ARGASDİ’NİN KIBRIS TARİHİ SAYISINDAN: “NENEM, SEZAR’IN AŞÇISI VE LUNAPARK”

Nazen Şansal

nazen_sansal@yahoo.com

nazen argasdi tarihSınırlar ve sınıflar arasında, canımızı yakan bir sömürü düzeninde yaşıyoruz.  Buna rağmen egemen sınıflar hala duruyor tepedeki yerlerinde, aşağıda da bir sürü insan… Zora, şiddete dayansa da egemenlikleri, kaba kuvvet, çıplak şiddet, iktidar olmayı sağlasa da, iktidarın kalıcı olabilmesi için ideolojik egemenlik (gönüllü kabullenme) de gerekiyor. Halkın günlük pratiğinde bir şeyler değişmedikçe, ekmek satılmadıkça eskisinden daha ucuza, kolay değil gönüllü rızayı elde etmek. Bu nedenle geçmişten gelen ve geleceği garantileyen bir resmi ideolojiye ihtiyaç duyuyor yönetenler. Ve bu da ancak resmi tarihe dayandırılarak sağlamlaştırılıyor. Resmi tarih ise toplumun hafıza kaybına uğratılması, toplumsal belleğin yok edilmesi, bozulması, bugünün egemenlerinin ihtiyacına uygun bir bellek yaratılmasıyla mümkün oluyor.

 

Nenem

Nenem 88 yaşında, yaşayan bir tarih aslında… Fakat son yıllarda kendi tarihinden habersiz. Yaşadığı rahatsızlık, gün be gün hafızasını bulanıklaştırıyor, silikleştiriyor. Bir zamanlar koca bir aileyi çekip çeviren kadın, yarın ne yapacağına dair karar veremiyor çünkü dünü hatırlamıyor. Doktorunun tavsiyesi üzerine, eski fotoğraflar ve eşyalar, görebileceği bir yerde tutuluyor ya da yakın geçmişi anımsatan şeyler, örneğin o öğün yemek yediğini hatırlatan tabaklar, bir süre ortada bırakılıyor.

Bir Afrika atasözünde söylendiği gibi: “Eğer nereden gelindiği bilinmiyorsa nereye gidildiği de bilinmez.” Kişiler için geçerli olan bu durumun toplumlar için de geçerli olduğunu, egemen sınıflar gayet iyi biliyor. Toplumsal bellek, toplumsal kimliğin başat unsuru olduğundan, yönetebilmenin yolu unutturmaktan, toplumu tarihsizleştirmekten dolayısıyla da kimliksizleştirmekten geçiyor. Bu, geleceğini kurgulayamayan bir toplum yaratmaya “hizmet etmekle” kalmayıp, egemenlerin geçmişte yaptığı haksızlıkları ya da katliamları veya verdikleri sözleri unutturmaya da yarıyor. Nenemin eski eşyalarının ona bazı şeyleri hatırlatabileceğini, doktoru gibi iktidar sahipleri de biliyor. Bu nedenle kimi zaman yok saymaya yok etme de eşlik ediyor. Kitaplar yakılıyor, toplumun geçmişini çağrıştıran araçlar tahrip ediliyor, tarihi ve kültürel eserler yıkılıyor.

Ama her şeye rağmen hatırlıyoruz, sınıf mücadeleleri sayesinde tarih devam ediyor…

 

Sezar’ın aşçısı

Brecht’in bir şiirinde okuyan bir işçi soruyor: “Sezar Galyalıları yendi. E bir aşçısı olsun yok muydu yanında? Nereye gittiler dersin Çin Seddi’nin bittiği gece, duvarcılar?”

