Erken yerel seçime giden Lefkoşa’da solun tavrı üzerine Baraka’yla söyleşi

Erken yerel seçime giden Lefkoşa’da solun tavrı üzerine Baraka’yla söyleşi

Kıbrıs’ın kuzeyinde ekonomik ve siyasi kriz bu kez Lefkoşa Belediyesi’nde patlak verdi. Çalışanların maaşını ödeyemeyen ve istifalarla krize sürüklenen Belediye’de erken seçime gidiliyor. Gözde Gaye ve Gökhan Zengin, seçimlerde belediye meclis üyesi olarak adaylığını koyan Baraka’dan Merter Refikoğlu ile Kıbrıs’ın kuzeyini bir ekonomik-siyasi kriz sarmalına sürükleyen koşulları ve solun yerel seçimlerdeki tavrını konuştu…

* * *

Öncelikle, Lefkoşa’da gerçekleşecek olan belediye başkanı ve meclis üyeleri seçiminin neden erken bir zamana alındığıyla ilgili konuşalım isterseniz.  Bildiğimiz kadarıyla Lefkoşa Belediyesi’nde aylardır bir kriz yaşanıyor. Lefkoşa Belediye emekçileri aylardır maaşlarını doğru düzgün alamadı. Bu sürede ses getiren grevler, eylemler yapıldı. Belediye Başkanı’nın ve meclis üyelerinin istifa etmesi ardından da erken seçim gündeme geldi. Türkiye’deki okuyucular için yaşanan bu süreci bize biraz detaylandırabilir misiniz?

Merter Refikoğlu: Elbette… Son iki dönemin Başkanı Cemal Bulutoğluları ve meclis üyeleri seçildikten sonra yaklaşık on yıldır Lefkoşa Türk Belediyesi’nde (LTB) sorunların boyutu değişti ve arttı. Yönetime geldikleri günden itibaren maaş ödemeleri gecikmeye başladı ve yine o tarihlerden itibaren çalışanların ihtiyat sandığı ve sigortası ödenmemeye başladı.

Lefkoşa halkı, bir önceki yönetimden de memnun değildi ancak sorunlar çalışanlara çok fazla yansıtılmamıştı. O zamanlar belediyecilik anlamında çok fazla hizmet verilmese de, belediyede özelleştirme devri başlatılsa da çalışanlar maaşlarını gününde alıyor ve yatırımları yapılıyordu. Cemal Bulutoğluları ile beraber göz boyama amaçlı icraatlar plansız bir şekilde yapılmaya başlandı, usulsüz ihalelerle belediye kaynakları çar çur edildi. Kısıtlı bir bütçeye sahip belediye, iktidarın istihdam yuvası haline getirildi. Yüzlerce insan, ihtiyaç olmamasına rağmen belediyede istihdam edildi. Cemal Bulutoğluları öncesi 400-450 olan çalışan sayısı Cemal Bulutoğluları ile birlikte 1000’in üzerine çıktı.

İlk zamanlarda, artırılan faturalar, fazladan koyulan vergiler ve hükümetin de desteği ile sorunlar bir süre ertelendi. Hükümet, oyunu artırmak için istihdamlara destek oldu. Bugüne gelindiği zaman ise belediye çalışanları maaşlarını alamama noktasına getirildi, bunun üzerine de yıllardır ödenmeyen ihtiyat sandığı ve sigorta eklenince belediye batırıldı.

İlk zamanlarda ihtiyat sandığı ve sigortayı çok fazla önemsemeyen çalışanlar maaşlarının da ödenmemesi ile beraber ses çıkarmaya başladı ve Belediye Emekçileri Sendikası uzun süren grevler, etkili eylemler yaptı. Bu eylem ve grevleri hükümet, Belediye Başkanı ve meclis üyeleri aylarca görmezden geldi. Maaşların bir kısmı ödenip çalışanlar susturulmaya çalışıldı ancak bu şekilde batmış belediyenin içinden çıkılamadı. Yaklaşık bir ay önce de Belediye Başkanı ve belediye meclis üyelerinin bir kısmı istifa etti. Halen yedi UBP belediye meclis üyesi istifa etmemiştir ve bu yedi belediye meclisi üyesi yeni seçilecek başkan ve diğer meclis üyeleri ile çalışmaya devam edecektir.

