İNSAN DOĞASI GEREĞİ… – Pınar Piro

“İnsan doğası var mıdır? insan doğası gereği saldırgan, bencil ve rekabetçi midir?” İnsan Doğası Gereği isimli makalede bu sorulara yanıt bulmaya çalıştık. ” İnsan”  dosyalı 45. sayımıza 5TL karşılığında tüm gazete bayiilerinden ve Baraka Kültür Merkezi’nden ulaşabilirsiniz.

Pınar Piro

 

pinarpiro@googlemail.com

insan doğasıİnsan bencildir! İnsan rekabetçidir! İnsan savaşçı ruhludur! İnsan doğası bu, değiştiremezsin!

Yaşamın birçok anında karşımıza çıkan, insan doğasına ilişkin kalıplaşmış cümleler… Belki de bazen açıklayamadığımız durumlar karşısında kaçınılmazlığına sığındığımız cümleler…

Hepsine değinecek olmakla birlikte evvela insan doğası üzerine konuşmak gerektiği kanaatindeyim.

 

İnsan doğası nedir? Hatta cevaplanması gereken ilk soru, insan doğası var mıdır?

İnsan doğası ve varlığı üzerine çok çeşitli görüşler bulunmakla birlikte, özcülük ve tarihselcilik üzerlerinde en çok durulanlardır. Özcülük, insan doğasını “sabit bir öz ” ve “evrensel bir insan varoluşu ” olarak ele alır. Yani onu tarihin bir parçası olmaktan ayırır ve insanı varlıksal özellikleri ile betimler. Tarihselcilik ise  “değişen bir öz”den bahseder. Farklı zamanlar ve farklı toplumsal koşulların insan üzerinde etkisi olduğundan bahseder ve bu nedenlerle farklılaşabilen insan doğasını tanımlar. Burada, tarihsel olarak değişebilen ve sosyo-kültürel olarak özgülleşebilen bir insan söz konusudur.

İnsanın bir doğası olmadığını toptan iddia etmek de yanlıştır. Eğer öyle olsaydı, insan doğadaki diğer canlılardan ayırt edilemezdi. İnsan olma, her zaman belli bir sosyal ve tarihsel oluşum içinde belirlenirken, bazı yanları elbette biyolojiktir. İnsanın doğuştan sahip olduğu yapıdan dolayı, yiyeceğe, suya, uykuya, doğanın güçlerine karşı barınağa, cinsiyet tatminine ihtiyaç duyduğu bir gerçektir. Ancak bunlara ihtiyaç duyan diğer canlılardan ayırt edici olarak konuşma, akıl yürütme ve üretme yeteneklerine de sahip olduğu, bunlar sayesinde dünyada yaşayan diğer canlıların tamamlayamayacağı şekilde doğayı belli amaçlar dahilinde değiştirebildiği de çok açıktır. En basit örnekleri ile insan biyolojik olarak gerekli besinleri almadan yaşayamaz ancak tavaya iki yumurta kırmak kalıtsal olabilir mi? Nefes almak kalıtsaldır ancak güzel kokulu bir çiçeği koklamak doğuştan gelen bir davranış mıdır?

İnsan doğası üzerine yapılan tartışmalar, insanın biyolojik/doğal olan yönü ile toplumsal/kültürel yönlerini buluşturan çok yönlü insan kavrayışını incelemektedir. Herkesin aklında yer etmiş, insan doğasına ilişkin en önemli deyişlerden biri olan, “insan doğasının bir tabula rasa  olarak algılanması” da bu tartışmalarda kendine yer bulmuştur. Lichtman’a göre bu kavrayış kendi içinde çelişkilidir. Üstüne hiçbir şey yazılmamış bir tablet bile, plakmumunun yazı aracı iğneyi kabul etmesi gibi,  tebeşiri kabul etmesine izin verecek belli özelliklere sahip olmalıdır.

 

İnsan doğası bencil, saldırgan ve rekabetçi midir?

