Annam de Bana Lokum Alayım Sana

Annam de Bana Lokum Alayım Sana

 

Münür Rahvancıoğlu – Baraka Aktivisti

 

12 Mart 2010 tarihinde Ankara’da, Türkiye Cumhuriyeti adına TC Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı Dış Ekonomik İlişkiler Genel Müdür Yardımcısı ÖZGÜR PEHLİVAN ve “KKTC” adına KKTC Büyükelçisi NAMIK KORHAN tarafından bir Kredi Anlaşması imzalandı.

 Söz konusu Kredi Anlaşmasının daha ilk paragrafında TC devletinin bundan sonra KREDİTÖR, “KKTC” devletinin ise BORÇLU olarak isimlendirildiği ve söz konusu borcun 500,000,000 USD (Beş Yüz Milyon Amerikan Doları) olduğu düzenleniyor. Biz ise bu yazı boyunca KREDİTÖR kelimesi yerine Türkçe sözlükten bulduğumuz ve bu anlaşmanın koşullarına daha uygun düşecek olan TEFECİ sözcüğünü kullanacağız.

Söz konusu Kredi Anlaşması’nın, herhangi bir yeni-sömürge devletin IMF veya DB ile imzaladığı borçlanma anlaşmalarından hiçbir farkı yok. Zaten yine Anlaşmanın ilk paragrafında “Bu Kredi Anlaşması, TC ile KKTC arasında 5 Kasım 2009 tarihinde imzalanan Ekonomik ve Mali İşbirliği Protokolü ile… sonra… imzalanacak Protokoller uyarınca yapılan bir anlaşma” olduğu net bir şekilde belirtiliyor. Yani Anlaşmanın amacı, “KKTC”de yaratılacak özelleştirmeler, kamu hizmetlerinin piyasaya açılması, deregülasyon ve neo-liberal politikaların teşvik edilmesi ve TC’den “KKTC”ye aktarılacak parasal kaynağı, protokollerin uygulanması şartına bağlamak. Üstelik bu Anlaşma uyarınca verilecek paralar vasıtasıyla tüm Kıbrıslı Türklerin TC’ye borçlu hale getirilerek, olası bir bağımsızlıkçı tavrın alacak-verecek ilişkileri çerçevesinde zor durumda bırakılması… Nitekim Anlaşmanın “Kullanım” başlıklı 2. Maddesinde “Tefeci, Borçlu’nun Protokollerde öngörülen yükümlülükleri tamamen veya kısmen yerine getirmemesi veya belirlenen amaçlar dışında kullanması durumunda kredi kullanımını askıya alabilir” denilerek bu durum net bir şekilde ortaya konuluyor.

Yine 2. Maddede “Kredi Anlaşması kapsamında Borçlu’ya aktarılacak miktarlar ile söz konusu miktarların kullanım alanları, Borçlu’nun protokollerde öngörülen yükümlülüklerinin uygulama sonuçlarının aylık olarak yapılacak değerlendirilmesine göre TC Teknik Heyeti’nce belirlenecektir” denilmektedir. Yani başlıkta da ortaya konulduğu gibi LOKUM’un (kredi anlaşmasından doğan paranın) ne kadar ve ne zaman verileceği TEFECİNİN inisiyatifine bağlıdır. Ne kadar ANNAM dersek o kadar LOKUM. Yok eğer demezsek BİBER GAZI ve POLİS JOPU…

Bu Kredi Anlaşması ile Kıbrıslı Türkler sadece BEŞ YÜZ MİLYON DOLAR’lık bir borç altına sokulmuyorlar. Üstelik bu borcun tüm faizleri ve diğer masrafları da Kıbrıslı Türklere ait. “DİĞER MASRAFLAR” dediğimiz kalemler şunlardan oluşuyor:

a- “KKTC”de bu borcun alınması için ödenmesi gereken tüm vergi, resim, harç ve diğer masraflar  (Bölüm 3.04)

b- Tefecinin ülkesinde oluşan her türlü vergi, resim, harç, pirim ve diğer masraflar (Bölüm 4.01)

Bu “Diğer Masraflar” kalemi çok da önemli bir kalem değilmiş gibi görünmesine rağmen, aslında en önemli kalemlerden birisi. Mesela yukarda andığımız 2. Maddede protokollerin uygulanıp uygulanmadığını denetleyecek olan Teknik Heyet’in maaş, yol masrafı, yiyecek-içecek vb. harcamaları da Tefeci’nin masraflarındandır… Kısacası ödeneceği iddia edilen Beş Yüz Milyon Doların çok büyük bir kısmının aslında fiilen hiçbir zaman ödenmeyeceğini ama bizim faiziyle tefeciye geri ödemek zorunda bırakılacağımızı IMF ve DB kredi anlaşmalarına hakim olan herkesin bilmesi gerekir.