Evet, ortada bu kadar sorun yumağı dururken ve sorunların esas sorumlusu olan hükümet partisi üyeleri koltuklarında oturmaktadır. UBP bu seçimden çok az oy çıkarsa bile alacağı 2-3 meclis üyesi ile birlikte mecliste en fazla söz söyleme hakkına sahip olacaktır. Süreç genel anlamda böyle gelişti ve 7 Nisan’da Lefkoşa Belediye Başkanlığı ve eksik meclis üyelerinin seçimi yapılacak.

Sizce Lefkoşa Türk Belediyesi’nin krize sürüklenmesinin temelinde nasıl bir politik yaklaşım vardı?

Belediye, halka hizmet ve demokratik bir yerel yönetim anlayışının geliştirilmesi anlayışıyla değil Belediye Başkanı ve iktidar partisi çevrelerini memnun etmek için plansız ve programsızca yönetildi. Dünyayı ve ülkemizi saran neoliberal krizin etkisiyle ve ülkemizin kendine özgü koşullarından dolayı Lefkoşa’da da işsizlik, yoksulluk önemli bir sorun ve insanları işe almak, iş vaadinde bulunmak ilk etapta size ve partinize olan desteği artırıyor.

Daha önce de bahsettiğim gibi iktidar partileri belediyeyi oy toplama yeri olarak görüyordu. Belediyeye gereğinin kat ve kat üstünde istihdamlar yapıldı. Bu istihdamların maaşlarının ödenmesi için de farklı yollar izlenmiştir. Örneğin temizlik şubesinin bir bölümü yüksek fiyatlara özelleştirildi. Belediyeye ait araziler yandaşlara peşkeş çekildi ve bu yerler otopark mafyalarına bırakıldı. Belediyenin bazı binaları da yandaşlara peşkeş çekildi. Bunların yanında projelerle Türkiye’den ve AB’den alınan kaynaklar projeler yerine maaş ödemesi için kullanıldı. Bu peşkeşlerden ve projelerden alınan yüksek ücretler ilk etapta krizi ertelese de zamanla kaynaklar tükendi.

Hükümetin de kendi içindeki çıkar çatışmalarından dolayı desteğini çekmesi ile kriz iyice görünür oldu. Aslında tüm belediyecilik hizmetlerinde çatırdamalar vardı ve bu Lefkoşalı için büyük bir problem olmasına rağmen o zamanlarda çok fazla bir muhalif ses çıkmamıştı. Hatta Cemal Bulutoğluları ilk başkanlık döneminde hiç bir hizmet vermemesine rağmen saydığım sebeplerden dolayı ikinci dönemde tekrardan seçilmişti. Ancak çalışanların maaş ve sigorta yatırım ücretleri bile ödenmeyecek noktaya gelince durum bugünkü hale geldi.

Belediye emekçilerinin hak arama mücadelesi sürecinde gerek iktidarın saldırgan söylemleri gerekse polisin fiziksel şiddeti açık bir biçimde ortaya çıktı. Kıbrıs Türk Hava Yolları’nın özelleştirilmesi/batırılması döneminde ve Recep Tayyip Erdoğan’ın Kıbrıs ziyaretinde de polisin halka ve emekçilere sert müdahalelerde bulunduğunu biliyoruz. Bu sert tutumun gerisinde yatan ekonomik paketlerden ve özelleştirme politikalarından bahsedebilir misiniz?

Avrupa’da, Türkiye’de emekçilere dayatılan neoliberal politikalar Kıbrıs’a TC’den gelen ekonomik paketlerle nüfuz ediyor. Dönem dönem Türkiye ile imzalanan ekonomik işbirliği protokolleriyle buradaki yasalar, çalışanların aleyhine değiştiriliyor, kurumların yıpratılması ve özelleştirilmesi devreye sokuluyor.

74’ten sonra bilinçli bir şekilde üretimden koparılan Kıbrıslı Türk halkının büyük çoğunluğu kamu kurumlarında çalışıyor. Son yıllarda, TC’den gönderilen yasalarla, kamuda çalışanların maaşlarında büyük bir gerilemeye gidildi. Ayrıca kurumların birçoğunda özelleştirme çalışmaları sürmekte ve çalışanların haklarını geriletecek uygulamar yapılmakta. Emekçiler, ya işten ayrılmak zorunda bırakılacak ya da daha az ücrete ve bir çok sosyal hakkı elinden alınarak çalıştırılacak.

