“AKP iktidarı sıkışmış durumda”*

Halkevleri Genel Başkanı Oya Ersoy AKP’nin Türkiye halklarına yaşattığı yıkımı, Ortadoğu’daki emperyal oyunları ve Arap ayaklanmalarını anlattı…

“AKP iktidarı sıkışmış durumda”*

 

 Oya ERSOY: Türkiye Kıbrıs üzerinde yıllardır emperyalizmin taşeronluğunu yapıyor. Emperyalistler, Kıbrıs halkının halk olmaktan kaynaklı haklarının kesinlikle kabul edilmediği, önemsenmediği ve operasyonel bir Ada olarak bakıyorlar buraya.

 

 

Halkevleri Türkiye’de ‘hak mücadeleleri’ anlayışını geliştirerek, AKP iktidarına karşı mücadelede en önde gelen muhalif yapılarından biri. Diğer sol-devrimci siyasi partilerden farklı olarak kendilerini bir hareket örgütü olarak tanımlıyorlar.

 

Halkevleri Genel Başkanı Oya Ersoy, AKP’nin on yıllık icraatlarının her yönüyle bir yıkım olduğunu söyleyerek, bu dönem boyunca gericiliğin, güvencesiz çalışmanın, özelleştirmeleri, piyasacı politikaların ve emek hareketine yönelik saldırıların azgınlaştığını belirtti.

 

Ortadoğu’da  AKP’nin kendisine biçilen rolü yerine getirdiğinin ifade eden Ersoy “AKP’nin emperyalizmin aktif taşeronu olma niyeti ile davrandığını düşünüyoruz. O yüzden Özgür Suriye Ordusu’nu bizzat Türkiye’de konumlandırdı. Suriye içerisinde mezhepçilik üreterek oradaki iç çatışmayı örgütlemeye soyundu. Bunu yaparken de tabii ki emperyalizmden bağımsız değildi” şeklinde konuştu.

 

Türkiye’nin Kıbrıs’ta yıllardır emperyalizmin taşeronluğunu yapmakta olduğunu vurgulayan Halkevleri Genel Başkanı “Ada halkını bir halk olarak kabul etmeden, orayı bir emperyalist müdahalenin aracı olarak işlevlendiriyorlar. Türkiye Cumhuriyeti’nin aktif taşeron rolü çok uzun yıllardır söz konusu burada” dedi.

 

Ekonomik paketle ilgili olarak da fikirlerini aktaran Ersoy şöyle konuştu: “Doğal olarak da Kıbrıs’ta şu an gelen ekonomik paket de gösteriyor ki dünya çapında yaşanan ekonomik krizin, piyasalaşmanın önünü açabilmek için, sermayenin çıkarlarını koruyabilmek için emeği örgütsüzleştirmek, sendikasızlaştırmak söz konusu olacaktır.”

 

Röportaj: Hasan YIKICI

 

AKP politikalarının 10 yıllık süreç içerisinde emekçi kesimler üzerindeki tahribatını nasıl yorumluyorsunuz?

 

Şöyle bir özetlersek, AKP’nin on yıl boyunca yaptığı tüm icraatlarını, özellikle sermayenin ve sermayenin en üst tabakasının ihtiyaçlarıyla, kendi gerici çıkarlarını iç içe geçirerek uyguladı. Ve bunda da ciddi olarak başarılı olduğu.

AKP, sonuçta neoliberal islamcı gerici bir parti. Neoliberal politikaların uygulanması halkta ciddi bir yoksulluk yaratmış durumda. Bunlar ücretler, güvencesizlik, iş alanlarında, özellikle de çalışma yaşamında önümüzdeki dönemde artarak da devam edecek.

Bunun dışında gericilik konusunda son yıllarda ciddi adımlar atıldı. Özellikle eğitimde 4+4+4 yasasıyla beraber, semayenin ihtiyacı olan eğitim alanının piyasalaştırılması ve gericiliğin toplum içerisinde yaygınlaştırılması at başı gidiyor.

Cinsiyetçi politikaların, gericiliğin bir parçası olarak yaygınlaştırıldığı bir dönemdeyiz de ayrıca. Bir rakam vermek gerekirse AKP iktidarı boyunca, kadına yönelik şiddet yüzde 1400 oranında arttı, bu çok ciddi bir rakam. 6 yılda 4190 kadın öldürüldü ve 3074 kadın da tecavüze uğradı.

