2009 Göç Yasası Değerlendirmesi – Aziz Güven

foto1 Ocak 2010 tarihinde 17. Sayısı yayınlanan Argasdi’de Göç Yasası ve sendikal eylemler üzerine yayınlanan değerlendirme yazısı… Bugün hala güncel olduğu düşüncesiyle, tüm dostlarımızla paylaşıyoruz… BARAKA…

***

AKP ile geçmiş hükümetin işbirliği sonucu Kıbrıslı Türk halkına dayatılan Sosyal Güvenlik Yasası’nın halk üzerindeki etkileri halen devam ediyor. Sözde Sosyal Güvenlik Yasası’nı geçiren CTP, Göç Yasası’nda başarılı olamamış ve bu işi UBP’ye devretmişti. CTP’nin yasasını UBP’nin geçirmesiyle emek hareketine ve de Kıbrıslı Türk halkına vurulan bu çok önemli iki neo-liberal darbe ile halkımızın zihnine CTP ve UBP’nin birbirinden farklı olmadığı gerçeği kazınmıştır. Adamızda, “çözümden”, “barıştan” yana olan CTP, tüzüğünde kendisine “sosyalist” demesine rağmen hükümete geldiğinde, işbirlikçiliği ile emperyalizmin neo-liberal politikalarını uygulamaya soyunabilmekte; muhalefette kalan UBP ise “seçildikleri takdirde halkın haklarını geriye götürmeyecekleri yalan vaadinde” bulunabilmektedir. Hükümetler değişirken halk düşmanı uygulamalar değişmemekte; Kıbrıslı Türk halkı yıllardır sürdürdüğü barış ve adanın yeniden birleştirilmesi mücadelesinde kendine yakın bulduğu, kendinden sandığı partiler tarafından aldatılmaya devam etmektedir.

Ülkemiz bugün emperyalizmin kucağında, kapitalizmin, neo-liberal politikaların ve dayatma uygulamaların büyüttüğü çarkın kanlı dişlileri tarafından kuşatma altındadır. Bugüne kadar hükümet eden tüm seçim partileri her zaman emeğe karşı sermayenin çıkarlarını korumuş, sendikaların özelde ve kamuda örgütlenebilme haklarını budayıp sendikaları etkisizleştirmeye, halkın en temel haklarını gaspetmeye çalışmıştır; Şu an hükümet olan UBP, kısa bir süreliğine devamcısı olan CTP’ye devrettiği hükümet bayrağını tekrar eline almış, halk düşmanı faşist politikalarla halka saldırmaktadır. Bu düşmanca saldırıların sonuncusu ve belki de en önemlisi, son yıllarda adamızda gerçekleşen en kitlesel ve militan eylemlere, sebep olan Kamu Çalışanlarının Maaş, Özlük ve Diğer Ödeneklerinin Düzenlenmesi Yasası’dır. Göç Yasası, kamu çalışanlarının işe başlangıç maaşlarını aşağıya çekerken, kamuda çalışanlar arasında “öncekiler” “sonrakiler” ayrımını yaratıp bu alanda sendikalaşmanın, örgütlenmenin önünü tıkayarak sendikaların etkisizleşmesine, gençlerin bu ülkede yaşayamaz bir duruma gelerek göç etmesine sebep olacaktır.

Geçtiğimiz günlerde meclis genel kurulunda onaylanan söz konusu yasaya karşı toplumda gerçekten unutulmayacak bir dizi eylemlilikler yaşanmıştır. Geçmiş CTP hükümeti döneminde neo-liberal politikalara karşı toplumsal muhalefet çok fazla kitleselleşememişken bugün, halka dayatılan yasalarla ülkeden göç etmeyi insanımıza reva gören UBP hükümetine karşı alanlarda ciddi bir direniş gösterilmiştir. Hemen belirtilmesi gerekir ki bu dönemde sokaklarda toplumsal muhalefetin hedefi sadece UBP olmamıştır. CTP döneminden başlayan neo-liberal saldırıların devamı niteliğindeki son yasaya karşı halk yığınları artık hükümette kim olursa olsun, bireysel kurtuluşun mümkün olmadığını, kurtuluş için örgütlü hareket etmenin gerekliliğini kavramıştır. Gerçekleşen eylemlerin kitleselleşmesinin en önemli sebebi; CTP uygulamalarını UBP’li olduğu için, UBP’nin baskılarını da CTP’li olduğu için protesto eden zihniyete, ılımlı muhalefetlere karşı kendini partilerden ayrıştırarak hükümet edenlerin oyunlarına alet olmadan, mücadeleyi toplumun tüm alanlarına yaymayı hedefleyen bir bilinçle hareket eden bir muhalefet odağının varlığıdır.

