Kızıl-Yeşil Bir Perspektif: Ekososyalizm – Nazen Şansal

Argasdi’nin 48. sayısından, ÇevrEkoloji dosyasından bir yazı…

Ekososyalizm, sosyalizmin temel kazanımlarını kapsayan ve onu üretimci artıklarından kurtaran ekolojik düşünce ve eylem akımıdır. Kapitalist piyasa ile kâr mantığının, aynı zamanda kapitalizmle rekabet eden ve doğayı gözetmeden üretim yapan bir sosyalizmin, çevrenin korunmasıyla uyuşamayacağını kavramış bir akım…

_46444386_apple

Ekolojik düşünceyle sosyalist (Marksist) düşüncenin kaynaşmasıyla ortaya çıkan bu radikal alternatifin temel önermesi şudur: Doğal çevrenin korunması, kapitalist sistemin genişlemeci ve yıkıcı mantığıyla birarada bulunamaz. Doğanın savunusu için verilecek mücadeleyle emeğin özgürleşmesi ve toplumun dönüştürülmesi için verilecek mücadele birbirinden ayrı düşünülemez.

Çünkü sakallı bir filozofun dediği gibi “Emek, tüm zenginliğin kaynağı değildir. Doğa da, kendisi de sadece doğal gücün, insani emek gücü­nün bir ifadesi olan emek kadar kullanım değerlerinin (ve elbette bu değerlerin içerdiği maddi zenginliğin!) bir kaynağıdır.” Toplumun maddi zenginliği emek ve doğa olmasına karşın, kapitalizm, emek gücünü iş gücü, doğayı da hammadde ve kaynak olarak ele alarak sermaye birikimini ve büyümesini gerçekleştirir. Doğa varlıklarının doğal kaynak haline getirilmesi süreci ile emeğin işçileştirilmesi, kaçınılmaz bir birlik içinde ilerler. Yaşadığımız neoliberal dönemin başat özelliği ise, piyasa dışı olan ne varsa (su, toprak, hava, genler, doğanın bilgisi, vs.) özelleştirme, ticarileştirme gibi yöntemlerle sermayenin hizmetine koşulmasıdır. Şiarı “büyü ya da öl” olan mevcut sistemin doğasında, çevre/ekoloji sorunlarına çare olabilecek bir nitelik yoktur. Ne sürdürülebilir kalkınma yalanı ve yeşil ekonomi ya da yeşil teknolojilerin sorunu çözemediğini, dünyamızın bugün gelinen halinden açıkça görüyoruz.

Pek çok çevreci Marx’ı üretim yanlısı görerek eleştirir. Oysa Marx, meta fetişizmini eleştirirken, daha çok meta üretilmesinin ekonominin ve toplumun temel hedefi olduğu düşüncesine karşı en radikal eleştiriyi yapmıştı. “Sosyalizmin hedefi, sonsuz miktarda mal üretmek değil, iş saatlerinin, işçilerin siyasete, öğrenmeye, oyun oynamaya, aşık olmaya yetecek boş vakitleri kalacak şekilde azaltılmasıdır.” demişti.

Sovyetler Birliği, Çin gibi sözde reel sosyalizm deneyimlerinin, aslında Marksizm’den uzaklaşarak başka konularda olduğu gibi doğal çevrenin korunması bakımından hayal kırıklığı yarattığı da ortadadır. Hal böyleyken, sosyalizmden anlaşılması gereken sadece üretim araçlarının özel mülkiyetinin ortadan kaldırılması değil, ortak mülkiyetle, kolektif kararlarla yapılan üretimin, doğayla uyumlu, çevreye zarar vermeyecek şekilde gerçekleştirilmesidir. Ayrıca, bilhassa reklamcılık sektörü ile yaratılmış olan çılgınca tüketim alışkanlığının ve üretimin, ihtiyaç olmasa bile durmaksızın artırılmasının önüne geçilmesidir. Örneğin fosil yakıtlarla elektrik üreten bir santralin mülkiyetinin özel bir şirkette değil işçilerde olması yeterli değildir. Böyle bir santralin en kısa zamanda kapatılması ve yerine güneş enerjisi ile elektrik üreten tesisler yapılması şarttır. Veyahut bir otomobil fabrikasının patronsuz olması, emekçiler tarafından yönetilmesi ekososyalizm için yetmez; belki de kişisel otomobil yerine toplu taşıma araçları ve bisiklet üretimine geçilmesi gerekecektir.

