Kandırılmışlık İlamı – Emel Kaya

Argasdi 46. sayımıza konuk olan şair Emel Kaya’dan “şiirde zaman” üzerine… 

46. sayıyı hala almadıysanız tüm kitap evi ve marketlerden alabilrsiniz.

Kandırılmışlık İlamı

Bir şiirin ne zaman yazılmaya başladığını düşünüp duruyorum bir süredir. Elime kalemi aldığım zaman yazılmaya başlamadığı besbelli artık. Elimden kalemi bıraktığım vakit bitmediği de. Kâğıttan ve kalemden öncesini kestiremiyorum. Oysa müthiş bir ‘başlamışlık’ ve dahi ‘bitirmişlik’ duygusu içinde, muzaffer bir komutan edasıyla dolanıyorum ortalıkta. “Bir şiir daha yazdım! Bir şiiri daha bitirdim, ey ahali!” diyorum. Çünkü bana haddimi bildirecek olanla henüz karşılaşmamışım. Henüz ‘tamamlanmamışlık’ın dört başı mamur tanımını yapacak olana, ‘zaman’a toslamamışım. Çünkü toslasam, şiirin ne vakit başladığı ve ne vakit bite(meye)ceğini ayırt eder, susup köşeme çekilirim âdâbımla.

Yazdığının, senden öncekilerden illaki bir biçimde el almış ve senden sonrakilere illaki bir biçimde el verecek yazdığının, ebediyetle filan bir ilişkisi olduğunu sanıyorsun ya, bir fiil yanılsamasından âzâde olamadığın içindir bu. Bu, tüm ‘yazıcılar’a bulaşmış bir zaman vebasıdır. Zamana meydan okuyabileceği sanrısıyla gezinen zavallı, bedbaht kalem tutucular! Azizlik gibi, şiir de bir maceradır oysa. Eğer bir hakikat arıyorsan, şiirden uzak dur Emel! Hakikat peşinde koşarken zamanı aştığın fikriyle sarhoş salınıyorsun. Bu sarhoşluğunla, sevinçlerle kederlerin kadim simetrisini bozuyor, yalpalıyorsun!

11181297_1047618085257336_5458189203598005365_n

Bana kulak ver, iki kıssa anlatayım sana:

“Lâ-mekân! Adımımı nereye koyayım?” diye sızlanıyordu bir şair. Zaptedemediği, çekiştirip durduğu canını, sersemliklerini, ciğerlerini, dalağını, sonra virgüllerini filan koyacak yer arıyordu. Ona, zamana dağılan endişelerini gösterdiler. Bunlar benim değildir, dedi, inkâr etti. Rağmen, zamandışı bir kristale tıkmak için derleyip toplamaya kalkıştı hepsini. Adımını fütursuzca oraya koydu, şiir dedi bunun adına. Çok yanıldı. Çünkü ona, adımın senin değildir, dediler. “Her şey bana yüktür” diye inledi.

“Bak sana zamanın ruhunu verdik; gezin oralarda.” dediler bir başka şaire. İnandı elbet. İnanmayıp ne yapsındı? Cazibe vardı bahçesinde, yorgun düşleri ve çatlamış kemikleri için çeşit çeşit teselli vardı. Şeylere başka adlar verdi -güzel adlar- ; şeylerin gazabı ona övgüler olarak göründü. Zamanın ruhunda süzülürken, zihnin mezarlığında salınmakta olduğunu anlayamadı. “Her şey bana yüktür” diye inledi.

“Hatırladığım kadarıyla, vaktiyle, hayatım bir şölendi, tüm gönüllerin açıldığı, tüm şarapların aktığı bir şölen. Bir akşam, Güzelliği dizlerimin üstüne oturttum. -Ve onu çok acı buldum.- Ve sövdüm ona.” diyen Rimbaud’ya kendi hatırladıklarınla, verdiğin güzel adlarla karşı çık hadi! Güzellik acı değildir, de! Diyemezsin! Hatırlamak için ‘zaman’ı bilmen gerek. Zaman, sana lütfunu bir daha göstermeyendir.

Zamanın ve şiirin oldurulmuşluğuna and olsun, zaman beni geçip gitti! Varsın geçsin, uzakta bir köşecikten, üç, beş, yedi köşecikten sarkıp dursun; gözüme filan da görünmesin. Densiz! Mezarıma dahi gelmesin mümkünse!

Zamanın ve şiirin oldurulmuşluğuna and olsun, şiir de öyle ardında bırakıyor beni, mütemadiyen. Bu hikâyede en zavallı, en acınası durumda olan benim! O halde bırakın şiir ve zaman için üzülüp sızlanmayı. Bana acıyın! Yazdıkça arkada kalan, üzerine basılıp geçilen, tahtından indirilmiş, bu mel’un zaman ve hadsiz şiir tarafından bütün kaleleri zaptedilmiş, mülkleri elinden alınmış bana acıyın!

Ben, erken trenlerde (1), bir çılgın nar ağacı (2), ateş karalamaları (3) tarafından kandırıldım! Bir mânâ cennetinin buzağılarıyla oynaşıyordum. Dişlediğim sözlerin haddi hesabı yoktu. Şeyler ve harfler bana çarpıp çarpıp düşüyordu, dönüşüyor, evriliyor, başka başka görünüyordu. Ben, kutsal ayinlerin şamanı, mezmurların Davut’u, Süleyman Mabedi’nin Meryem’i, bir sabah gözlerimi açtığım vakit, mânânın cennetinden kovulmuş, kendimi otoban kenarında Dodge marka kamyonlara otostop çekerken buldum!

Bir “olmaya bırakılmışlık” tarafından kandırıldım ben!

 

(1) Boris Pasternak, Seçme Şiirler, (Çev: Azer Yaran), Can Yayınları.

(2) Odisseus Elitis, (Çev: Cevat Çapan), Can Yayınları.

(3) Tomas Tranströmer, (Çev: Cevat Çapan), Can Yayınları.