Gericiliğin yükselmesiyle kadına yönelik şiddetin de arttığını gözlemliyoruz.

AKP iktidara gelirken ekonomik krizin yarattığı yıkıma karşı bir ‘umut’ olarak geldi, Türkiye’nin belli başlı sorunlarıyla ilgili açılım politikalarıyla geldi. Bunlar Kürt açılımı, Alevi açılımı, Roman açılımıydı  ve şu an gelinen noktada daha da gerilere gidildi bu sorunlarda.

AKP hem dış politikada Suriye ve Ortadoğu işlerinde, hem de Kürt konusunda sıkıştı.  Tüm buralara ise liberal dalgayı ve sol içindeki liberal unsurları arkasına alarak geldi.  Toplumdaki hoşnutsuzluğu yalan ve manipilasyonla bastırmayı beceren bir iktidar oldu.

Mesela ‘12 Eylül Anayasa’sını değiştiriyorum, 12 Eylül’le hesaplaşıyorum’ diyerek sermayenin ihtiyaçlarına göre yeni bir anayasa düzenlemesi yaptı. Bu yasa ile 12 Eylül’ün bütün kurumlarını ele geçirdi ve kendi iktidarını tesis etti. Cumhurbaşkanlığından YÖK’e kadar her şey sayılabilir…  

12 Eylül’ün Anayasası da, darbesi de, o dönem sermayenin ihtiyacı, 24 Ocak kararlarının uygulanması amacı ile yapılmıştı.

Mesela ‘yargı denetimini kalıdırıyorum, yargı her şeyin işine karışmasın’ dediği şey aslında uyguladığı taşeron politikasının yargı denetiminden çıkarılmasıdır. Ne yapıyor mesela; HES inşaatları yapıyor, bütün kıyıları talana açıyor, özelleştirmeler yapıyor ve bunların yargı engeline takılmasını engelliyor. Bu döneme uygun sermayenin ihtiyaçlarını ve kendi gerici iktidarını kurumsallaştırıyor.

Bu yalan ve manipilisayonun sonuna gelinmiş durumda. AKP iktidarı hem içerde hem dışarda sıkışmış durumdadır.

Dün dostu olan Esad ile bugün başka bir şey yaşanıyor. Suriye’de iç savaşın örgütlenmesi konusunda aktif taşeron rolünü üstleniyor. Orada örgütlemeye çalıştığı işi eline yüzüne bulaştırdı. Öbür taraftan Kürt sorununda açılım diye yola çıktı fakat şu an rakamları bile vermek mümkün değil, 8000 den fazla Kürt siyasetçi cezavinde. Mecliste dokunulmazlıkların kaldırılması diye tartıştırılan şey Kürt siyasetenin önüne geçmek, yasal alanda siyasi temsiliyetin önüne geçmektir. Sadece dokunulmazlıklarla ilgili değil, şu an 8 tane milletvekili cezavinde, Kürt hareketinin bölgede tüm belediye başkanları, meclis üyeleri vs bunların hepsini tutuklamış durumda ve cezaevindeler. Biz Van depreminden sonra Van’da ‘Van Çocuk Evi’ açtık, depremin özellikle çocuklar üzerindeki etkisini gidermek amacıyla kurumsal bir şey yapmaya çalıştık. Orada Halkevi yoktu. Yaptığımız yardımları ve açtığımız çocuk evini bir süre sonra belediyeye devretmek istedik. Fakat belediyede devredecek insan bulamadık. Hepsini tutukladılar; Belediye başkanı, başkan yardımcısı herkes tutuklandı. Böyle bir süreç işte.

 

Gerekçe olarak ne gösteriliyor?

