“Kıbrıs’ta Barışın Tam Zamanı” mı? – Onur Bütüner

Argasdi’nin 3 ay önceki 46. sayısında yayımlanan ve hala güncelliğini koruyan bir yazı…

tepkilerini-baris-isareti-yaparak-gosterdiler-258601

Yıl 2004. Kıbrıs sorunu konusunda liderler seviyesinde önemli gelişmelerin olduğu bir dönem. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin AB’ye girme mevzusunun da etkisi ile BM’nin arabuluculuk yaptığı görüşmeler hızlanmıştı. Dönemin BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın hazırladığı plan, o zamanki liderlerin önüne “barış” diye sunulmuştu. Bunun üzerine referandum sürecinin başlaması ile barışa susamış halklar sokağa dökülmüştü. Sol siyaset içinde yer edinmiş örgütler, Annan’ın “barış” planına kilitlenmiş ve neredeyse o dönemde bütün siyaseti bu süreç üzerinden yürütmüştü. Aynı şekilde sağcı, faşist örgütler de referandumdan hayır çıkabilmesi için şovenist söylemlerini arttırmıştı Ancak tüm bunlar olurken, benzin hala zamlanmaktaydı. Hala elektrik sorunu çözülememişti. Hala özelde emekçi sömürüsü devam etmekte, hala örgütsüz özel sektör çalışanları patronlarının iki dudağının arasında yaşam mücadelelerini sürdürmekteydi. Halbuki o zaman da barışın tam zamanıydı.

Ve yıl 2017. Kıbrıs’ın kuzeyinde Cumhurbaşkanlığı seçimlerini Mustafa Akıncı’nın kazanmasıyla birlikte başlayan görüşmeler sürecinde, masada neler konuşulduğunu halkların bilmemesine rağmen, “barışın tam zamanı” havası yaratılmaya başlandı. Mont Pelerin zirvesi ardından 5’li görüşmeler ile sanki barış bugün ya da bilemediniz yarın olacakmış gibi bir suni gündem yaratıldı. Ancak bizler bilmeliydik ki ne 2004’te ne de 2017’de yapılan görüşmelerde oluşacak bir barışın bizim hayatımızı çok değiştirecek bir durumu vardı. Halkların elinden gelmeyen barış, eğer “kurtarıcıların” kontrolünde geliyorsa bu bizlerin barışı değildir. Bu ancak ve de ancak bu ülke üzerinde planları olan emperyalist güçlerin üzerimizde oynadıkları oyunun bir parçasıdır. Ve bu yüzden de bu şekilde bir barış geldiğinde, yani bir sabah uyandığımızda “barışın” olduğunu duyduğumuzda bizlerin hayatında neler değişecek? Özel sektör çalışanları sendikalaşıp haklarını savunabilecekler mi? Ülkedeki zamlar birden bitecek mi? Yollar gerekli altyapıya kavuşacak mı? Ama olsun bunları konuşmaya gerek yok çünkü bunların hepsini çözümden sonra konuşmalıyız: Çünkü şimdi barışın tam zamanı!

Evet bugün duyduklarımızı ilk kez duymuyoruz. 2004 referandumundan sonra Mehmet Ali Talat’ın Kıbrıs’ın kuzeyinde Cumhurbaşkanı seçilmesi ile yine barışın tam zamanı olduğunu da duymuştuk. Bunları tartışıp, konuşurken aklıma iki soru geliyor:

1.Gerçek barış mücadelesini örmenin yolu sadece liderler seviyesindeki görüşmelere göre şekil almak mıdır?

2.Gerçek barışın zamanını mı aramalıyız, yoksa onu nerede bulacağımızı mı? Yani gerçek barış nerededir?

Birinci soru ile başlayacak olursam, adanın birleşmesini ve iki halkın birlikte huzur içinde yaşamasını istiyoruz ve bu konuda üstümüze düşen her görevi de yapmalıyız. Ancak bu, liderleri cesaretlendirmekle ya da barış için Cumhurbaşkanlığı önünde örgü örmekle olacak bir şey değil. Liderleri cesaretlendirmekten onlara arzu ettiğimiz barış için mücadele etmeleri konusunda baskı yapmalıyız. Yapılan görüşmelerin şeffaf olması ve toplantıların basına açık olması konusunda liderleri zorlamalıyız. Geleceğimizi kuracak olan bu masada ne konuşulduğuna dair dedikodu düzeyinde birkaç bilgi kırıntısı ile liderleri nasıl destekleriz? Sola sempati duyan işçi, emekçi, göçmen halklara karşı sorumluluklarımızı unutmamalı, barış mücadelesinin yolunu örerken daha sorgulayıcı, zorlayıcı ve hesap sorucu durumda olmalıyız. Görüşmelere göre şekil alıp gündelik yaşamda, iç siyasette yaşanan sıkıntıları ikinci plana atan bir “sol” halka karşı sorumluluğunu yerine getirmemiş demektir.

İkinci soruyu birinci soru ile bağlayacak olursak, bizler öncelikle gündelik yaşamdaki sıkıntılarımızdan örgütlenmeye çalışmalıyız. Çünkü bizleri barışa götürecek en temel yol örgütlenmektir. Müzakerelere endekslenen ve ayağı yere basmayan bir yapay örgütlenme, bizi 2004 yılında olduğu gibi demoralize edecek, barış umuduyla birlikte bu adada daha güzel bir hayat umudunu da yitirmemize neden olacaktır. Bu sebeple barışı örgütlemek için sokaktan vazgeçmemeliyiz. Ve barışı sokakta örgütleyebilmenin ilk yolu da gündelik hayatta yaşadığımız sıkıntılara karşı örgütlenmektir. Bu, bizi daha fazla birlik yapacak ve faşist yapıların ülkemizdeki etkilerini azaltacaktır. Bizler sokağı bırakıp, gerçek sorunları, “barış” sonrasına erteleyip halk ile örgütlenmezsek, faşist yapılar bu boşluğu dolduracaktır. Ve doldurdukları her boşluk iki halkın barış içinde birleşik bir adada yaşamasının önünde engel olacaktır. Barışın zamanından önce yerini tespit etmek bu anlamda önemlidir. Bu yer de sokaktır. Barış ile ne zaman buluşacağımızı değil barışı sokakta bulacağımızı bilmeliyiz. O yüzden sokakları bırakmamalıyız. Bizler gerçek hayatta yaşadığımız sıkıntılar için mücadele ettikçe zaten sokak bizi barışa götürecektir. Görüşmelerde oluşan dış güçlerin barışını değil, bu halkların tekrardan huzur içinde yaşayacağı barışı örgütlemeliyiz. Gerçek barışı da  liderleri cesaretlendirerek değil, sokakta barış için emekten yana, feminizimden yana, ekolojiden yana mücadele ederken bulacağız.

Onur Bütüner

onurbutuner@yahoo.com