Nereden çıktı?

Bundan 16 yıl önce, Paris’te, ekoloji ve sosyalizm üzerine yapılan bir seminerde biraraya gelen çevrecilerden ikisi “Ekososyalist Bir Manifesto”yu kaleme aldı. Joel Koel ve Michael Löwy, Komünist Manifesto’nun ekolojik bir tamamlayıcısı olarak yazdıkları metinde, dünyanın çeştli yerlerindeki direnişlerin içerik olarak ekososyalist olduğuna vurgu yaparak, hayaleti ortaya çıkarma arayışına giriştiler(*). Çevre/ekoloji sorunları ile toplumsal çöküntülerin birbirleriyle yakın ilişkisini ortaya koydular. Sonraları yeni bildirgeler, ekososyalist metinler yazıldı çizildi, ekososyalizmin ne olduğu sayfalarca teorize edildi… Oysa son 25 yıla bakıldığında, Meksika dağlarından Hindistan vadilerine, Amazon Ormanları’ndan Karadeniz yaylalarına uzanan onlarca farklı direniş, zaten ekososyalizmi işaret ve hatta inşa ediyordu.

images

Ekososyalizmin filizlendiği tarih olarak Şubat 1994 Meksika’sını söyleyebiliriz. O tarihte, Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması uygulamaya konmuş, yoksul halkın daha da yoksullaşması, yerlilerin ve köylülerin asimile olması anlamına gelen bu anlaşmaya karşı Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu, Chiapas’ta eyleme geçmişti. On yıldır dağlarda köylülerle birlikte yaşayan ve bütün bildiklerini, doğadan öğrendikleriyle yeniden şekillendiren gerillalar “Ya Basta!” (artık yeter) sloganıyla küreselleşme ve neoliberalizme karşı silahlı bir mücadeleye başladılar.

Bir başka örnek de La Via Campesina (Küresel Köylü Hareketi)’dır. 1990’ların başından itibaren Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu’nun hükümetlere, dolayısıyla köylü ve çiftçilere dayattığı “yapısal reformlar” ile küçük aile çiftçiliği yok edilmekte, sanayileşmiş şirketlerin elinde olan endüstriyel tarım hedeflenmekte. Buna karşı dünyanın çeşitli ülkelerinden binlerce küçük, yerli ve özellikle kadın çiftçi, insanlık yararına üretim yaptıklarını ortaya koyarak büyük şirketlere karşı savaşmakta.

Ekoloji mücadelesi ile emekçilerin hak mücadelesinin yollarının kesiştiği ve başarıyla sonuçlanan ekososyalist bir direniş örneği de Bolivya’da suyun özelleştirilmesine karşı yaşanmıştı. 2000 yılında, emekçilerin öz örgütlenmeleri ile gerçekleşen direniş aylarca sürmüş, binlerce insan sokaklara dökülmüş, sıkıyönetim ilanına kadar giden devasa bir mücadele ile Bolivya halkı suyun ticarileştirilmesini durdurmayı başarmıştı.

Bu örnekler çoğaltılabilir çünkü pek çok halkın, kapitalizmin neoliberal yıkımına (nehirlerin kirletilmesine, suların ticarileştirilmesine, ormanların metalaştırılmasına) karşı verdiği mücadele ekolojisttir. Hatta kamusal mülkiyeti ve doğanın verdiklerini eşit ve adil bir şekilde bölüşmeyi savundukları, insan-doğa ilişkisini bir bütünlük içinde kurguladıkları için de aslında sosyalist ve Marksist’tir. Yani ekososyalizm, çetelesi tutulamayacak kadar fazla ve coğrafi anlamda her yana yayılmış direnişlerden çıkmıştır. Ve halen daha farklı deneyimler biriktirilmekte, hayalet kah görünüp kah kaybolmaktadır.

(*) Komünist Manifesto’nun giriş bölümünde komünizm, Avrupa’nın üzerinde dolşan bir hayalete benzetilir. Ekososyalist Manifesto ise ekososyalist bir enternasyonal tasavvur ederek dünya üzerinde dolaşan ekososyalizm hayaletini görünür kılmayı amaçlar.

Kaynaklar:

Maksist Ekoloji, John Bellamy Foster

Radikal Bir Alternatif Olarak Ekososyalizm, Michael Löwy

Ekososyalizm Nedir? Ne Değildir? Ilgın Özkaya Özlüer / Ekoloji Kolektifi