Sendikaların ve demokratik kitle örgütlerinin meşru hak taleplerini yükselttiği, barikatı yıkma, tutuklanma vs. her türlü direnişi gösterdiği eylemlere rağmen faşist-işbirlikçi UBP hükümeti Göç Yasasını, elleri silahlı çevik kuvvet, kalkan ve coplu polis, eylemcilere gerektiğinde su fışkırtmak üzere bekleyen itfaiye ve bu ülke tarihinde ilk kez kullanılan biber gazı ile geçirmiştir. Yasaya karşı, eylemde gösterilen direniş güçlü olsa da bu yasanın, tasarı olarak gündeme gelmesinden eylemliliklere kadar geçen süreç içerisinde  sendikaların zaafiyetleri de söz konusu olmuştur. Emek mücadelesindeki sendikal liderlik eksikliği, önceden eylemin yeteri kadar planlanamaması, sendikalar platformunda yer alan sağ ve teslimiyetçi yapıların etkisi, kendini “sol” olarak tanımlayan bürokratik sendikaların ise gösterdiği ılımlı muhalefet, yasanın geçmesini engelleyecek daha güçlü bir direnişin oluşamamasını yaratan sebepler arasında sayılabilir. 28 ekimde gerçekleşen eylemde KTÖS’ün militan tavrı ile barikatı zorlaması ve de alandaki kitlenin de KTÖS’ün arkasından yürümesi ile barikat yarılmış ve polis herhangi bir eylemciyi tutuklayamamıştı.  Ancak 23 kasımda, özellikle KTÖS’ün (barikatı yarma iradesini en kitlesel olarak gösterebileceği için) ve bazı sendikaların alana gelmesi beklenmeden barikata yüklenilmiş ve kitle tereddüt edince de 16 eylemci polis tarafından tutuklanmıştır. İki eylemde benzer bir şekilde başlayan barikatı delme girişimindeki fark; 16 eylemcinin tutuklanma noktasıdır. Alana KTÖS’ün de gelmesi beklenseydi ve onun itici gücü ile arka saflarda bekleyen kitle de destek vererek barikat aşılsaydı polis tarafından tutuklama gerçekleşemeyecekti belki. Nitekim, kitlenin birikmesiyle 4000’i aşkın insan barikatı aşarak meclis önüne varmış. Buna rağmen daha fazla tutuklama olmamıştı. Ancak burada acı ve düşündürücü olan şey, barikatı bütün yapıların alana gelmesini beklemeden alel acele delme girişiminde bulunan KTAMS, Dev-İş ve KTOEÖS’ün “hangimiz önce delersek kahraman o olur” gibi bir sendikal rekabet mantığı ile kitleden kopuk hareket etmesidir ki bu mantık verilen mücadeleyi olumsuz etkileyen ve kabul edilemez bir mantıktır.

Yasanın geçmiş olması mücadelenin bittiği anlamına gelmemelidir. Bugün ülkemizde geçirilen bu yasalar sadece bizim ülkemize özgü olmayıp dünyanın çeşitli ülkelerinde de geçirilmektedir. Bunun sebebi ise dünyada uygulanan neo-liberal politikalardır. Bu politikalar, neo-liberal sistem yıkılmadığı müddetçe emperyalistler ve onların işbirlikçileri tarafından halklara dayatılmaya devam edecektir. Her türlü direnişe rağmen yasanın geçmiş olmasının halkın üzerinde yarattığı moral bozukluğunu bir an evvel ortadan kaldırmaya yönelik, tüm topluma yayılacak olan daha güçlü bir mücadeleye omuz verilmelidir. Neo-liberal saldırılara karşı verilecek mücadelede yaşanılacak olan doğru politik süreç bu mücadeleyi başarıya ulaştırabileceği gibi, yasaların görüşüleceği zamana kadar hiçbir mücadele verilmeyerek son anda yükseltilmek istenen hareketin yaratacağı etkinin de zayıf kalacağı bilinmelidir. Dolayısı ile bağımsız sendikalara ve demokratik kitle örgütlerine düşen en önemli görev, bu eylemlerle başlayan hareketin yaktığı kıvılcımı büyük bir yangına dönüştürmek için örgütlü mücadeleye daha fazla güç vermek  ve yarının neo-liberal saldırılarına karşı verilecek olan direnişi bugünden örgütlemek olacaktır.

Aziz Güven – Baraka Aktivisti