Hepimiz resmi tarihin kahramanlık masallarıyla büyüdük. Filanca kişi olmasaydı falanca zafer kazanılamaz, şu büyük adam doğmasaydı bu ülke kurulamazdı.Ortak düşman ve kişi kültü üzerinden duygudaşlıklar yaratmaya dönük resmi tarih anlayışı, sadece gerçeği tahrif etmeye ya da kafaları bulandırmaya değil, daha vahimi, tarihi yapan kitlelerin, tarih sahnesinden dışlanmasına sebep olmakta. Böylece tarihte olduğu gibi bugün de bizim, hayatı dolayısıyla da tarihi yapan gerçek özneler olduğumuz, bugünümüze müdahale edip geleceğimizi değiştirebileceğimiz gerçeği gözden kaçırılıyor. Bununla da kalmayıp, böylesi bir “kahramanlık” tarihi, daha doğrusu kurmaca edebiyatıyla, erkek egemen ve militarist sistem pekiştiriliyor. Tarih derslerinden arta kalanları yokladığımızda çoğumuzun aklına iyi asker ve yönetici olan erkekler gelirken, halkının kurtuluşu için can veren veya egemenlerin çıkarları için savaşmayı reddeden kitleler ya da bilime veya sanata emek vermiş kadınlar gelmiyor.

Ama her şeye rağmen, aşçılar ve duvarcılar olarak kendi tarihimizi yazıyoruz, sınıf mücadeleleri sayesinde tarih devam ediyor…

 

Lunapark

Bir grup insana çocukluk resimlerini göstermişler. Resimlerin çoğu gerçekten olan şeylermiş. Bir lunapark resmiyse sahteymiş. Lunapark fotoğrafına, oraya hiç gitmemiş çocukların resmini yerleştirmişler. Gruptaki insanların yüzde sekseni sahte resimde kendini görüp, olayı, olmadığı halde hatırlamış.

Bir şeyi hatırlamak onu basitçe tekrar etmek değil, çok farklı koşullar altında yeniden oluşturmak, inşa, hatta sahte lunapark resminde olduğu gibi bazen icat etmektir. Dolayısıyla son zamanlarda hayli popüler olan “tarihle hesaplaşmak” ya da “geçmişle yüzleşmek”, orada bir yerlerde durup bizi bekleyen “objektif” bir geçmişin keşfedilmesi, pasif bir biçimde hatırlanması değil, onun bugünkü gerçeklik içerisinde yeniden tasarlanmasıdır. Hafıza bu anlamda aktiftir; hafızayla ilişkimiz geçmişten çok gelecekle ilgilidir. İnsanlar ancak yeni bir gelecek tasarladıklarında hafızalarını tazeleme ihtiyacı hissederler. Nasıl bir geçmişe ihtiyaç duyduğumuz, nasıl bir gelecek tahayyül ettiğimizle doğrudan alakalıdır. Bu anlamda tarihle yaşanan her “hesaplaşma”nın siyasi bir içeriği vardır.

Resmi tarih, unutturmaya, yalana ve sansüre dayanan ısmarlama bir tarih versiyonu olarak eğitimden medyaya tüm araçları kullansa da, geçmişi yok saymak, onu yok etmeye yetmiyor. Birileri hatırlıyor, birileri kendi tarihini bulup ortaya çıkarıyor. Bu halde egemenler yeni bir stratejiye başvurabiliyor. Adına “geçmişle yüzleşme” diyerek aslında sadece söylediği ya da paydaşı olduğu yalanları bir miktar azaltıyor, düzeltiyor. Bunu yaparken ise, dün de var olan bugünün çelişkilerine ve tahakküm ilişkilerine hiç dokunmuyor. Geçmişi, pasif bir şekilde anılacak karanlık bir dönemden ibaret göstererek bugünün mücadeleleriyle bağını silikleştiriyor. Böylece tarihin bir kısmı, büyük çoğunluğun üzerinde uzlaşabileceği, ideolojisiz bir anı haline geliyor. Geçmiş felaketler, bugünü aklamak ya da bugüne şükretmek için hatırlanır, daha doğrusu hatırlatılır oluyor.

Ama her şeye rağmen, dün ile yarının ilişkisini kuruyoruz; hiç gitmediğimiz bir lunaparka gttiğimizi zannetmek yerine tüm çocukların gitmesini düşlüyoruz. Sınıf mücadeleleri sayesinde tarih devam ediyor…

 

Kaynaklar:

Fikret Başkaya, Resmi Tarih Tartışmaları, Özgür Üniversite Yayınları

Foti Benlisoy, Bir İktidar Stratejisi:Yüzleşme