Yeni Yıla Girerken: Öyle Bir Andı!

 

Barış yazıları -2-

  

Yeni Yıla Girerken: Öyle Bir Andı!

  

Hasan Yıkıcı hasan_ykc@yahoo.com

   

    

 

M’ye;

 

Bir şey var! Biliyorsun işte; hem gittikçe uzaklaşmakta hem de gittikçe yakınlaşmakta. Dokunmak istiyorsun, bir beden gibi parçalanıyor; dokunamıyorsun. Hissetmek istiyorsun, düş gibi dağılıyor; hissedemiyorsun. O kadar hayali, bir o kadar da gerçek. Yaratmalıyım diyorsun; küsüyor, oturuyorsun! Küsmek sana yakışır mı? Başkaları senin geleceğinle ilgili konuştukça sen susuyorsun! Yoksa vaz mı geçiyorsun ha? Bu suskunluğun seni de beni de kurutuyor. Durduğun her yer sen sustukça çöle kesiliyor! Bir gün bir bakmışsın, her yer çöl!

 

Barış nedir? Ne olunca barış olmuş olur? Barış yapılan bir şey midir? Bu soruları sildim, attım! Soru sormak iyidir, hoştur da sadece cevaplar yanlış olmaz. Sorulan sorular da bazen yanlış olabilir. Hayatımızdan kaç yanlış soruyu çıkarsak kaç doğru cevaba ulaşmış oluruz? Belki de sonsuz! Fakat her zaman için bir yerden başlamak lazım. Ve başlıyoruz işte!

 

Barış ‘yapılan’ bir şey midir; ‘yaşanılan’ bir şey mi? Barış ‘gelecek’ olan mıdır; ‘yaratılacak’ olan mı? Sahi, barış ‘olmak’ mıdır; ‘oluş’ mudur?

 

Her soru bir yola açılan kapı ise yanlış sorular her zaman yanlış yollara açılırlar. Yukarıdaki ikilimler aslında bir birine tamamen karşıt iki ayrımın göstergesidir. Biri politikacıların, diplomatların, bürokratların doktiriner zekasını; yaşam ile kopukluklarını; diğeri ise sıradan insanların, samimi ve içten arzusunu; yaşam ile olan bağlarını gösterir. Biri aşkın bir güce taparken; beriki içkin bir sevdayı besler. Fazla uzatmadan bu ikilemden kopalım ve yolumuzu görelim. Barış ‘gelecek’ olan, ‘yapılan’ bir ‘olmak’ değildir. Barış ‘yaşanılan’, ‘yaratılacak’ olan bir ‘oluştur’. Ne aşkın ne de dışsal bir olgudur. O insanlara, kitlelere içkin; aşk ve arzu ile varolan; gündelik hayatın içinde yaşanılan bir oluştur. Ne bir grup insanın politik-diplomatik hünerleri ile ‘yapılan’ bir şeydir; ne de bir takım güçler vasıtasıyla ‘gelecek’ olan bir şeydir. Barış an an, gün gün hep birlikte mücadele ederek, arzulayarak, aşık olarak, bedel ödeyerek yaratılacak bir şeydir!

 

Birileri “biz aldığımız görevi, Kıbrıs’a barış yapmak görevini yerine getirmek için çalışıyoruz” dedikçe barıştan biraz daha uzaklaşıyor, hayatımıza biraz daha yalan ve dolan girmiş oluyor. Öyle ki artık kusma aşamasına gelmiş bulunuyoruz! An geliyor, bıktırıyorlar. Görüşmeler, görüşmeler, görüşmeler… Barış olacakmış; barış uzak ihtimalmiş! Hep aynı ihtimal, hep aynı ihtimal! Ah ihtimalsizliklerin ihtimali! İhtimal kovalayıcıları duvarlar arasında ihtimal yakalamaya çalışırken bizler sokaklarda ihtimalin içindeydik.

