Değişimin Felsefesi- Tahsin Oygar

Argasdi sayı 47’den değişimin felsefesi isimli makalemiz… Ayrıca dergimize gazete bayiilerinden, Baraka kültür Merkezinden ve bölgelerde gerçekleştireceğimiz satışlarımızdan ulaşabilirsiniz, keyifli okumalar dileriz.

***

Evrende her şey değişir, hiçbir şey aynı kalmaz, mutlaka bir şekilde hareket eder. Halbuki hangimiz bir durup düşünmek, bir durup anlamak, bir durup nefes almak yani bir durmak, istemez ki? Yaşamlarımızda en çok aradığımız şey dinginlik, hazım ve huzur değil mi? Algısal düzeyde durmak, tabii ki mümkün, güzel bir ağacın gölgesinde uzanıp yaşamınızı düşünebilirsiniz ama bilmelisiniz ki hareket ve değişim devam ediyor. Ağaç değişiyor, gölge değişiyor, siz değişiyorsunuz ve daha neler, neler…

Antik ve Orta Çağ’da Değişim ve Diyalektik

Diyalektik sözcüğü, “konuşmak”, “diyalog”, “tartışmak” anlamına gelen dialegein’den türemiş bir kelimedir. Antik Çağ filozofları özellikle Elealı Zenon, Kıbrıslı Zenon, Sokrates, Platon ve Aristotales diyalektik düşünme sistemine önemli katkılarda bulunmuştur.

Herakleitos diyor ki “Varlık dinginliği değişimde bulur”. Birçok anlamda doğru değil mi sizce de? Aslında filozof, varlığın oluşumunun hareket ve değişimin içinde gerçekleştiğini söylemek istiyor. “Aynı nehirde iki kez yıkanamazsın” sözünün de sahibi olan Antik Çağ filozoflarından Herakleitos, ilk yıkandığınız nehrin suyu, sıcaklığı, molekülleri, taşı, yosunu, balığı ile sonradan yıkandığınızın aynı olmadığını ve ayrıca ilk yıkanan sizin hücrelerinizin, fikirlerinizin, tüylerinizin, küçük yara izinizin kısacası kendinizin hiçbir zaman ilk yıkanan ile aynı olamayacağını güçlü bir şekilde ifade ediyor. Herakleitos her şeyin karşıtlıkları ile var olabildiğini bunun da mutlaka değişim ve hareketi içerdiğini savunur. Bir şeyin karşısındaki şey (zıttı) ile anlam bulması ve/veya var olması tabii ki zıtların savaşı sayesinde gerçekleşiyor iddiasında. Bu fikirleri ile diyalektiğin Antik Çağ’daki ilk öncülerinden oluyor Herakleitos. Filozofumuz, zıtların savaşı ve birliği mevzusunu derinleştirip, varlığın hem var olduğunu hem de var olmadığını öne sürerek örnek veriyor; yeşil bir yaprağın bir süre sonra kırmızıya dönüşmesini ele alarak. Önceleri canlı yeşil yaprak var idi. Yaprağın ölen kısımları ise kırmızı ki yeşilin içinde var olmasına rağmen yok denecek kadar azdı. Yeşil ile kırmızının savaşı (karşıtların savaşı) bir süre devam ettikten sonra yaprak kırmızıya dönmüştür. Şimdi yeşil yok denecek kadar azdır. Değişim sonucunda, kırmızı vardır, yeşil ise yok olmuştur. Oysa yeşil olmazsa, kırmızı da var olmayacaktır (karşıtların birliği).

 

Klasik Alman Felsefesinde…

Dünyayı yorumlamak, anlamak isteği Antik ve Orta Çağ filozoflarının yanı sıra Klasik Alman Felsefesinde de oldukça önemli bir yer tutmuştur ve tabii ki de Kant’tan Goethe’ye tüm filozof ve düşünürler diyalektik yöntemi kullanmış ve geliştirmiştir. Bu anlamda diyalektiğin gelişim serüveninde Hegel’e özel bir parantez açmak gerekmektedir, çünkü diyalektiğin ilkelerini, idealist bir yaklaşımla da olsa ilk kez orada görüyoruz. Hegel; çelişki, değişim ve hareketin yaşamın kaynağı olduğunu ortaya koyarak ilkeleri, tez-antitez-sentez zeminine oturtur. Fakat Hegel’in idealist yaklaşımındaki eksiklik, evreni fikir ve düşüncelerin maddeleşmiş hali olarak algılamasıdır. Yani, Hegel düşünüldüğü için evrenin var olduğunu iddia eder.

degissim

Ve Marksizm

Karl Marx, Hegel’in diyalektiğini alır ve tersine çevirir. İdealist yaklaşımın yerine materyalist yaklaşımı koyar. Marx’a göre Hegel, dünyanın genel bir teorisini sağlamayı, anlamayı, yorumlamayı amaçlar. Hegel için dünya, ilk bakışta, şu ya da bu şekilde doğanın ve insanın var olması ve insanlık tarihinin bu şekilde olması için hiçbir açık neden olmaması anlamında garip ve şaşırtıcıdır. Maddeyi ön plana alan Marx, maddenin fikri oluşturduğunu, değiştirdiğini ve sonra fikrin de maddeyi dönüştürüp oluşturduğunu savunur. Marx, diyalektik yöntemin, somuttan başlayarak soyutlama vasıtasıyla düşüncedeki somuta ulaşması olduğunu iddia eder ve dünyayı yalnız yorumlamak değil onu değiştirmek için diyalektiği kullanır. Şu ünlü sözü: “Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır; oysa sorun onu değiştirmektir.” işte tam da bu noktada devreye girer. Toplum ve dünya sürekli bir değişim içerisindedir. Eğer herhangi bir noktada ona müdahale edebilmek istiyorsanız diyalektik bir yöntem kullanmalısınız. Bertell Ollman Diyalektiğin Dansı kitabında şöyle sorar: “Siz hiç hareket halindeki bir arabaya binmeye çalıştınız mı?” Cevabını vermeden önce yazar dünyanın son yüzyılda ne kadar çok ve hızlı değişim içerisinde olduğunu, savaşlar, ekonomik krizler, insan ve doğanın talanı gibi ne kadar fazla belayla karşı karşıya kaldığımızı okuyucunun düşünmesini ister. Bu değişim ne hızla ve nereye doğru gerçekleşiyor? İnsanlığın ve doğanın iyiliğine doğru olmadığı kesin. Tüm bunlara dur diyebilmenin, bunları insanlık ve doğa yararına değiştirebilmenin imkanı nedir? Bunu kendisine dert edenler için en önemli anahtar, Marksizm’in kendisidir. Çünkü Marksizm değişim halindeki toplumu ve dünyayı sistemli bir şekilde incelemeye çalışır. İçinde bulunduğumuz kapitalist sistem, küçük bir azınlık sınıfın keyfi çıkarları için tüm dünyayı harcıyor. Marksizm toplumsal ilişkileri, üretim ilişkilerini, değişimin dinamiklerini, sistemin kökenini ve evirileceği olası biçimleri anlamaya çalışır. Marksizm diyalektik yöntemi pratikte sınıf mücadelesi ile birleştirerek, bugünün ezilenlerinin ve dünyanın kurtuluşu için elinize küreği veriyor. Size de artık kapitalizmin mezarını kazmak kalıyor.

 

 

 

Kaynaklar:

Diyalektiğin Dansı – Bertell Ollman

Diyalektik Düşüncenin Tarihi – Selahattin Hilav

http://bit.ly/2rZDRHU