SINIRLAR ARASINDA MÜLTECİLER – Pınar Piro

Yaptığı icraatlarla insan sayılmak için beyaz Avrupalı olmak gerektiğini ima eden iki yüzlü AB’nin “İnsan Ticaretiyle Mücadele Günü”nde, Argasdi’nin “Göç” dosya konulu 44. sayısından bir yazıyı paylaşıyoruz sizlerle…

14409184_10153349949427395_1734494573_nSavaş… Var olduğu coğrafyada insana, hayvana ve doğaya telafisi mümkün olmayacak zararlar veren, asla unutulmayacak en kara anıların bütünü. Birçok insan; yaşlı, genç, kadın, erkek, yetişkin, çocuk demeden ya elinde silahla öldüren oluyor bu savaş oyununda ya da kaçmaya çalışıyor bu zulümden. Peki kim kuruyor bu savaş oyununu? Başlatan kim? Kazanan kim? En çok öldüren mi kazanıyor? Hayır. Ne o ilk ateşi açan başlatıyor savaşı ne de o ilk insanı öldüren. Savaşları kapitalizm başlatıyor. Gücüne güç katmak isteyen, daha fazla sömürmek isteyen, işgale susamış devletler kuruyor bu oyunu. Vaatlerle kandırılmış askerler iniyor meydana… Oyuna katılmayı istemeyen halklar da büyüklerin savaşında eziliyor. Evlerinden, yurtlarından, canlarından oluyorlar. En çok “güç” kimdeyse o kazanıyor savaşı. Ama kaybedenler, çok açık ki halklar oluyor.

Bu kirli savaşlardan kaçanlar, kurtuluşu doğdukları toprakları terk edip hiç bilmedikleri topraklara sığınmakta arıyorlar. Ancak bu kaçış daha da kara anılar ekliyor hafızalarına. Elde avuçta olan tüm varlıklarını bir umuda yatırıyorlar ve bir bilinmeze doğru başlıyor “umuda yolculuk”.Hareket edemeyecek kadar sıkışık ve havasız tekneler, uçsuz bucaksız kupkuru çöller. Kumlardan mezarlar oluyor. Manşetler karanlıklar içinde yayınlıyor, kıyıya vurmuş cansız bedenlerin fotoğraflarını… Bazıları ise biraz daha “şanslı” oluyor. O gemi yanaşıyor limana ya da o çöl bitiyor ve hepsini bir sınır karşılıyor. Yeni bir devletin yeni sınırları, yeni yasalar. İşte o yeni yasalar çoğu zaman kabul etmiyor bu sığınmacıları. Çünkü onlar mülteci. Ve maalesef ülkemiz dahil tüm dünyada mülteciler hep “sorun”.

Mültecilerin hayatı hep şansa bağlıdır. Bir devlete sığındıkları zaman ya geri gönderileceklerdir ya da bir şekilde giriş yapacaklar ama her zaman yasa dışı olup her an sınır dışı edilme riski ile yaşayacaklardır. Oysa uluslararası hukuk, devletin, topraklarında bulunan herkesin, insan yaşamının temel gereklerini karşılamaya hakkı olduğunu söylüyor: Sağlık hakkı, beslenme hakkı, konut hakkı, eğitim hakkı, su hakkı. Ve hatta mültecilik durumu söz konusuysa veya kişinin risk altında olacağı bir ülkeye geri gönderilme yasağına uygun bir durum varsa, kişinin ülkede bulunmasını yasal kılmaya yeterli. Yani kişi ülkeye yasadışı yollardan girmiş, yetkililere başvurup kaydolmamış olsa bile, o ülkenin topraklarında hayatını devam ettirebilir. Bu sözleşmelere uyan ülkeler elbette var ancak oralarda bulunan mülteciler de, ülke insanları ile eşit şartlarda yaşamıyor.Bazı ülkeler ise mültecileri kesinlikle kabul etmiyor ve yakalayabildiği sığınmacıları geldikleri yere, kaçtıkları zulüme geri gönderiyorlar.

