Doğa İnsan İlişkisi – Onur Bütüner

Argasdi dergimizin ÇevrEkoloji dosyasından doğa-insan ilişkisi konulu bir yazı…

3aa739c9 (2)

Doğa ve insan ilişkisinden önce “ilişki” kelimesinin ne anlama geldiğine bakmak gerekir diye düşünmekteyim. İlişki, iki ya da daha çok şey arasındaki karşılıklı bağdır. Yani bu tanımdan da anladığımız gibi bir ilişkinin olabilmesi için en az iki şey arasında karşılıklı bir etkileşimin olabilmesi gerekmektedir. Bu etkileşim bir döngü şeklinde sürüp gider.

Doğa kendini sürekli yenileyen, canlı ve cansız varlıklardan oluşan bir yapıdır. Doğanın içerisinde dağlar, ovalar, nehirler bulunduğu gibi o alanın içerisinde yaşam süren hayvanlar ve bitkiler de doğanın bir parçasıdır. İnsan da doğanın bir parçasıdır. İnsanlığın var olduğu ilk çağlara bakacak olursak o günlerde insanlar doğada bulunan malzemeleri kullanarak temel ihtiyaçlarını karşılamışlar. Bu anlamda doğa ile insan arasında, insanlık tarihinin en başından bugüne kadar kopmaz bir bağ bulunmaktadır. Marx’ın da dediği gibi “doğa, insanın organik olmayan vücududur.” Doğa, içinde yaşadığımız bir alan olduğundan doğadan kopuk yaşamak mümkün değildir. İnsanlar, doğadan faydalanarak insanlığın gelişimini sağlamışlardır. Eski zamanlara baktığımızda mağaraların ev olarak kullanılması, taş ve sopalardan avlanmak için silah yapılması, meyvelerin toplanması gibi birçok şey günümüzde de doğayla ilişki biçimimize göre gelişip farklılaşarak devam etmektedir.

Doğa ve insan arasındaki ilişki, Marx’ın da dediği gibi emek üzerinden ilerlemektedir. Çünkü insan emeği ile doğayı değiştirir, doğa da insanı değiştirir. Doğanın insanı nasıl değiştirdiğini insanların bulunduğu coğrafyaya göre hem fizyolojik hem de karakteristik özelliklerindeki değişimlere bakarak anlayabiliriz. Yaşadığımız coğrafyadaki koşullara göre bedensel olarak, iklim farklılıklarına göre de karakteristik olarak farklılıklar gösterebilmekteyiz. İşte bu, doğanın bizim üzerimizdeki değişim etkisi ile doğrudan ilgilidir. Aynı şekilde insan da emeği ile doğayı değiştirebilmektedir.

Darwin’in 1859 yılında yayımladığı “Türlerin Kökeni Üzerine” adlı kitabında geliştirdiği evrim teorisinin ekoloji açısından önemi “çevrenin canlılar üzerindeki etkisini” ortaya koymasıdır. Darwin tabiattaki bütün canlıların birbirleriyle ve cansız doğayla ilişki içinde olduğunu ortaya koyarak ve bunların birbiri ile uyum ve denge içinde olduğunu belirterek ekolojik perspektife önemli katkılar sağlamıştır. Buradan da anlıyoruz ki insan ile doğa arasında karşılıklı bir döngü vardır. İnsanların giyecek ve yiyecek olarak tükettikleri, tekrar toprağa dönmektedir.

Özellikle kentleşmenin başlaması ve sanayileşmenin de etkisiyle, insanın doğanın değişimine olumlu bir katkısı olduğunu söylemek pek de doğru olmaz kanaatindeyim. Çünkü sanayileşmenin başlaması, daha kısa vadede üretimi sağlamak için aslında uzun vadede doğanın talan edilmesine yol açtı. Aynı şekilde üretimdeki döngü ve insan ile toprak arasındaki madde iletişimi de bozulmuş oldu. Kapitalist üretim ile insan sömürüsü yaratıldığı gibi toprağın verimliliği de sömürüldü. Tarımda yapılan her “ilerleme” ile toprak talan edilmeye devam edildi. Böylece bu işten rant sağlayanlar kısa sürede daha çok ürün elde ederek daha kazançlı hale geldi. Ancak toprağın verimliliği düşürülmüş oldu.

em2

Yakından uzağa bakarak doğanın dengesinin nasıl bozulduğuna günümüzden örnek verecek olursak; ülkemizde kontrolsüz bir biçimde orkinos avının artması ile balon balıklarında artış gözlemlendi. Balon balıklarının artışı resiflerin tükenmesini hızlandırdı ve kıyılarımızda köpek balıklarının artışına yol açtı. Yakın zamanda İstanbul’da olanlara bakacak olursak çarpık kentleşmenin etkisiyle, yağan bir yağmurda İstanbul’un sular altında kaldığını gördük. Bunun yanında dağlardaki ormanların yok edilmesi ile toprak kaymalarının oluştuğunu gözlemledik. Türkiye’de HES projeleri ile akan derelerin önü kesilmeye çalışıldı. Ve oradaki ekolojik denge bozulmaya başladı. Ülkemize baktığımızda ise CTP hükümeti zamanında elektrik götürülen Karpaz Milli Parkı şu sıralarda parsellenmeye başlandı ve büyük şirketlere satıldı yönünde dedikodular çıkmaya başladı. Böylece oradaki doğal yaşam da talan edilmiş olacak. Bu talan oradaki dengeyi de bozacaktır ve orada yaşayan hayvanların, bitkilerin zarar görmesine neden olunacaktır.

Tüm bu yaşadıklarımızı kapitalizimin etkisi ile modernleşme safsatasının altında yaşıyoruz. Oysa “modernleşmemiş” toplumlar doğayla barışık ve uyumlu bir biçimde yaşamaya devam ediyor. Ancak biz yediğimiz yiyecekten giydiğimiz giyeceğe kadar doğaya zarar veriyoruz. GDO’lu, hormonlu, işlenmiş gıdalı ürünler ile besleniyoruz. Termik, nükleer santrallerin, baz istansyonların içinde yaşayarak elektrik ve iletişim ihtiyacımızı gideriyoruz. Peki ne mi yapalım? İnsanlığın gelişimi için uğraşmayalım mı?

Evet uğraşalım. Buna kapitalist üretim ile doğa ve insan sömürüsünü durdurmaya çalışarak başlayalım. Doğadan aldıklarımızın karşılığını doğaya vererek üretelim; bu da ekolojik bir üretim şeklinden geçer. Ekolojik üretim doğaya dolayısıyla da bize yarar sağlar. Doğanın bir parçası olan insan, düşünebilen bir varlık da olması sebebiyle doğayı dönüştürebilecek bir yetisi vardır. İşte bu yetiyi doğanın sürdürülebilir döngüsünü korumak için kullanması gerekmektedir. Çünkü emeğimizi doğanın bize sunduklarında yoğurup ihtiyaçlarımızı gideriyoruz. Bu yüzden doğaya saygılı bir şekilde bunu yapmak görevimiz olmalı.