 

Gerekçesi yok, yapılan şey KCK adı altında yapılan operasyonlarla cezaevlerine tıkma, tam bir siyasi rehin alma politikası. Bu çözümsüzlük politikası ile Türkiye, özellikle Ortadoğu’da Suriye hattı boyunca yeni bir düşman edinmiş oldu. Bu da Kürt sorununda çözümsüzlüğü daha da artıran, kendilerini sıkıştıran bir gelişme oldu. Öbür taraftan AKP, Kürt sorunu ve Suriye savaşında sıkıştı; şimdi elinde bir tek ekonomi kaldı. Ekonomi politikaları çok önemli hale geldi. Çünkü bu ortamda neoliberal politikaların uygulanışındaki esneklik ortadan kalkacak artık. Ekonomiyi sağlama almak için yaptığı şeylerden biri emeğe yönelik saldırılan artması ve emeğin örgütsüzleştirilmesi olacak.

Şu an mecliste geçen sendikalar yasası, bunun arkasından gelecek olan taşeronlukla ilgili yasalar ve emekçileri güvencesiz çalışmaya iten tüm yasalar; emekçilerin sendikal faaliyetinin önüne geçecek bir yasal düzenleme amacı güdüyor.

 

Bütün bu politikaları uygulayabimesi için AKP’nin elinde tek bir şey kaldı. Milliyetçilik ve gericilik. Milliyetçi, gerici, cinsiyetçi bir iktidarı tesis ederek, emek hareketine dönük bir manipilasyon ve emeği bölme harekatı yapmış olacak.

Bunun yanında da  Türkiye’de sağı kendi arkasında konselide eden bir atak yapıyor AKP. Muhalefeti de böyle bölerim diye düşünüyor.

Tabii doğal olarak Türkiye sosyalistlerine de düşen görev şu an antiemperyalist mücadeleyi yükseltmek, gericiliğe karşı mücadeleyi yükseltmek ve neoliberal talan politikalarına karşı da halkın hakları mücadelesini yükseltmektir.

 

Halkevleri’nin uzun bir süredir halkın hakları konusunda belli başlı alanlarda yürüttüğü bir mücadele var. Geçmişte gerek kampanyalar gerek eylemler vasıtasıyla örgütlemiş ve bazı yerlerde de başarıya ulaşmıştı, önemli bir yankı uyandırmıştı. Nedir bu halkın haklar konsepti ve hak mücadeleleri?

 

Halkevleri uzun bir süredir mücadelesinin eksenine hak mücadelelerini koydu. Bunu şöyle söyleyebilirim: Hak mücadeleleri halkın sorunlarıyla, gündelik hayatta, neoliberal dalgalarla yaşanan sorunlarda halkla birlikte mücadeleyi önüne koyan bir çizgidir. Başta parasız eğitim ve sağlık hakkı olmak üzere bütün bu neo-liberal saldırı dalgasının etkili olduğu alanlarda mücadele örnektir. Güvencesiz çalışmaya karşı mücadeleleri, çevre mücadelelerini, barınma hakkı, ulaşım hakkı mücadelelerini bu kapsamda sayabilirsiniz. Neoliberalizm, bir taraftan halkı işsizleştirip yoksullaştırıyor öbür taraftan ise en temel kamusal hizmetleri özelleştiriyor, piyasalaştırıyor. Buna karşı yürüttüğümüz bir mücadeledir hak mücadeleleri.

Şu ana kadar bu mücadele ulaşım, barınma ve HES’lere karşı mücadele süreçlerinde  genel olarak hem sol açısından hem halk açısından daha anlaşılır hale gelmeye başladı.

 

Hak mücadeleleri kavramı solun lügatinde gerek kavramsal olarak ve gerek bir mücadele zemini anlamında daha önce var mıydı?

Yoktu. Halkevleri vasıtası ile bu bizim lügatimize giriyor.

Eğitim alanında 1996’yılında ilk piyasalaştırma dalgası geldiğinde, o dönem parasız eğitim mücadelesiyle bir süreç başlamıştı. Arkasından biz diğer alanlarla birlikte 14 tane başlık çıkartarak hak mücadelelerini tanımladık. Dört yıl önce de ‘Halkın Hakları Formu’nu gerçekleştirerek ortak bir tartışma zemini ve genel bir çerçeve çıkartmış olduk.

 

 Doğrudan bir soru sorayım; neden klasik anlamda sınıf mücadelesi terimini, kavramını değil de hak mücadeleleri terminolojisine ihtiyaç duydunuz? Gerek mücadele anlayışı olarak gerekse de terminolojik anlamda…

Bu neoliberal dönemde sınıf mücadelesinin aldığı halin hak mücadeleleri ile iç içe geçmişliğini mi gösteriyor?