Faizlerin hesaplanması kısmı ise tam bir TEFECİ – BORÇLU ilişkisine işaret ediyor. TEFECİ’nin borçluya yapacağı ödemeler TÜRK LİRASI üzerinden yapılacak. Bu TL cinsinden ödemenin ABD doları olarak karşılığı Tefeci tarafından hesaplanacak ve Borçlu’ya bildirilecek. Bu “hesaplama” ve “bildirme” kısımlarının diğer giderlerden sayılacağını ve borç alınmış gibi hesaplanacağını belirtmeye bile gerek yok. Üstelik TL cinsinden yapılan para aktarımının kaç ABD doları tutarında olduğu TC Merkez Bankası Döviz SATIŞ kuru üzerinden hesaplanacak. Yani aslında dolar olarak borçlandırıldığımız halde bir de TC’den dolar satın almışız gibi kur farkı da ödemek zorunda kalacağız. Bu yetmezmiş gibi, TL olarak aldığımız paranın geri ödemelerini ABD Doları olarak yapacağız. Faizler ise borcun “kullanılan ve geri ödenmemiş ABD Doları bakiyesi üzerinden, Reuters’in LIBOR sayfasında yayınlanan 6 aylık ABD Doları LIBOR oranı üzerinden” ödenecek. (Bölüm 3.03)

Ödeme planına bakıldığı zaman ise TEFECİ’nin ne kadarlık bir ödemeyi ne zaman yapacağı tamamen kendi inisiyatifine bırakılmışken; BORÇLU Ana Para geri ödemelerini 3 yıl sonra 1. Taksit olmak üzere 14 eşit taksitte ve Faiz/masraf ödemelerini Anlaşma’nın imza tarihinden itibaren 6 ay içinde başlamak üzere 114 ayda tamamlayacak. Ayrıca “Borçlu vade tarihinde kısmen veya tamamen ödenmemiş her meblağ kapsamında gecikilen süre için, iş bu Kredi Anlaşması’nda öngörülen faiz oranına bir puan (%1) ilave edilerek tespit edilecek oran üzerinden GECİKME FAİZİ ödeyecektir.” (Bölüm 5.01)

Kısacası TEFECİ ile BORÇLU arasında yapılan bu “Kredi Anlaşması”nın, başta da belirttiğimiz gibi herhangi bir yeni-sömürge ülkenin IMF-DB tarafından maruz bırakıldığı borç mahkumiyetinden hiçbir farkı yok…

TEFECİ’nin bu anlaşmadan elde ettiği hak ve menfaatler sadece yukarda sayılanlarla da sınırlı değil. Kredinin koşullarını düzenleyen Bölüm 3.05’te aynen şöyle deniliyor: “TEFECİ, iş bu anlaşma kapsamında yaptıracağı kredi kullanımlarından, iş bu anlaşma dahilinde veya TEFECİ ile BORÇLU arasında yapılmış başka kredi anlaşmaları dahilinde yapılması gereken diğer ödemelere tekabül eden miktarı düşerek BORÇLUYU TAM MİKTAR KULLANMIŞ GİBİ BORÇLANDIRMA veya kendisine ulaşan ödemeleri bu anlaşma dahilinde veya TEFECİ ile BORÇLU arasında yapılmış başka kredi anlaşmaları dahilinde yapılması gereken diğer ödemelere MAHSUP ETME HAK VE SERBESTİSİNE sahiptir.” Bunu Türkçesi ise TC’ye öeyeceğimiz parayı hangi borcumuza sayacağına yine TC’nin karar vereceği ve başka borçlarımızdan kaynaklı geri ödemeleri yapmadığımız takdirde bu anlaşma gereği yapması gereken ödemeyi yapmadığı halde yapmış gibi bizi borçlandırabileceğidir. Üstelik “her türlü anlaşmazlık halinde TEFECİ’nin defter ve kayıtları esas alınacaktır. Bu anlaşma kapsamında ortaya çıkacak uyuşmazlıklara TC Kanunları uygulanacaktır. Anlaşmazlıkların giderilmesinde de TC Mahkemeleri yetkili olacaktır.” (Bölüm 6.01)

Kıbrıslı Türkleri sadece milliyetçilik yolu ile manevi, 40 bin silahlı güçle askeri, işbirlikçileri aracılığı ile moral yoldan kontrol altında tutmanın yetmediği koşullarda; TC, bu anlaşma aracılığı ile yarattığı borç nedeniyle maddi olarak da bizleri kendine bağımlı kılıyor. Ancak bu anlaşmanın temel uygulama alanı olan ve PROTOKOLLER aracılığı ile düzenlenmiş neo-liberal politikaların IMF-DB’den geldiği de göz önünde bulundurulduğunda, TC’nin sadece emperyalistlerin el-ayak işlerini gören bir taşeron olduğu daha da netlik kazanmaktadır. Nitekim anlaşmanın ruhu tamamen IMF ruhudur. Söz konusu Beş yüz milyon doların da “KKTC”ye verilmek için TC’ye kim tarafından verileceği şüphelidir.

12 Mart 2010 tarihinde imzalanan bu anlaşma gereği, artık ANNAM demediğimiz takdirde LOKUM alamayacağız. Ve ANNAM demenin koşulu artık her tarafı bayraklarla donatmak değil; dağları, dereleri, tepeleri, kamu hizmeti veren Elektrik Kurumu, KTHY, Devlet Hastanesi, okullar, Telefon Dairesi, Kooperatif gibi kurumları satmak ve her yere camiler, kumarhaneler, kerhaneler inşa etmektir. Böylece tam da ANAMIZIN ROKASI gibi bir memleket yaratarak, ANAMIZIN NİKAH parasını da ödeyebileceğiz.