ARGASDİ’DEN GÖÇMENLİKLE İLGİLİ ÇARPICI BİR ÇEVİRİ MAKALE: Batı Sınırlardan Kimin Geçeceğine Karar Verirken Irk Ayrımında Israr Ediyor

Yazar: Gary Younge11998067_10153569840992086_1942935943_n

 İngilizceden çeviren: Kamil İpçiler

‘‘Sınırdaki bir görevlinin ‘önsezisi’ gibi görünen bu davranış, aslında küresel ekonominin yan etkisi olarak oluşmuş önyargılardan ibarettir.’’

 

Bundan yıllar önce bir sabah, röportaj için beni milletvekiline götürecek bir sekreter ile Galler’in kırsal kesiminde buluşmak üzere sözleşmiştik. Trenim tam vaktinde varmıştı. Vardığımızda trenden inen 15 kişilik bir grup dağıldıktan sonra, orada tek başıma öylece duruyordum. Orta yaşlı bir kadın bulunduğum tarafa doğru bakmaktaydı, fakat buluşmayı umduğu gazetecinin kendisiyle ayni platformu paylaşan siyah bir adam olduğunu anlaması için geçen süre benim için bir asır gibiydi. Sonunda yanıma gelen kadın “daha uzun birini beklediğini” söyledi. Bu durum bana geçtiğimiz Ağustos Meksika sınırından Amerika Birleşik Devletleri’ne (ABD) geçerken yaşadığım bir olayı hatırlattı. Palomas isimli bir sınır kasabasındaydık. Yanımda Meksikalı bir fotoğrafçı vardı. İspanyol vatandaşlığı da bulunan bir beyazdı. Benim aksime, ABD’de gazeteci olarak çalışabilmesi için gerekli vizeye sahip değildi. Bir problemle karşılaşacağımızı düşünüyordum, fakat problemin benden kaynaklanacağını açıkçası tahmin edememiştim. Bir yanda eğitimli köpekler eşyalarımı koklarken, diğer yandan görevliler kiraladığım arabanın içini arıyorlardı. Vizemi kontrol eden kadın görevli, sayısını aklımda tutamayacağım kadar çok sefer nerede doğduğumu sormuştu. Pasaportumdaki her mühürü ise tek tek açıklamam gerekecekti. Bu arada vizesi olmayan fotoğrafçı sınırı çoktan geçmiş, görevli kadın ise soru sormaktan yorulup, iddia ettiğim kişi olabileceğim ihtimaline ikna olmuştu. Belki de o da daha uzun boylu olmam gerektiğini düşünmüştü.

İngiltere İçişleri Bakanlığı’nın geçen hafta yayınladığı rapor, beyaz olmayan birçok göçmenin mutlaka deneyimlediği, dünyanın dört bir yanındaki sınırlarda yaşanan, ırka, etnisiteye ve dine dayalı ayrımcılığı kanıtlar nitelikteydi. Tüm bu üst araması, sınırdışılar ve sorgular düşünüldüğünde, aslında benim yaşadığımın çok önemsiz kaldığını söyleyebilirim. Örneğin bir keresinde anneannemin saatlarce sorguya çekildiğini hatırlıyorum. Her şeyin ötesinde en çok öğrenmek istedikleri şey ise anneannemin o ülkeye çalışmak amacıyla mı giriş yapmak istediğiydi.

İçişlerinin yayınladığı rapora göre ise yaşanan bu ayrımcılık sistemden kaynaklı bir sıkıntı değil. İngiliz yetkililerin açıklamalarına göre, sınırlardaki uygulamalar görevlilerin “içgüdü’’ ve “sezgilerine’’ bağlı olarak gelişmekte. Daha kapsamlı şekilde incelendiği zaman ise, görevlilerin sahip olduğu bu altıncı hissin(!) tamamen önyargılarla şekillendiği anlaşılıyor. Örneğin şık giyimli, makyajlı ve pahalı takıları olan Amerikan kadınlar sınırlardan sorun yaşamaksızın geçiş yapabilirken, uzun topuklu ve kısa şortlu kadınlar hayat kadını oldukları düşüncesiyle sorguya tabi tutulabiliyor.

Fakat iddia edilenin aksine maruz kalınan ayrımcılık aslında bizzat sistemden kaynaklanıyor. Görevlilerin bireysel önsezilerinden ibaretmiş gibi gösterilmeye çalışılan bu ayrımcılıklar, aslında öngörülerin, varsayımların ve önyargıların sonucunda ortaya çıkan bir durumun çok ötesinde, küresel ekonomi ile yerleşmiş ve yerel siyasetin sonucunda devam etmekte olan bir problem. Bizlere öğretilen, kapitalin serbest dolaşımının uluslararası refah ve kalkınma için gerekli olduğuydu. Fakat problem, söz konusu refahın insanların çoğu için ulaşılmaz oluşu, birçok insanın günde iki dolardan daha az bir bütçeyle yaşamaya çalışması ve küresel ticaretin kurallarının yoksulları ezmesinden kaynaklanmakta. Açlık ve yoksullukla yüzleşen yoksullar iş ve aş peşinde göç yollarına düşüyor. Fakat daha varlıklı bir ülkeye giriş talep ettikleri zaman ise, kuralları koyanlar tarafından kapılar yüzlerine kapanmakta ve fakirliğe terk edilmekteler. Politikacıların destek bulmak adına izledikleri popülist politikaların, küresel eşitsizliği gidermek yerine, göçmenlikle ilgili kısıtlamaları artırmak ve yoksulları dışarıda bırakmaya odaklı olduğunu görüyoruz. Diğer bir yandan, her zaman değilse bile, genellikle kapıların kapatıldığı insanların beyazlar olmadığını ve göçmenlerle ilgili tartışmalar ve kanunların ırkçı bir temelde şekillendiği görülmektedir.

