HEY AHBAP; SENDEN HALA KORKUYORLAR!

 

  

    

HASAN YIKICI – Baraka Kültür Merkezi Aktivisti

     

 

Bugün Che’yi kolayca anahtarlıkların, t-shörtlerin, çakmakların, alkollü içeceklerin şişeleri üzerinde görebilirsiniz. Hatta bu listeyi iç çamaşırlarına kadar uzatabiliriz. Kapitalizm Che’yi çeşit çeşit tüketim nesnesi motifine bürüyerek onu popüler kültürün bir ikonu haline dönüştürüyor. Che’nin görüntüsü bir yandan vahşice tüketilirken diğer yandan onun taşıdığı devrimci değerler unutturuluyor, kaybediliyor. Hakim ideolojik sistem bizlere bol bol Che sunarak Che’yi unutmamızı, Che’yi bilemememizi ve Che’yi tanımamamızı öğütlüyor aslında. Böylece biz farkına varmadan belleklerimizi kaybediyoruz. Hal böyle olunca da önüne gelen “Che’ci” oluyor. Amaç açık: Ne kadar çok “Che’ci” o kadar az Che!

“Che’ci” CTP Ve “Che’ci” UBP!

Bu kısa makalede maksadımız Ernesto Che Guevara’nın kim olduğunu, ne yaptığını veya onun devrimci değerlerini uzun uzadıya anlatmak değildir. Bu kuşkusuz ileride yapılması gereken başka bir çalışmanın konusudur. Burada asıl üzerinde durmak istediğimiz mevzu bir enternasyonalist devrimcinin ülkemizdeki biri sağ, diğeri ise sözde sol iki siyasi parti tarafından nasıl içinin boşaltıldığı, aşağılandığıdır. Kastettiğimiz partilerin birinin CTP diğerinin de sürpriz bir “Che atılımı” gerçekleştiren UBP olduğunu herhalde tahmin edebiliyorsunuz.

Yukarıda Che’nin bilinçli bir şekilde kapitalizm tarafından tüketim kültürünün bir nesnesi haline getirildiğinin altını çizmiştik. Fakat bugün Ernesto Che Guevara’nın içi sadece bir “tüketim nesnesi” olarak değil aynı zamanda onu savunduğunu iddia eden siyasi odaklar tarafından da boşaltılıyor. Ülkemizde tabir-i caizse “Che modası” Annan Planı döneminde vuku buldu. Çürümüş Denktaş ve UBP yönetimine karşı eylemlerde veya gerçekleştirilen “Barış” mitinglerinde Che kah pankartlarda, kah t-shirtlerde, kah bayraklarda karşımıza çıkıyordu. (Sosyalist bir devrimcinin resimlerinin “AB’ye evet” eylemlerinde taşınması ne kadar doğrudur, kuşkusuz tartışılmalıdır)  Kıbrıs’ın “uzun sıcak baharı” yerini “hüzünlü sonbahara” bırakırken artık sokaklarda sadece parçalanan düşler gibi parçalanmış sarı yapraklar vardı. Devrimci geçinen Cumhuriyetçi Türk Partisi iktidardaydı ve halkın iradesi soğuk bürokrasi odalarında dondurulmuştu. Zaman içinde de CTP’nin sıcacık neo-milliyetçi söylevleri arasında  buharlaşıp uçuyordu.

Fakat “Che” figürü gençlik içerisindeki barışçı ve asi kesimleri kendisine çekmek adına CTP tarafından bilinçli olarak kullanılmaya devam etti. Ayrıca da “ruhumu kurtarayım” anlayışıyla Che’ye sarılan CTP bugüne kadar –AB yanlısı ve ABD –TC taşeronluğuyla- gerçekleştirdiği icraatlarla Che ve onun taşıdığı devrimci değerlere ne kadar uzak olduğunu defalarca kanıtladı. (Hatırlayalım, sosyal güvenlik yasası; hatırlayalım özelleştirmeler; fuhuş ve kumarın önünün açılması; “ülke ekonomisinde önemli katkıya sahip üniversitelerin” sermayenin oyun alanına dönüştürülmesi; Karpaz’da ekolojik talan; listeyi sonsuzca uzatabiliriz) CTP Che’yi her ağzına alışında sadece içini boşaltmakla kalmıyor aynı zamanda ona ve taşıdığı evrensel değerlere de hakaret etmiş oluyor. Che ve Fidel Küba devrimi gerçekleşmeden önce Küba Batista diktası altında Amerikan askerlerinin fuhuş cennetiydi. Şimdi iktidar da CTP var ve ülke gece kulübü, kumarhaneden geçilmiyor. Yarın Amerikan askerlerine de kapı açılırsa bu bizi hiç şaşırtmamış olacak.

Sol ile hiçbir şekilde alakası kalmamış neo-liberal/neo-milliyetçi Amerikan-TC taşeronu CTP  hala Che’yi sosyalist, devrimci özünden, değerlerinden kopararak sadece görüntüsünü ikonlaştırarak çıkarları adına tüketmeye devam ediyor. Öte yandan birazdan değineceğimiz “şok edici gelişme” memleketin siyasi kültürü hakkında “aydınlatıcı” bir örnek teşkil etmektedir. Ulusal Birlik Partisi’nin gençlik kollarının sanal ortamda hazır hazırlayıp dağıttığı afişleri komik değil, trajik bir olaydır. UBP logolu afişlere yerleştirilmiş fotoğrafta, photoshop tekniğiyle Che’nin beresindeki yıldızın yerine UBP’nin simgesi “turuncu güneş”  yerleştiriliyor. Bu kadarla da sınırlı kalınmıyor. Afiş içerisinde “Che yaşasaydı UBP’li olurdu” ve “Che TMT’li olurdu” gibi sloganlarda bulunuyor. Derinden bir “Ha siktir be oradan!” çekmeden devam edemiyor insan.