 

Sorunun içinde cevabı verdiniz aslında. Bu kavram kapitalizmin neoliberal döneminde geliştirilen bir kavramdır, bu bir sınıf mücadelesidir. Sınıf mücadelesinin eksenini biz hak mücadeleleri olarak tanımlıyoruz şu an.

 

Klasik terminolojiden kopamayan sol, sınıf mücadelesini neoliberal dönemde aldığı biçim hal vaziyetin ayrımını yapamayan odaklar var. Siz o ayrımı nasıl yaptınız?

Şu an Türkiye solunda da bu tür tartışmalar yapılmıyor maalesef. Sol biraz kendini 80 öncesi ayrışmalara dayanarak ya da halkın bugünkü çıkarları üzerinde gündelik politika ile değil daha uzak ve soyut tartışmalarla zaman geçiriyor. Hak mücadeleleri konusunda bir dönem en fazla tartışılan şey ‘düzen içi mücadele mi değil mi?’ oldu.

 

Neoliberal sistemde hak mücadeleleri düzen içi mücadele değildir. Çünkü neoliberal sistemin gaspettiği hakların bu sistem içerisinde ele geçirilmesi, yeniden kazanılması mümkün değil. Hak mücadeleleri aynı zamanda devrim sorunudur. Bu kadar sermayenin talanına açılan eğitim alanında parasız eğitimin talebi aynı zamanda sistemin hazmedemeyeceği, sistem içinde çözülemeyecek bir taleptir.

 

Mesela kentsel dönüşüm. Şu an İstanbul’da da başladı. Ankara’da kentsel dönüşüm belediyeler yasası ile talana açılan, şehirlerin, kentlerin sermayeleştirilmesi anlamına geliyor. Düzen içerisinde kalarak çözülecek bir sorun değildir bu sorun. Biz hak mücadelelerini sadece kendimizin, Halkevleri’nin çizgisi olarak söylüyoruz ama bütün sola önerdiğimiz bir çizgidir bu. Çünkü ünlü bir laf vardır ‘devrimcilerin halkın çıkarlarından başka çıkarı yoktur.’

Buradan yeni bir hareketin, ancak halkın gündelik sorunlarına, halkla birlikte müdahale ve mücadele ile yeniden tanımlanabileceği ve aşılabileceğini düşünüyoruz. Bu nedenle hak mücadelesi çizgisini Halkevleri eksenine koymuştur.

 

AKP’nin alternatifi yaratıldı mı ya da yarartılması için sosyalist sol ne gibi misyonlara sahip çıkması lazımdır? Yeniden oluşum nasıl olabilir?

 

Alternatif yaratmak, sol birlik, parti tartışması olarak da soruyorsun sanırım.

 

Bizim burada da aynı şeylerle yüzleşiyoruz. Mesela siyasi alternatif yok. İnsanlar dönüp dolaşıp aynı düzen partileri arasında seçip yine aynı kaderi yaşamak zorunda kalıyor.

 

Türkiye’de siyasal mücadelenin temel probleminin sol grupları biraraya getirerek bir parti kurma vs. ile olacağını düşünmüyoruz. Temel problemin de bu olmadığını düşünüyoruz. Bunlar biraraya geldiğinde siyasi iktidara bir alternatif olmayacak. Halkın gündelik ihtiyaçlarına, sorunlarına çözüm üretmek için mücadele ederken ortaya çıkacak bir mücadele çizgisinin ancak AKP’nin iktidarını gerileteceğini ve siyasi alternatif yaratacağını düşünüyoruz. Bu durumda bir siyasi hareket kurulması gerektiğini düşünüyoruz. Parti değil, bir hareketin kurulması. Bunun alternatif olacağını düşünüyoruz.