Bu dalganın ilkini doksanlarda Sanayi Holding’in kapanması ile yaşadık. Plastik borudan makarnaya kadar geniş çapta üretim yapan kamusal bir hafif sanayimiz vardı ve TC ile buradaki işbirlikçileri eliyle yok edildi. Bugünlere geldiğimiz zaman ise, geçtiğimiz yıllarda KTHY bilinçli bir şekilde batırıldı ve çalışanlar aylarca sokakta direndi. Daha sonra çıkarılan Özelleştirme Yasası ile KTHY çalışanlarının bazıları düşük maaşlarla ve güvencesiz olarak kamuda işe alındı. Özelleştirme Yasası’nın içerisine KTHY çalışnalarının işe alınacağı eklenerek bu neoliberal yasa şirin gösterilmeye çalışılmıştı.

Ne yazık ki bunu onaylayan sendikalar da olmuştu. Son dönemlerde Türkiye’deki egemenler bizim maaşlarımıza göz dikti. Hatırlarsınız, Recep Tayyip Erdoğan basının önünde İrsen Küçük’ün maaşını soracak kadar ileri gitmiş, bizim işbirlikçi hükümetimiz ise halkımızın onurunu ayaklar altına almıştı. Dediğiniz gibi bu özelleştirme döneminde ve halkımın onurunu çiğneyen Tayyip Erdoğan’ın adaya geldiği dönemde polis eylemcilere hiç de alışık olmadıkları bir müdahalede bulundu. Dünyanın her yerinde olduğu gibi halk düşmanı neoliberal uygulamalar halklara ancak polis şiddeti, devlet zoru ve baskısı ile kabul ettirilebilir çünkü.

Bu müdahaleler aslında baskının şiddetini açık bir şekide ortaya koydu.  Bu özelleştirme furyası KTHY ile başladı ve bunu kamunun bir çok kurumunda, elektrikte, telefonda yapmaya çalışıyorlar. Zaman zaman sendikaların güçlü drenişi ile karşılaşıp planlarını erteliyorlar, geriliyorlar. Geçtiğimiz aylarda Ercan Havaalanı özelleştirildi ve buna maalesef çok fazla bir muhalif ses çıkmadı. Özelleştirmelere, çalışanlar olarak, halk olarak hazırlıklı olmalıyız ve bizim de en sert tepkiyi vermemiz gerekiyor.

Peki iktidarın bu sert müdahalelerine karşı toplumsal muhalefetin ve halkın belediye emekçilerine olan yaklaşımı, tavrı ne oldu?  Mücadelenin yankısı sokakta hissedildi mi? Daha doğrusu halk belediye emekçilerinin mücadelesini sahiplendi mi?

Halkın büyük bir kesimi tarfından bu mücadele destek aldı. Memur, işçi öğretmen sendikaları, defalarca belediye emekçilerine destek eylemleri, dayanışma grevleri düzenledi. Aylarca maaş alamayan belediye emekçilerine gıda yardımı ve maddi destek kampanyaları yapıldı. Müzisyenler, sanatçılar belediye önünde moral konserleri, dayanışma etkinlikleri düzenledi. Belediye çalışanlarının çevik kuvvet tarafından dövülüp tutuklanması olayının ardından, sendikaların çağrısıyla, bir günden saatten az bir sürede binlerce insan sokağa çıktı. Tutukluları karşılamak için mahkeme önünde coşkulu bir eylem yapıldı.

Elbette çöpleri toplanmadığı için rahatsız olan duyarsız bir kesim de vardı ancak belediye çalışanlarının meşru durumundan dolayı onlar bile açıkça belediye emeçileri aleyhine konuşmaktan çekinir olmuşlardı. Daha önce de bahsettiğim gibi konunun istihdamlarla ilgil boyutu aslında biraz karışık. Düşünün ki UBP tarafından işe alınan ve UBP’ye oy veren ve şimdiye kadar hiçbir emek mücadelesinde yer almayan belediye çalışanı, bir anda mücadelenin en önünde yer almaya başladı. Biz ve bizim gibi düşenen bazı kesimler emekçilerin sonuna kadar yanında olsak da, kendini ilgilendirmediğini zanneden ya da partizanca istihdamlardan dolayı hakkı yenmiş gibi hisseden bazı kesimler mücadeleye destek vermedi. Ancak tüm bunlara rağmen aylarca devam eden mücadele halkın büyük bir kesiminden destek gördü. Yeterli miydi diye sorarsanız, şu anki duruma bakınca görüyoruz ki yeterli değilmiş.

