Kıbrıs: Durursak Düşeriz

Kıbrıs: Durursak Düşeriz

Münür Rahvancıoğlu

Baraka Aktivisti

 

Kıbrıslı Türklerin, AKP tarafından dayatılan neo-liberal paketlere, dini gericiliğin ve siyasal islamın gittikçe yükseltilmesine ve asimilasyona karşı toplumsal varoluş mücadelesinde üç büyük eylem geride kaldı. 28 Ocak, 2 Mart ve 7 Nisan eylemleri; pankartları, talepleri, mücadele yöntemleri, AKP yetkililerinin aşağılamaları ve kktc’deki hükümetin onursuz tutumu ile çok konuşuldu. Gelinen yerde eylemler sürecinin bir bilançosunu çıkarmak ve önümüzdeki süreci bu bilanço ışığında kurgulamak şart olmuştur. Aslında AKP’nin ve işbirlikçi UBP hükümetinin pozisyonu belli… “Dünya yansa umurumuzda değil” tavrı ile kitlesel halk direnişini görmezden gelmeye, ilk buldukları fırsatta ise baskı ile, tehtid ile, zor yolu ile yok etmeye kararlılar. Egemenlerin karşısında bulunan direniş hareketi ise başından beridir zaten parçalı yapıya sahip. 7 Nisan tarihi ile birlikte açığa çıktığı gibi bu yapı tamamen parçalanmaya doğru ilerliyor. Bu gidişatı durdurabilecek tek unsur ise muhalefet bloğu içerisinde bulunan sosyalist/bağımsızlıkçı unsurların kararlılığıdır.

Kıbrıslı Türklerin toplumsal varoluş mücadelesi üç ana kolu birleştiriyor. Sadece kktc’deki mevcut işbirlikçi hükümeti değiştirmeyi hedefleyen ve AKP ile uyum içinde çalışan CTP ve CTP kontrolündeki sendikalar; hem UBP ile hem de AKP ile sorunları olan ama Türkiye’deki ulusalcılar ile işbirliği içinde olan DP ve DP’ye yakın sendikalar; son olarak da Kıbrıs’ın birleşmesinden, barıştan ve bağımsızlıktan yana olup hem UBP, hem AKP hem de ulusalcılar ile sorunları olan, hem Türkiye’deki hem de Kıbrıs’ın güneyindeki devrimci hareket ile gönül birlikteliğine sahip partiler, sendikalar, demokratik kitle örgütleri. Bu üç ana akım 2 Mart’ta mitinge katılan kırk bin kişi ile görüldüğü gibi hem muazzam bir kitleyi temsil ediyor hem de kendi içinde ciddi sorunları da barındırıyor.

28 Ocak mitingi kırk bin kişilik katılımı yanında KTÖS, Yasemin Hareketi ve Baraka’nın bağımsızlıkçı çizgiyi görünür kılan pankartları ile de hem Kıbrıs’ta hem de Türkiye’de yoğun olarak konuşuldu. Ancak bağımsızlıkçı çizgi bu üç örgütten ibaret bir oluşum değil. Özellikle parlamento dışı sol partilerin, 28 Ocak öncesi verilen gözdağlarına, sendikal platformu yekpare bir bütün olarak değerlendirmesine ve “uyumlu çalışma” söylemlerine taviz vererek genel geçer bir tavır takınmaları bağımsızlıkçı çizgi içindeki siyasal önderlik boşuluğunu net bir şekilde ortaya koymuştur. Siyasal önderlik, medyada yer bulma oranı ile değil, kitlelerin duygularını siyasete tercüme edebilecek tahlil ve cesaret ile ölçülür. Ne yazık ki Kıbrıslı Türklerin parlamento dışı siyasal partileri 28 Ocak’ta kaçırdıkları tarihsel fırsatı farketmiş ama konuyu medyada yer bulma sınırları içerisinde değerlendirme hatasına düşerek, sonraki süreci de sol içi kapışma sarmalına sokacak bir negatif agresiflik psikolojisine saplanmışlardır.