Bugün, insanların bencilliğe ve saldırganlığa yatkın olduğu açık bir gerçektir. Savaşların had safhada olduğu, eşitsizlikten doğan sorunların çözümünün milliyetçilik ve dinsel ayrışmalarda arandığı, çocukların silahlarla ve çatışmalı dijital oyunlarla büyütüldüğü dünyamızda bu sonuç çok doğaldır ancak evrimsel geçmişimizden geldiğini iddia etmek safsatadır. Hal böyleyken, herkese insanca yaşama koşullarını sunmayan ekonomik sistemi ve hükümetleri suçlamak yerine, etçil olduğu düşünülen ilk insanları suçlamak daha kolay gelmektedir.

Özellikle, pek çok insanın doğası gereği açgözlü ve haris olduğu, do­layısıyla bu tür insanların paylarına düşenle yetinmeyip daha çoğunu is­teyecekleri ve diğerleri üzerinde hakimiyet kurmayı arzulayacakları düşüncesi de sık sık öne sürülüyor. Oysa içinde yaşadığımız toplumda insanların nasıl davrandıkları in­celendiğinde bunun yanlış bir sav olduğu ortaya çıkıyor. Toplumda sa­yısız çoklukta açgözlülük ve harislik örneği yaşandığı kuşkusuz doğru – sağ partilerin milletvekilleri ya da Amerikan Başkanlık seçimlerini ka­zanan türden politikacılar bu örneklerden yalnızca birkaçı. Bununla bir­likte, pek çok özveri, cesaret ve duyarlılık örneğine de rastlıyoruz. Deprem, yangın vb. felaketler sırasında bazı insanların diğerlerine yardımcı olabilmek için yaşamlarını riske atabildiklerini görüyoruz. Hatta hükümetlerin en ahlaksız, en vahşi emperyalist savaşlara giriş­me planları yaparken, kamuoyunun desteğini kazanabilmek için bu savaşları ‘insancıl amaçlı askeri müdahaleler’ gibi göstermek zorunda kalmaları da, “insanların başkalarına yardım etme” hissiyatını sömürme yolunu seçmelerinin bir örneğidir. Dönemin İngiliz hükümeti ülkesinin Birinci Dünya Savaşı’na katılımını meşru kılabilmek için ‘zavallı Belçika’nın yar­dımına koşma’ yalanına başvurmak zorunda kalması veya benzer şekilde, petrol için girişilen Körfez Savaşı’nı meşru göstermek için ‘zavallı Ku­veyt’i kurtarma’ gerekçesi kullanılması gibi…

İşin aslında, bir birey doğuştan iyi ya da kötü değil, kimi zaman ben­cil ama kimi zaman cömert, bazen korkak ama bazen cesur, kimi zaman atılgan ama kimi zaman temkinlidir. Ailesi için her türlü özveriye kat­lanmaya hazır olduğu halde komşusu için kılını bile kıpırdatmayacak in­sanlar vardır. Bazıları bir hayır kurumuna oldukça cömert maddi katkı­larda bulunurlarken çocuklarına karşı cimri bir tutum takınırlar. Kimileri hayvanlara karşı sınırsız bir acıma ve sevgi içinde oldukları halde insan­lara karşı çok az duyarlılık gösterirler…

Amerika’daki Kızılderililer için toprağın özel mülkiyeti ‘doğal olma­yan’ bir şeydi. Onsekizinci yüzyılın toprak sahibi ise bunu en temel in­san hakkı olarak görüyordu. Antikçağ’daki Yunanlılar eşcinselliği sev­ginin alabileceği en yüksek form olarak görüyorlardı. Oysa, Viktorya dönemi İngilizleri için eşcinsellik aşağılık bir şeydi. Görücü usulü evli­lik, geleneksel Hintliler için yüzyıllardır geçerli bir biçim olarak varlığı­nı sürdüregelmiştir. Bugün, Batı’daki pek çok insan bunu ‘doğal olma­yan’ bir şey olarak görüyor. Dolayısıyla, toplumsal koşulları değiştirdi­ğimiz anda ‘insan doğası’nı da değiştirmiş oluyoruz.

 

Sonuç yerine

İnsan doğasının varlığını tam olarak yadsımak doğru olmamakla birlikte değişemez olduğunu savunmak da yanlış bir bakış açısı olacaktır. İnsan, içinde yaşadığı tarihin en önemli parçasıdır. Hem onunla değişmekte hem de onun değişmesine sebep olmaktadır. Toplumsal bir yapıya sahip olması da, doğasının değişebilir olduğunun en önemli kanıtıdır.