Erken seçim kesinleştiği zaman Baraka Kültür Merkezi olarak siz sol, demokrat ve emekçi kesimlerine ortak aday çıkarma çağrısında bulundunuz. Çağrınızın nedenlerini açabilir misiniz? Gerçekten belediye emekçilerinin mücadelesi toplumsal bir mücadeleye dönüşme noktasında mıydı? Genel olarak halkın beklentisi de ortak aday belirlenmesi yönünde miydi?

Dediğiniz gibi Baraka olarak bir çağrı yaptık ve tüm solun birlik olması, ortak bir aday çıkarması için yoğun bir çaba gösterdik. Çünkü bu hem sağ partilere, hem “birlik mücadele dayanışma” deyip seçime gelince sadece kendi partisinin çıkarını düşünen sözde sola, hem de tüm bu yaşananlardan sorumlu olan Ankara’ya önemli bir mesaj olacaktı. Halkın beklentisi de ortak aday yönünde idi. Belediye emekçileri, mücadele döneminde toplumun birçok kesiminden destek aldı ve bu destek genelde ortaktı. Birçok konuda farklıliğa sahip olsa da sol bu süreçte ortak hareket etmişti.

Düşünün ki yüzlerce insan bazı umutlar verilerek işe alındı. Şehre hiçbir hizmet verilmedi ve insanlar maaşlarını alamadı, hastaneye gidemedi ilaç alamadı. Sağa ve özellikle de UBP’ye karşı verilebilecek olan güçlü, sert bir cevaptı halkın arzusu. Ve bu yönde bizler üzerimizde sorumluluk hissediyorduk. Bir süre bazı sol parti ve sendikalarla ortak aday için görüşmeler, toplantılar yapıldı. Şayet ortak bir aday belirlenebilseydi bu bir çekim merkezi olacaktı ve haktan, emekten yana olan tüm kesimleri etkisi altına alacaktı.

Ancak çeşitli sebeplerle solda bir birlik oluşamadı. Görüldü ki ortak aday belirlenemedikten sonra halkın büyük bir kesiminde hayal kırıklığı yaşandı. İnsanlarlan alınan tepkiler hep hayalkırıklığı yönündedir.

Peki solun ortak aday belirleyememesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yaşanan tartışmaların sonunda sol, ortak aday belirleyemedi ve hatta sonuçta sağ iki aday belirlerken sol dört aday belirledi. Düşünüyorum ki eğer sağa sorulsaydı, bu seçimde nasıl bir sol istersiniz karşınızda diye, heralde bu kadarını beklemezdi. Halkın bu hayal kırıklığını tabi ki biz de yaşadık. Ortak aday konusunda çok çaba harcadığımızı düşünüyorum ve haftalar süren tartışmaşaların ardın dört farklı aday çıkması bir hayal kırıklığıdır. Bu da gösteriyor ki birçok sorunu olan ve çözülmesi gerçekten büyük uğraş gerektiren belediyede esas amaç belediyeyi kurtarmak değildir.

Sağın amacı saltanatını sürdürüp çalışanları süründürmek olduğu gibi solun da amacı kendini oy anlamında sınamak, genel seçimlere yatırım yapmaktır. Partilerin açıklamalarından da görüyoruz ki sorunların çözümü ile ilgili, emekçilerin geleceği ile ilgili pek bir öneri yok. Esas amaç bir çeşit kamuoyu yoklamasıdır ve kendilerini sınamak, gelecek yıllar ve seçimler için ön hazırlıktır. Bizler bu süreçte solu daha fazla bölmemek için başkan adayı çıkarmadık ve amacımız ne kadar sol oldukları tartışma konusu olsa da solun dört adayını desteklemek ve sağa darbe vurmaktır.

Baraka Kültür Merkezi olarak ortak aday oluşturulamamasının ardından belediye meclis üyesiyle seçime giriyorsunuz. Siz Baraka’nın belediye meclis üyesi adayısınız, biraz kendinizden bahseder misiniz ve ayrıca Baraka’nın Belediye başkanı adaylığından ziyade bağımsız meclis üyesi adaylığı açıklamasının nedenlerini de öğrenebilir miyiz?

