok seviyorum. Kıbrıs’ın bağımsız, eşit, iki toplum olarak dünya arenasında yerini almasını çok istiyorum. Türkiye’deki mücadeleyle buradaki mücadele, her iki mücadele de birbirine bağlıdır. Kıbrıs halkına buradan sevgi ve saygılarımı iletmek istiyorum. Sizin kazanmanız, Kıbrıs’ın bağımsız olması, kendi kaderini tayin etmesi demek bir Kürt olarak beni mutlu kılar. Çünkü Kürt halkının da ezilen bir halk olarak mücadelesine eşdeğer görüyorum Kıbrıs’taki mücadeleyi.

* Bu röportaj 16 Aralık 2012 tarihinde Afrika Gazetesi’nin Pazar ekinde yayınlanmıştır.