Bunlar yaşanırken Kıbrıslı Türkler, Sendikal Platform içindeki bağımsızlıkçı sendikalara sarılmış, bunlar içinde en fazla öne çıkan KTÖS önderliğinde ve Sendikal Platform dışında da meşruluğu ve ideolojik netliği ile en çok sahiplenilen Baraka’yı onaylayarak 2 Mart tarihinde meydanları altmış bin kişi ile doldurmuştur. 2 Mart, toplumsal varoluş konsensüsünün içinde buluşulan AKP karşıtı ulusal kesimin (en azından önderliğinin) süreçten kopuşunu da netleştirmiştir. Çünkü gerek siyasal parti düzeyinde DP gerekse de sendika düzeyinde Kamu-Sen gibi sendikaların süreçleri yönlendirmekte yetersiz kaldıkları ortaya çıkmıştır. Kamu-Sen’in sendikal platform içinde yapmaya giriştiği tüm provokasyonlar boşa çıkarılırken, DP’nin Türkçülük ve milliyetçilik vurgusu barış, bağımsızlık ve Kıbrıslılık çağrılarının içinde kaybolup gitmiştir. Bunun üzerine AKP ile sorunu olmayan ama UBP’nin koltuğuna göz dikmiş CTP ve bağlı sendikaları sivrilmeye başlamıştır. CTP’nin kendine bağlı sendikalar aracılığı ile Sendikal Platform içinde geniş bir manevra kabiliyetine sahip olmasının bir nedeni geçmişten gelen tecrübe ve deneyimi ise diğer nedeni de bağımsızlıkçı cephenin siyasal önderlik krizidir. Buna rağmen halkın içindeki bağımsızlık kararlılığı ve neo-liberal paketin temsil ettiği kabus, kitleleri de eylemleri de örgütleri de sürekli ileriye doğru itmeye devam etmiştir.

2 Mart mitingi sonrası yaşanan en önemli olaylardan biri Kıbrıs Türk Orta Eğitim Öğretmenler Sendikası’nda (KTOEÖS) yaşanan yönetim değişimidir. Tarihi katılım ile Mart ayında gerçekleşen Genel Kurul’da uzlaşmacı eğilimleri ağır basan ılımlı yönetim tamamen silinmiş ve 21-0 gibi muazzam bir rakamla bağımsızlık, radikallik ve kararlılıkta KTÖS’ten hiç de geri kalmayan tamamen yeni bir yönetime görev verilmiştir. Böylece KTÖS ve KTOEÖS gibi öğretmen kitlesinin %98’inin üyesi olduğu iki sendikada egemenlerin söylemi ile “en marjinaller” yönetimi ele geçirmiştir.

28 Ocak ve 2 Mart’ta gerçekleşen 2 büyük mitingten sonra mücadelenin nitelik değiştirmesi gerektiği açıktı. Bu sebeple sendikalar 7 Nisan tarihinde Meclis önünde bir eylem düzenlemeye karar vermişlerdir. Meclis önü eylemleri son 5 yıldır her zaman olaylı geçmektedir. Tutuklamalar, coplamalar ve gaz bombaları gibi sertlik içeren olaylar her zaman Meclis önünde olmaktadır. Bu sebeple, 7 nisan eylemine katılımın düşeceği beklenen bir olaydı. Ancak CTP ve TDP herkesin bildiği bu katılım düşme olgusunu UBP karşıtı kendi örgütsel çıkarları için kullanmaya karar verince siyasal ahlaksızlığın en güzel örneğini sergilemiştirler. CTP ve TDP eylemlere “manevi destek” vereceğini ama katılmayacağını duyurdu. DP çoktan beridir konu dışındaydı ve zaten eylemlere katılmasını isteyen de kimse yoktu. CTP kendine bağlı sendikalara baskı uygulayarak 7 Nisan eylemine sözde katılım özde ise köstekleme siyaseti yürüttü. En büyük kamu emekçisi sendikası KTAMS’ın katılımı neredeyse yok gibiydi. Katılanlar da zaten CTP siyasetinden olmayan kamu emekçileriydi ve KTAMS kortejinde yürümediler. Koop-Sen grev dahi ilan etmedi ve eyleme yönetim kurulu düzeyinde katıldı. Dev-İş ise CTP tarafından eylemin polisi olmakla görevlendirildi. 7 Nisan eyleminde Kamu-Sen’i gören dahi olmadı.