 

Soyut birtakım tartışmalarla ve halkın gündelik sorunlarına dokunmayan bir masa başı birliklerinin siyasal iktidara alternatif olmaycak. İşsizleştirme, işçileştirme, güvencesizleştirme, ekonomik olarak yoksullaştırma, yaşam koşullarının gereği olan her şeye saldırıya ve piyasalaştırmaya, her şeyden kar elde etmeye dönük bir sistem var karşımızda. Biz de bunun içindeyiz. Aldığınız ücret sürekli düşüyor. Daha önce para vermediğiniz bir sürü hizmete para veriyoruz; insan olmaktan kaynaklık hakettiğimiz her şey piyasalaştırılıyor, bütün hizmeter piyasalaştırılıyor, eğitiminden sağlığına kadar her şeye para vererek ulaşmak zorunda kalıyorsunuz. Ulaşım da dahil olmak üzere her şey bir kar ve rant üzerinden dönüyor. Öbür taraftan da yaşam alanlarımız ortadan kaldırılıyor, suyu özelleştiriyorlar, piyasalaştırıyorlar, dereler, doğayı piyasanın tim hizmetine açıyorlar, talan ediyorlar; dünyayı yok eden bir proje bu. Buna karşı mücadelenin, hak mücadelesi çizgisi ile olabileceğini düşünüyoruz.

 

 

Ortadoğu’daki süreci nasıl yorumluyorsunuz? AKP’nin dış politikasının duvara tosladığını görüyoruz. Bunun dışında size göre nasıl bir misyonu var AKP’nin bölgede?

 

AKP’nin emperyalizmin aktif taşeronu olma niyeti ile davrandığını düşünüyoruz. O yüzden Özgür Suriye Ordusu’nu bizzat Türkiye’de konumlandırdı. Suriye içerisinde mezhepçilik üreterek oradaki iç çatışmayı örgütlemeye soyundu. Bunu yaparken de tabii ki emperyalizmden bağımsız değildi. Ama bizzat ABD’nin dedikleri dışında da kedi inisiyatifiyle hareketlerde bulundu. Emperyalizmin kendisine yüklediği misyon içerisinde, açıklardan faydalanarak ataklar yaptı.

 

 

Fakat süreç AKP’nin elinde patladı. ‘Kültürel yakınlığımız var o bölgeyle’ diyerek mezhepçilik üzerinden iç savaşı körüklemeyi hedeflerken bunda başarılı olamadı. Şu an bu başarısızlığını, gerilim politikalarını sürdürerek yürütmeye çalışıyor. Onu da iki şeyle yapıyor;

1-   Kendi sağ tabanını tutabilmek için mezhepçilik siyaseti güdüyor, o yüzden Alevilere dönük ülke içinde bir baskı sistemi kuruyor,

2-   Kürt sorununu göstererek bir Kürt düşmanlığı yaratmak. Suriye’de oluşan yeni Kürt oluşumuyla beraber bu söylemler daha da arttı. 

Yapılan kamuoyu yoklamalarında halkın %70 -80’nin bu savaşa karşı olduğu ortaya çıkmış durumda.  Türkiye’deki Aleviler ve Kürtler de bu savaşın kendilerine dönük olduğunu düşünüyorlar, o yüzden savaşa karşılar. Suriye politikaları AKP’nin elinde patlamıştır, ancak bunun gerilim politikasını tırmandırmasına karşı, halkı, gericilik ve şovenizme karşı mücadeleyi örgütlemek solun görevidir.

 

Arap baharı ile ilgili bu halk ayaklanmalarına yaklaşımınız nasıldır? Sol içinden bir kısım devrim diye selamlıyor, bir kısım da tamamen dıştan bir müdahelnin sonucu olarak emperyalizmin oyunu olduğu yorumunu getiriyor. Hatta Esad gibi gericileşmiş rejimlere anti emperyalist misyonlar da yükleme noktasına varanlar var.

 

Ortadoğu’da yaşanan ne tek başına bir emperyalist müdahale, ne emperyalistlerin arasındaki mücadelenin bir sonucu, ne de sadece ezilen sınıfıların egemen sınıflarla mücadelesidir. Biz böyle bakmıyoruz. Bunların üçünün de birbirinin içine geçtiği bir süreç var. Tüm güçler birbiriyle savaşıyor. Bunların sonuçları görülmeye başlandı.

Mısır ve Tunus örneğini ele alırsak, Mısır’da halk ayaklanması oldu. Emperyalist işbirlikçi hükümetlere karşı olan bir ayaklanma idi. Neoliberal politikaları uygulayan hükümet de diyebiliriz. İlk olarak orada Dünya Bankası ile Avrupa Birliği projelerini uygulayan bir mübarek sistemi vardı ve bu sistem devrildi. Bu devrilirken muhalefetin güçsüzlüğünden şimdilik Amerika’nın desteklediği ılımlı islam rejimi ortaya çıktı. Ama son bir aydır Mısır sokaklarında olan ayaklanma islamı rejime karşı olan bir ayaklanmadır.