Kıbrıslı Türk Halkı’nı uzun yıllar baskı, karanlık oyunlar ve faşizan uygulamalarla sömüren, kaderine “yok oluşun kaçınılmaz” yazdıran UBP de bugün pervasızca Che’den bahsetmeye başladı. Che’yi bir seçim angajmanı “karşı tarafın oylarını kazanabilmek” adına çıkar malzemesi olarak kullanıyor. “Che TMT’li olurmuş”muş. Che Kıbrıs’da olsaydı kimlerin yanında olacağı gayet açıktı.  O, Derviş Ali Kavazoğulları’nın, Kostas Mişaulis’lerin, Fazıl Önder’leri safında olurdu. Hatta onların yapamadığını yapar; halkların kardeşliği adına emperyalizmin oyunlarına ve yerli yabancı hasımlarına karşı silaha sarılırdı, kurşun dökerdi.

“Che bugün yaşasaydı UBP’li olurmuş”muş; ha siktirin oradan! Hanginiz koltuklarını bırakıp dağlara, savaşmaya giderdiniz (sözümüz aynı zamanda CTP’lileredir de!) Che bugün yaşasaydı celladının suratına tükürdüğü gibi sizinde suratınıza tükürürdü! Hatta tükürmekle de kalmaz  size karşı da silaha sarılırdı. Çünkü Che sizin yaptığınız gibi yalancıktan, yapma bağımsızlıklar adına yapma savaşlar değil; gerçek bağımsızlıklar ve sosyalizm adına gerçek savaşlar vermişti. Ve ölüme de gülmesini bilmiştir!

Peki UBP hangi cüretle Che’yi bu şekilde kullanıyor; Devrimci değerlere hakaret ederek içini sağ anlamlarla dolduruyor? Kuşkusuz CTP’nin yıllardır yaptığı Che dezenformasyonu UBP’ye de onu kullanma kapısını araladı. Şimdi Che Guevara ile uzaktan yakından alakası olmayan “Yeşil Che’ciler” ve “Turuncu Che’ciler” var. Fakat unutuyorlar; Che’nin yüreği sosyalist devrim adına “kızıl kızıl” çarpıyordu. Unutturmaya çalışıyorlar çünkü Arjantin’de doğan, Küba’da devrimi zafere taşıyan, Kongo’da savaşan ve Bolivya’da Latin Amerika ve Dünya sosyalizmi uğruna can veren Comandante Che Guevara’dan korkuyorlar.

Korkaklar Ve Gerçekler

Korkaklar her zaman sığıntı yaşarlar. Gerçeklerle yüzleşmeyi kaldıramazlar. O kadar korkaklar ki gerçeğin içini oymak ihtiyacı güderler. Bir yalan yaratırlar ve tanrı diye taparlar. Fakat gerçek devrimcidir ve bu değişmez, özdür çünkü. Korkaklar kaçtık sonra gerçekler kovalar. Yarattıkları yalandan tanrıları özün devrimci telosuna direnemez. Tüm yapaylıklar –tanrıları gibi- yırtılıp, parçalanırken, öz olduğu yerde sapa sağlam durur.  Ve tarih devrimci gerçeğin özünden beslenerek şekillenir.

Birincisi; salt bir biçimcilik ile “kafaya estiği gibi” Che’yi ağzına alanları er veya geç tarih itham edecektir.

İkincisi; Che’yi öldü bilenler hayata şaşı bakanlardır. Biz Che’yi defalarca gördük. Daha geçen ay bizimle birlikte “Alexsis kardeşimiz” diye alanlarda haykırıyordu. Venezüella sokaklarında Chavez’le birlikte devrimin ve insanlığın geleceğinden konuşuyorlardı. O Meksika’da EZLN gerillaları, maya yerlileriyle birlikte Marcos’un öykülerini okuyordu. Bolivya’da Morales ile birlikte karşı devrime karşı savaşıyordu. O Avrupa’nın varoşlarında isyan eden göçmenlerin arasında geleceğe gülümsüyordu. Sermayeye peşkeş çekilmek istenen üniversiteleri işgal eden öğrencilerin arasında haykırıyordu. Hala görmediniz mi? Demek siz hala şaşı bakıyorsunuz dünyaya ve hayata!  Daha 4 yıl önce Fransa’da CPE yasasına ve AB anayasasına karşı barikat arkalarında polisle çatışıyordu bizim Che. Türkiye’de ve Kıbrıs’da “sosyal güvenlik” yasasına karşı direniş bayrağını yükseltiyordu.  İstanbul’da Taksim meydanında polis panzerine taş atan delikanlı olup çıkıyor Che tam karşımıza. Daha geçenlerde Siyonist İsrail devletine ve Filistin halkıyla dayanışmak için sokaklardayken aramızdan uzak ufuklara derin derin bakıp “yaşasın halkların kardeşliği” diyen o değil miydi? Biz devrimciler birbirimize her bakışımızda hep birer Che görürüz! Sizin gibi yapmacıktan ve yalancıktan değil. Gerçekten! Göremediniz mi? Yoksa siz hala…

Ve üçüncüsü; YA ÖZGÜR VATAN YA ÖLÜM!