Kısacası, sınırlarda bulunan memurların uygulamakta olduğu, yetkililerin “içgüdüsel’’ kaynaklı olduğunu iddia ettiği ayrımcılık, büyük bir bütünün küçük bir parçasından ibaret. Öte yandan, raporda “olasılıklara göre karar vermekteyiz’’ dediği belirtilen bir yetkili ise, bir anlamda beyaz olmayan bir kişinin yoksul olma ihtimalinin daha yüksek olduğunu ve bu yüzden daha sık durdurulduklarını doğruluyor.  Sonuç olarak ciddi sayıda siyahi ve Asyalı, yoksul oldukları ve çalışma amacıyla sınırı geçmeye çalıştıkları düşüncesiyle devamlı olarak durdurulmakta ve sorgulanmakta. Rakamlara baktığımızda ortaya çıkan tablo bize, siyah bir Güney Afrikalı’nın ve yine siyah bir Kanadalı’nın, ayni ülkenin beyaz vatandaşlarına göre sınırda durdurulma ve sorgulanma oranının 10 katı olduğunu gösteriyor.

İngiltere İçişleri Bakanlığı ise ayni raporda sunulan bu verilerin ortaya çıkmasında ırkçılığın değil, sosyo-ekonomik faktörlerin rol oynadığını savunmakta. Bir başka deyişle, genellikle siyahilerin karşılaştıkları bu ayrımcılığın sebebi, siyah olmaları değil, genellikle fakir olmaları ve çalışmak  amacıyla sınırı geçiyor olma olasılıkları.

İçişleri Bakanlığı’nın vardığı bu sonuçla ilgili iki problem karşımıza çıkmakta. Birinci problem; bu iddia ile rakamların anlattıklarının çelişiyor olması. Örneğin, siyahi bir Kanadalı’nın geliri, beyaz bir Güney Afrikalı’nın iki katı olmasına rağmen, siyah bir Kanadalı’nın beyaz bir Güney Afrikalı’ya göre söz konusu ayrımcılığa daha fazla maruz kalması, raporda sunulan bu tezi çürütmekte. Raporu hazırlayanlar tarafından varılan bu yanlış sonuç, bir anlamda ırk ve sınıfı ayırma çabalarının kendilerini düşürdüğü bir kafa karışıklığı olarak değerlendirilebilir.

Öte yandan, söz konusu insanların karşılaştığı engeller pratikte ırkçı olsa da, ayni zamanda açık bir sınıfsal ayrımı içeriyor. Rapora göre, “Sınırdaki bazı yetkililer için ‘güvenilir olmak’ kişinin ekonomik durumuyla ölçülebilir bir mesele. Bu açıdan bakıldığında yoksul olanın batıya girişini engelleyen yetkililer aslında işini gayet iyi yapmakta.

Sonuç olarak, en temel insan haklarından biri olan dolaşım hakkı eleştirilerin merkezi haline geliyor. Belki Avrupa’da, bu hak doğrultusunda önemli adımlar atılmış olabilir fakat açıkcası dünyanın geriye kalanıyla batının arasına kalın ve devamlı büyümekte olan bir duvar çekilmiş durumda. İnsanları dışarıda tutan şey ise ekonominin ta kendisi.

Varlıklı olanlar için ise durum çok farklı. Rapora göre göçmenlerden sorumlu yetkililerin öğrenmiş olduğu şeyler arasında, bir Amerikan işadamına yanında kaç para olduğunu veya banka hesabıyla ilgili detayları sormamak başta geliyor. Yani, emekli maaşınızı çalması en muhtemel kişiler sınırdan elini kolunu sallayarak geçebiliyorken, burgerinizi servis edecek olan ya da evinizi temizleyecek olan kişiler için ‘küresel vatandaşlıktan’, dolaşım hakkından söz etmek mümkün değil.

Elbette ulus devletler var olduğu sürece sınırlar da, göçmenlik yasaları da var olmaya devam edecek. Elimizden gelen ise, en azından bu yasaların adil olduğunu iddia etmekten vazgeçme ve baştan aşağı insanların aleyhine olacak şekilde dizayn edildiklerini anlayabilmek.

 

 

 

Bu yazı Ocak 2007 tarihinde Guardian gazetesinde yayınlanmıştır. (http://www.theguardian.com/commentisfree/2007/jan/22/comment.immigrationandpublicservices)