ARGASDİ’NİN 38. SAYISINDAN FARKLI BİR BAKIŞ AÇISIYLA ‘LUCY’ FİLMİ

 

Tahsin Oygar

 

tahsinoygar@yahoo.com

 

LUCYfilm 

 

Film 2014 yapımı. Yönetmeni Luc Besson’u Leon ve ‘Beşinci Element’ filmlerinden tanıyorsunuz. Başrollerde ise Scarlett Johansson ve Morgan Freeman var. Filmin ismi 1974 yılında Etiyopya’da bulunan 3.2 milyon yaşındaki “Australopithecus afarensis” fosiline verilen isimden geliyor. Hikaye şöyle; keşif ve arama çalışmaları yapılırken Beatles’ın ‘Lucy in the sky with diamonds’ parçası çok popüler ve sürekli araştırma kampında dinleniyor. Fosil bulunduğunda ise kemiklerinden 18-25 yaşları arasında bir dişi olduğu öğrenilince paleontologlar artık bu fosilden Lucy diye söz etmeye başlıyorlar. Yüz beş santimetre uzunluğundaki bu dişi fosil, iddiaya göre insan türünün evrimindeki ayakta yürüyen ilk türü. Yani ataerkil egemen sistemin bu fosilden bahsederken sürekli insanlığın ilk “atalarından” dediği varlık dişi! Neyse, film Tayland’da geçiyor. Uyuşturucu mafyasının eline düşen başkarakterimizin ismi de Lucy. Yönetmen evrimin “ilk halkalarından” olan Lucy ile başkarakteri bir şekilde özdeşleştirip, her birinin özel olduğunu ve farklı dönemlerin başlangıcı ve sonu olduğu izlenimini yaratıyor. Filmin konusu özgün ve yaratıcı değil. Son dönemlerde popüler olan insan beyninin tam kapasite kullanılabilmesi üzerine yazılan bir senaryo. ‘Sınırsız’ (Limitless) de buna benzer bir mantıktaki başka bir filmdi. Ama bu filmi o mantıktan ayıran yanı, evrime ve ateizme göz kırpması. “Bilindiği üzere normal bir insan, beyninin %10’unu kullanabiliyor. Einstein ise %20’lere yaklaşmış! Bu tam bir şehir efsanesi. Ünlü Wired bilim dergisinin araştırmaları ve birçok bilim insanının da üzerinde şu ana kadar hem fikir olduğu gerçek ise parmağımızı şaklatabilmek için bile beynimizin %90’ını kullandığımız yönünde. Bireyci ve benmerkezci kapitalizm, neo-liberal döneminde kar için daha fazlasını ve daha fazlasını istiyor. Esnek çalışma saatleri, kendini var edebilme ve/veya gerçekleştirmenin tek yolunun, işiniz olduğu yanılsaması sürekli her kanaldan pompalanıyor. Yorulan, depresyona giren, kendini yetersiz ve aptal hisseden çoğunluğa, söylenebilecek harikulade bir yalan “Canım sen beyninin %10’u kullanıyorsun bir da %20’sini kullansan neler yaparsın?” Her dönem egemen sınıfın çıkarları tüm kesimlerin çıkarlarıymış gibi gösterilmeye çalışılır. Bu dönemin kendini görüp kendini beğenen “insan”ına uygun bir söylem. Evrende bu kadar küçük olup, kendisini bu kadar önemli sanan başka bir varlık sanırım yoktur. Yani senaryonun bilimsel bir zemini yok ama yine de biz doğru kabul edelim. O zaman film şöyle bir yargıya vardırıyor: Tanrı, beyninin %100’ünü kullanan bir insandır! Oysa beyin sadece bir organdır. Akıl ise toplumsal bir varlık olan insanın beynini kullanarak oluşturduğu düşünceler kümesi. Kurgudaki gibi, eğer tanrı varsa ve de beyninin %100’ünü kullanan bir insansa, filmde de gerçek hayatta da, bence hiç de toplumsal davranmıyor. Evet, beynin tüm fonksiyonlarının tam olarak nasıl çalıştığı ile ilgili bilgiler, henüz mevcut değil ama şunu rahatlıkla söylüyor bilim insanları, “monotonluk ve ezbere dayalı yaşamlar beyni köreltiyor.” Daha az televizyon daha çok sosyalleşme, kitap okumak ve beyninize yerleştireceğiniz bilgilerin geldiği kanalların çeşitliliğini artırmak, beyninizi daha da geliştirecek. Bu filmin de sizi; düşünmek, araştırma yapmak anlamında motive edeceğini, o yüzden de başka tartışmalara sebep olacağını umuyorum.