Suriye’ye baktığımızda, ABD; Afganistan ve Irak’ta yaşadığı emperyalist müdahalenin biçiminden ders çıkardığı sonuna varıyoruz. Ortadoğu’nun hepsinde emperyalist müdahalenin biçimi işgal biçiminde değil; ılımlı İslamcı iktidarların tesisiyle gerçekleşiyor. Suriye’de mezhepçilik üzerinden iç çatışma yaratarak oluyor mesela.

 

 

Mısır’daki harektle ilgili öngörünüz var mı? Halk hareketi daha ileri bir noktaya taşındı.

 

Arap baharı denilen tüm ülkere bakıldığı zaman, manipülasyonlar, emperyalizmin desteklediği iktidarlar ortaya çıkıyor ama bunlar da kalıcı hale gelemiyor. Direnişi bitiremiyor. Bütün ülkelerde aynı şey oldu, müdahale oldu ama direniş bitmedi. Henüz güvenilir iktidar odakları yaratılamıyor. Sorduğun soru, muhalefetin niteliğine bağlı ve orda henüz güçsüz bir muhalefet var. İdeolojik, politik, siyasal alternatif olmak için daha erken.

 

 

 

 

Türkiye’de yaşanan yıkım, ekonomik, siyasi ve kültürel anlamda bizde de yaşanıyor. Kıbrıslı Türklerin iradesiz kılınma durumu var. Halkevleri olarak Kıbrıslı Türklerin mücadelesine yaklaşımınız nedir?

 

Kıbrıs Akdeniz’in ortadoğuya en yakın adası ve emperyalistler tarafından stratejik bir üst olarak kullanılıyor. İngiliz üsleri başta olmak üzere. Ada’ya hiçbir zaman Kıbrıs halklarının sorunlarından taraf  yaklaşılmadı. Ada halkını bir halk olarak kabul etmeden, orayı bir emperyalist müdahalenin aracı olarak işlevlendiriyorlar.

Türkiye Cumhuriyeti’nin aktif taşeron rolü çok uzun yıllardır söz konusu burada. Türkiye emperyalizmin taşeronluğunu yapıyor uzun yıllardır Kıbrıs üzerinde.

Emperyalistler, Kıbrıs halkının halk olmaktan kaynaklı haklarının kesinlikle kabul edilmediği, önemsenmediği ve operasyonel bir Ada olarak bakıyorlar buraya.

Öbür taraftan bu emperyalist müdahalenin biçimi son dönemlerde Türkiye’de olduğu gibi neoliberal politikaları uygulamak, bunun uygulanması için de bunun ikiz kardeşi gericiliğin kışkıtılması, örgütlenmesi, toplumsallaştırılması olarak gelişiyor. Doğal olarak da Kıbrıs’ta şu an gelen ekonomik paket de gösteriyor ki dünya çapında yaşanan ekonomik krizin, piyasalaşmanın önünü açabilmek için, sermayenin çıkarlarını koruyabilmek için emeği örgütsüzleştirmek, sendikasızlaştırmak söz konusu olacaktır.

Öbür taraftan hep egemenler cephesinden konuştuk, bir de mücadele edenler cephesinden baktığımız zaman Kıbrıslı Türklere teşekkür etmek bir borçtur benim için.

Arap ayaklanmalarının olduğu dönemde, Mısır ve Tunus’taki ayaklanmaların olduğu dönemde Kıbrıs muhalefeti de bir eylem yaptı, Erdoğan’ı ağırladılar. Başbakan’ın ‘ben özgürlükçüyüm’ diyerek,  Ortadoğu’da özgürlükçü lider maskesi takınmaya çalışıyordu o dönem. Ve burada 19 Temmuz’da onun karşılanması bu maskeyi düşüren önemli bir olay oldu.

 

 

*Bu röportaj ilk olarak 23 Aralık tarihinde Afrika gazetesinin Pazar ekinde yayınlandı.