Ortaklığı için uğraş verdiğimiz ve ortaklaşmadığı için eleştirdiğimiz solu daha fazla bölmemek için başkan adayı çıkarmayı doğru bulmadık. Sola destek belirttik. Ama amaçlarımızdan biri de sola tepkimizi göstermektir. Sadece bir tane bağımsız meclis üyesi çıkararak Baraka’nın devrimci görüşlerinin bu seçimde yankısını bulmasını istedik. Hem belediyedeki sorunlara bakışımızı, hem yerel yönetim anlayışımızı hem de buralarda yaşanan tüm bu krizlerin esas sorumlusu olan Ankara’ya karşı tepkimizi bir adayla sembolleştirmek istedik. “Anakara değil Lefkoşa” diyen fakat sola baktığında, kendisine karşılık bulamayan pek çok insan var ve onlara bir adres göstermek gerektiğini düşündük.

Burda bizim için isim önemli olmasa da biraz kendimden bahsedeyim. Ben 32 yaşındayım. Lefkoşa’nın yakınındaki bir köyde doğup büyüdüm. Üniversite eğitimimi İstanbul’da Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniverstesin’de Şehir ve Bölge Planlama üzerine yaptım. Üniverste eğitimimden sonra yüksek lisansımı Londra’da Greenwich Üniverstesi’nde eğitimimin bir devamı olarak Coğrafi Bilgi Sistemleri üzerine yaptım. Üniversite sınavına hazırlanırken bu bölümle ilgili çok fazla şey bilmiyordum ve ülkemizde plancı eksikliği olduğu söylenerek burslu olarak bu eğitimi aldım. Devlet ihtiyaçtan dolayı bu bölüme özel kontenjan açmıştı ve hala aynı sebeple kontenjan açıyor. Üniversite eğitimlerinden sonra ülkeme döndüğümde anladım ve gördüm ki mesleğimi yapmam çok zor. Bunun sebepleri şu anki iktidar partilerine olan uzaklığımdı.

Bundan dolayı önümde iki seçenek vardı; ya ülkemi terkedecektim ya da başka işlerle uğraşacaktım. Ben de ikinciyi seçtim ve arkadaşlarla beraber bir kitabevi açtık ve yaklaşık üç yıldır kitaplarla uğraşıyorum. Dünyanın birçok yerinde şehir plancıları belediyelerde çalışmasına rağmen bizim belediyede çalışan tek bir şehir plancısı yoktur. Dediğim gibi kimin aday olacağı bizim için çok fazla önemli olmasa da eğitim geçmişim ve şu anki işim dolayısı ile arkadaşlar beni uygun gördü. Bizler Baraka olarak on yıldan fazla bir süredir Kıbrıs’ta devrimci muhalefetin sesi olmaya çalışıyoruz. Siyaset, kültür, sanat birçok alanda üretimler yapıyoruz. Buradaki amacımız da sözde soldan usanmış, devrimci muhalif kişlerin desteğini almak, Ankara’ya mücadelemizin sesini yükselttiğimizi göstermek. Çünkü özelde Lefkoşa’nın genelde ülkemizin içinde bulunduğu durum, onurumuzu ayaklar altına alan Ankara merkezli siyasetin bir sonucudur.

İrademizi ve kültürümüzü yok sayan Ankara’ya karşı Lefkoşa demenin vakti gelmiş ve hatta geçmektedir. Ayrıca dediğim gibi sola bu seçimde belediye başkanlığında destek versek de rahat uyku uyumamalarını sağlamalıyız. Bizler toplumun ezilen kesimlerinden destek alsak da Türkiye’deki ve buradaki egemenlerden çıkan “bunlar 3-5 kişidir zaten” sesini kısmak ve verdiğimiz mücadelenin büyüyerek geldiğini göstermektir bir diğer amacımız da.

LTB’nin şu anki en büyük sorunları sizce nelerdir ve sorunlara nasıl bir çözüm anlayışıyla yaklaşılmalıdır?