 

27 Aralık Pazar günü güney Lefkoşa’da iki nümayiş vardı. Biri faşist Hrisi Avgi (Altın Şafak) örgütünün yaptığı göçmen karşıtı yürüyüş. Öteki ise çeşitli anti-kapitalist, enternasyonalist ve anarşist örgütlerin düzenlediği anti-faşist eylem. Yaklaşık 600’e yakın kişi faşist Hrisi Avgi örgütünün yapacağı yürüyüşü ilkin geciktirdi, ardından da engellemeyi başardı. Gerek yürüyüşe olan yüksek katılım gerekse de elde edilen sonuçlar bakımından güneydeki sol ve anti-faşist hareket açısından son derece başarılı bir eylem gerçekleştirildi. Kuşkusuz bu bir zaferdi! Belki de bundan sonra gelecek olan daha büyük zaferlerin sadece başlangıcı, ilki idi. Fakat buradan çıkan sonuç sadece zafer elde edilmesi değildi.

O gün, o zaferin elde edildiği yürüyüşte, alanda sadece Kıbrıslı Elen’ler yoktu. Aynı zamanda Kıbrıslı Türk’ler de vardı. Yükselen sadece Rumca sloganlar değildi. Faşizme karşı güney Lefkoşa’da Türkçe sloganlar da yükseliyordu. Rumca sloganları sadece Kıbrıslı Elen’ler atmıyordu. Kıbrıslı Türkler de Rumca sloganlara eşlik ediyor, haykırışları haykırışlarına katılıyordu. Türkçe sloganları sadece Kıbrıslı Türkler atmıyordu. Kıbrıslı Elen’ler de Türkçe sloganlara katılıyor, haykırışları haykırışlarına katılıyordu. Öyle ki ilk Türkçe sloganın kalabalık arasında çıkmasıyla birlikte etraftaki insanlar önce afallayıp şaşkın göz ifadeleriyle sesin geldiği yöne doğru baktılar. Ardından gülümsediler, gözlerinin içindeki şaşkınlık yerini parlak bir mutluluk ifadesine bıraktı.

Dilleri döndüğü kadar Türkçe sloganlara, dilleri döndüğü kadar Rumca sloganlara eşlik ettiler. Birlikte coştular, birlikte bağırdılar. Yan yana durdular, omuz omuza verdiler. Yoruldular, terlediler yine de yılmadılar; Rumca Türkçe avazları çıktığı kadar haykırdılar. Karşıki kavşakta Hrisi Avgi’li faşistler toplanmıştı. Sayıları 100’ü bile bulmuyordu. Onları yürütmediler!

 

Şimdilik bu kadar anlatım yeter. Fakat dur dur! Şunu da anlatmadan son noktayı koyamam. O gün bahsettiğim şu anti-faşist nümayişte ben de vardım. Eylem hayli uzun sürdü. Yer yer gergin, yer yer eğlenceli geçti. Hrisi Avgi’nin yürüyüşünü engelleyeceğimiz kavşağa doğru yürürken birden yüzlerce Kıbrıslı Rum’un arasında yürüdüğümü hatırladım. Tatlı bir gariplik hissettim. Öyle bir gariplikti ki sanki en saf aşkların bir yerinde saklı olan ve kendini ara sıra gösteren bir gariplik gibiydi. Türkçe slogan atmaya başladığımda yanımdaki Elen’ler mutluluk açmış yüzleriyle bana ve arkadaşlara bakıyordu. Heyecanlanmıştılar. Onların heyecanı bizim heyecanımıza karışmıştı.

Uzun bir günün sonunda yine ayni kalabalık dağılmak için Elefteria Meydanı’na dönerken bir şey fark ettim. Kalabalığın içinden biri (belki de daha benim fark edemediğim onlarcasından sadece biri) ışıl ışıl gözlerle bizi izliyordu. Bunu fark edince ben de gözlerimi ona doğru diktim. Kısa bir süre sonra gözleri bana doğru kaydı. Yürürken uzun uzun bakıştık. Kalabalıktan insanlar geçiyordu aramızdan, sloganlar hala yükseliyordu. Ama bakışmaya devam ettik. Gecenin karanlığını yırtarcasına parlıyordu gözleri. Dudakları kıpırdadı, gülümsedi! Selamlaştık! Ardından kalabalığın içinde kayboldu.

Öyle bir andı! O da ben de görmüştük işte. O benim gözlerimde neyi görmüşse ben de onun gözlerinde aynı şeyi görmüştüm; ortak mücadeleyi ve zaferi; Barışı!

 

  

 

                                                                                              29 ARALIK 2009