Güç savaşlarının artması, mülteciliğin de artmasına neden olmaktadır. Hal böyle olunca da ülkeler bu kez de, sığınmacılarla mücadele etmek için yeni politikalar üretmektedir. Bazı ülkeler bu “sorun” ile mücadele etmek için sınırlarına özel birlikler yerleştirmekte, askeri tatbikatlar düzenlemektedirler. Çünkü dünyanın yoksulları olan mülteciler, yaşama tutunabilmek, daha refah, daha güvenli bir yaşam sürebilmek için her geçen gün artan bir oranda hareket halindedir ve mümkün olduğunca Batı’nın merkezlerine göç etmektedir.
Yani sonuçta, Batılıların talan ettiği ülkelerinden kaçan mülteciler sığınmak için yine zenginliğin merkezi olan Batı’ya kaçmaktadırlar. Gitmek istedikleri yere kadar birçok tampon ülkeden geçmek zorunda kaldıkları için de, çoğu buralarda yakalanıp ya geri gönderilmekte ya da şartlar uygun olana kadar toplama kamplarında yaşamaya mahkum edilmektedirler. Ve bu insanlar tüm bunlarla mücadele ederken sığındıkları ülkeler onlar üzerinde pazarlık masasına oturabiliyor. Örneğin, TC, Suriye’den gelen mültecilere kapılarını açtığı için “insanlık” yaptığını düşünüyor. O insanların ülkelerini terk etmesinde baş rolü oynayan Erdoğan, mülteciler üzerinden Avrupa Birliği ile pazarlıklar yapıyor. Kendi ülkesini kan gölüne çeviren politikalar izlerken, AB’nin buna sessiz kalmasını da bu yolla engellemeye çalışıyor.

Sığınmacı kabul eden ülkeler, bu insanlara barınma hakkı tanıyarak onlara bir lütufta bulunduklarını düşünmektedirler. Ancak bir kimlikleri dahi olamayan bu insanlar, ülkenin geriye kalanın sahip olduğu yaşamsal hakların hepsinden mahrum bırakılmaktadırlar. Çocukları okula gidememekte, hastalandıkları zaman sağlık hizmetlerinden faydalanamamaktadırlar. Her zaman ucuz iş gücü olarak görülmektedirler. Çünkü onlar çalışmak, patron ne derse yapmak, ne kadar para verirse versin kabul etmek zorundadırlar. Yoksa hemen bir ihbarla sınır dışı edilirler. Peki bu mudur o yolculuğa başlarken umut ettikleri? Bu mudur ölümden kaçarken hayal ettikleri yaşam…

14374664_10153756244846927_2103625374_oKadınlar ve çocuklar…

Savaşlarda olduğu gibi göçlerde, mülteciliklerde de kadınlar ve çocuklar farklı etkileniyorlar. Kadınlar, kaçışları öncesi ve esnasında, sonrasında da sığınma ülkesinde fiziksel ve cinsel saldırı ve istismara uğruyorlar. Yaşanan ruhsal bozukluklar nedeni ile eşleri tarafından da istismara uğrayıp şiddet görebiliyor hatta bazen terk ediliyorlar.Kadınlar artık sadece kadın oldukları için değil, yasa dışı oldukları için de bir kez daha güçsüzleşiyorlar. Kayıt dışı işlerde çalıştırılırken taciz ve tecavüzle de başa çıkmaya çalışıp, korkudan baş kaldıramıyorlar.

Ve bir ülkede mülteci olmanın, yasa dışı olmanın, güçsüz olmanın en ağır bedelini çocuklar yaşıyor. Ne ülkelerine dönebiliyorlar ne de o ülkeden olabiliyorlar. Geçmişlerini, kültürlerini kaybedip hayalini bile kuramadıkları bir geleceği yaşıyorlar.Ebeveynlerin sıkıntıları ve tedirginlikleri çocuklarının normal duygusal gelişimini ciddi biçimde kesintiye uğratıyor.Çocukların yeni bir çevreye alışma ve uyum sağlamak için doğal bir eğilimi vardır. Ancak dillerini bile bilmedikleri, okullara alınmadıkları bir ülkede bu çok zordur. Bu çocuklarda anadil çoğunlukla kaybedilen ilk şeydir, onunla birlikte çocuğun kimliğinin önemli bir parçası da kayboluyor.

Peki ne yapalım?

Yaşadığımız ülkede var olan mülteciler için elimizden gelen her şeyi elbette yapalım. Yiyecek, içecek, kıyafet, gerekli olabilecek tüm eşya yardımlarına katkı koyalım. Ülkemizde sığınma yasasının geçmesi,mülteci statüsü oluşturulması ve mültecilerin insanca yaşaması için uğraşalım. Irkçı saldırılara karşı duralım.

Tüm bunları var gücümüzle yapalım. Ancak bunlar hiçbir zaman yeterli olmayacaktır. Savaşlar son bulmadıkça, kapitalizm o oyunu kurmaya ve emperyalizm de kuralları belirlemeye devam ettikçe, mültecilik hep olacaktır. Güçlüler güçlü olmaya devam ettikçe, olan hep güçsüzlere olacaktır. Bu dünyada sınırlar var olmaya devam ettikçe, birileri hep sınır dışı olmaya mahkum kalacaktır. O yüzden bu oyunu kazanmanın tek yolu, tüm dünya halklarının ortak soruna karşı vereceği ortak mücadeledir. İnsan öldüren sisteme bir son verilmelidir.