Belediye her yönüyle dökülmektedir. Belediye hizmetleri neredeyse sıfıra yakındır. Ama insani anlamda şu anki en büyük sorun, çalışanların maaşlarını ve yatırımlarını alamamalarıdır. Belediye çalışanları sigortaları ödenmediğinden devlet hastanelerinde tedavi olamamakta, ilaç alamamaktadır. Bu sorunlar varken şehrin diğer problemlerini konuşmaya gerek olmasa da biraz bahsedebiliriz. Şehir kontrolsüz bir şekilde büyümektedir, mafya şehirde kol gezmektedir, belediye arazileri peşkeş çekilmektedir, araç yolları, yaya yollları, bisiklet yolları ya kullanılmayacak kadar kötü durumda ya da hiç yoktur, çeşme suyu çiçeklere bile verilemez durumdadır, kanalizasyon sistemi düzensiz ve kötü durumdadır, en küçük yağmurda su baskınları yaşanmaktadır, çocuk parkları kullanılmaz durumda ve suç alanları durumundadır, yeşil alanlar mafyaya peşkeş çekilmektedir, müzeler yok edilmekte, tarihi kent dokusu yıkılmaktadır. Tabii ki bu sorunların hepsini son yönetim yaratmamıştır ancak sorunların büyümesine sebep olmuştur. Öncelikle çalışanların hakları ve çalışma huzurları geri sağlanıp, halkın katılımı ile beraber bu problemlerin çözülmesine başlanmalıdır.

Sizce belediye nasıl bir politik çizgiyle yönetilmelidir? Bir yerel yönetim programınız/tasarınız var mıdır? Bu programın özneleri kimlerdir?

Bizim “halktan yana”dan da öte halkla birlikte diyebilceğimiz devrimci bir politik çizgimiz var. Belediyenin yatay, katılımcı, demokratik bir şekilde bu çizgide yönetilmesi gerektiğine inanıyoruz. Bunu açmak çok uzun olabilir ama kısaca bahsedelim. Bir belediye meclis üyesi seçtirerek şu an belediyeyi baştan aşağı değiştireceğiz demek abesle iştigal olacaktır. Bizim amacımız bir başlangıç yapmak ve belediye konusunda halkla beraber bir baskı unsuru yaratmaktır. Yapılmasını istediklerimiz kısaca; belediyenin tek bir başkan ile değil, mahalle komiteleriyle yönetilmesi, özelleştirme, taşeronlaştırma ve esnek çalışma uygulamalarına karşı çıkılması, belediye emekçilerinin sosyal hak ve menfaaatlerinin eksiksiz ödenmesi, belediye emekçilerinin alınacak kararlara dahil edilmesi, yolsuzluklarla belediyeyi batıranların cezalandırılması, yeni borçlanmalara gidilmemesi ve usulsüz alınan eski borçların ödenmemesi, belediyenin halka açık şeffaf bir bütçeyle yönetilmesi, Çağlayan Çocuk Bahçesi’nin ve Ankara’ya yaranmak için isimleri değiştirilen tüm tarihi mekanlarımızın isimlerinin iade edilmesi, belediyenin mafyaya teslim edilmemesi, otopark mafyasına dur denmesi, belediyenin sağlık ve eğitim politikası olması, Belediye Meclisi’nde olup biten her şeyden halkın haberdar olmasıdır. Engelsiz bir kent, kadın sığınma evi, cemevi, toplu taşımacılık, hayvan barınağı, müzeler, kültürel alanlar, sergi salonları, meydanlar, cafeler , kütüphaneler, çocuk oyun alanları, yürüyüş parkurları, bisiklet yolları, yeşil alanlar istiyoruz. Seçimden bağımsız olarak zaten bunlar için gücümüz yettiğince mücadele ediyorduk ve halkla birlikte bu mücadeleyi yükseltmek arzusundayız.

Türkiye’dekilere bir şeyler söylemek ister misiniz?

Ülkemiz içerisinde büyük bir huzursuzluk var. Sizin ülkenizde de emekçilerin cebinde, gençlerin geleceğinde, kadınların özgürlüğünde gözü olan Tayyip Erdoğan’ın bir gözü de Kıbrıs üzerindedir. Buradan nasıl daha fazla yararlanır ve bizleri sömürürür bakışıyla bakmaktadır adaya. Ülkemizi kumarhane ve kerhane “cennetine” çevirdikleri, binlerce askerle topraklarımızı işgal atında tuttukları yetmiyormuş gibi şimdi de tüm kurumları özelleştirip insanların gelirlerini ve sosyal haklarını kısmak, köleliği artırmak istiyorlar. AKP zihniyeti bizi, ayrı bir halk olduğumuzu yok saymakta, hakaretler yağdırarak onurumuzu ayaklar altına almaktadır. Bizler buna boyun eğmeyeceğiz ve mücadelemizi sonuna kadar sürdüreceğiz. Türkiye’deki yoldaşlarımızın mücadelesini selamlarız, sizleri de yanımızda hissediyoruz.

Gözde Gadye, Gökhan Zengin

9 Mart 2013 tarihinde Sendika.Org’da yayınlandı