9 Nisan tarihinde genel kurulu olan KTÖS’te bağımsızlıkçı grubun karşısında CTP-UBP ittifaklı bir liste vardı. KTÖS bu sebeple 7 Nisan’da fazla bir yük taşıyamazdı. İşte bu ortamda eylemi çekip çeviren KTOEÖS oldu. CTP-TDP’nin katılmayışı ve katılımı düşürmek için elinden geleni yapmasına rağmen Meclis önü için gayet yüksek bir rakamla yedi bine yakın insan 7 Nisan’da eylemdeydi. Olağanüstü “güvenlik” önlemleri altında ve sivil polislerin sürekli tahriklerine rağmen olaysız denilebilecek bir eylem yaşandı. Örgülerin pankartlarına ani saldırılar, bayrakları kapıp kaçma girişimleri ile sivil polisler çok büyük tepki topladı. Bir kaç yerde sivil polisler linçten zorlukla kurtuldu ve bir süre sonra halk tarafından alanın tamamen dışına atıldılar. Eylemde iki kişinin gözaltına alınması dışında neredeyse tek ciddi olay CTP ile TDP başkanlarının alana gelmeleri üzerine yuhalanmaları, CTP millietvekili Ömer Kalyoncu’nun gençler tarafından tokatlanması oldu. Bu olaylar üzerine açıklama yapan CTP ve TDP, marjinal grupların katılmasına izin vermeyecekleri kendi mitinglerini 24 Nisan tarihinde düzenleyeceklerini ilan ettiler. Böylece sürekli olarak “birlik ve birleşme” çağrısı yapanlar, kendilerinin istediği olmayınca halkın gücünü bölmekten çekinmeyeceklerini de göstermiş oldular. CTP ve TDP’nin gerçek arzusunun bağımsızlıkçı cepheyi kırbaç ile terbiye etmek ve kendi önderliklerini kabullendirmek olduğu artık gün gibi açıktır.

Bu ahlaksız teklife cevap 7 Nisan eyleminden iki gün sonra KTÖS içinde bağımsızlıkçılar ile CTP’liler arasında yaşanan ciddi hesaplaşmada verilmiştir. Bağımsızlıkçıların 790 oyuna karşılık CTP 380 oyda kalmış yönetim kurulunun 30 sandalyesi de bağımsızlıkçıların elinde kalmaya devam etmiştir. Ama sorun bağımsızlıkçı kitlelerin CTP-TDP önderliğini kabul edip etmeyeceklerinden daha derin bir sorundur: Esas konu bağımsızlıkçıların kendi siyasal önderlik krizinde düğümlenmektedir. KTOEÖS, KTÖS genel kurullarında, eylemlerde ve mitinglerde görüldüğü gibi Kıbrıslı Türkler giderek radikalleşmektedir. Ama siyasal bir önderliğe sahip olmayan kitle, parlamento dışı sol partilerin kendi aralarında yürüttükleri skolastik tartışmalarla veya yenilgi dönemlerine özgü sıkı kıya kenetlenmiş savunmacı anlayışı ile kan uyuşmazlığı yaşamaktadır.

Kıbrıs’ın bağımsızlığı, halklarının kardeşliği ve toprağının birleşmesi yolunda verilecek mücadelede siyasal bir önderlik yaratamazsak, tarih bizi bu basiretsizliğimizden ötürü yargılayacaktır. Devrimci güçlerin bu soruna yanıtı masa başında değil eylemde birlik ilkesi ile şekilleniyor. Bağımsızlık yanlısı güçlerin devrimci eyleminin birliği ilkesi ile kısır tartışmaları değil kitlelerin arzuladığı eylemleri önüne koyan bir siyasal önderlik yaratmak mümkündür. Bunun için de ya çekinmeden rejimin üstüne doğru bir adım daha atacağız ya da durakladığımız anda yenilgiyi tadacağız…