Ne Kadar Doğa O Kadar Kazanç – Sezgin Keser

Argasdi dergimizin ÇevrEkoloji dosya konulu 48. sayısından bir yazı…

foto2

Doğa ve insanın bütünlüğünü tarih boyunca çıkarları doğrultusunda bozan, bu bütünlük yerine doğa üzerinde egemenlik oluşturan, bugünlerde ise kendine yeşil sıfatını ekleyen bir düzenle yani kapitalizmle karşı karşıyayız. Düşük ücretle, uzun mesai saatleriyle, güvencesiz çalışma ortamıyla emeğimizi sömüren sermaye, bir yandan da doğanın sömürüsünü gerçekleştiriyor. Kar, para amaçlı üretiminin hammaddesi haline getirdiği doğadan, daha az maliyetle verim elde edebilmek için doğamızı talan ediyor ve dönüşü olmayan bir ekolojik kriz oluşturuyor. Günümüz üretiminin çoğunun ihtiyaçlarımızı karşılamaya değil, kar ve kazanca yönelik olduğu bu düzende, doğa ve insan olarak ortak noktamız maliyeti azaltılması gereken üretim girdileri, yani sömürülecek unsurlar oluşumuzdur.

Doğa sömürüsüne karşı duruş

Denizleri kirleten, dağları delik deşik eden, ormanları yakan, dönüşü olmayacak bu doğa talanına sebep olan kapitalist çevre anlayışına karşı sorunları kökten çözmeyi hedefleyen ekososyalist bir mücadele içerisinde olmalıyız. Ekososyalizm kapitalizmin yarattığı üretim ve tüketim tarzını değiştirerek toplumun reel ihtiyaçlarını ve doğanın korunması üzerine kurulu yeni bir sistem hedefler ve ekolojik krizi durduramayacak olan reformist çevreci yaklaşımın yetersizliğini vurgular. Mevcut sistemin dayattığı çevreci yaklaşım ise sorunların kesin çözümü yerine sermayenin karlılığına ve kazancına devam edebileceği bir yandan da toplumsal duyarlılık taslayabileceği bir ortam yaratarak doğanın sürdürülebilirliğini değil kapitalizmin sürdürülebilirliğini amaçlar.

Nedir bu sürdürülebilirlik?

Son dönemlerde sıkça duymaya başladığımız “sürdürülebilirlik”, doğanın ve insanın varlığının devamlılığı anlamına gelse de aslında mevcut sistemin, sömürüsünün ve kar üretiminin devamlılığından başka bir şey değildir. Toplumların ihtiyaçlarının doğanın yenilenebilirliğine zarar vermeden karşılanarak “sürdürülebilir kalkınma” adı altında ekonomik kalkınmanın sağlanabileceği yalanı söyleniyor. Sistemin bize ihtiyaçlarımız olarak düşündürdüğü ürünlerin aslında reel ihtiyaçlarımız olmadığını, şirketlerin kar amaçlı ürettikleri lüks ürünler olduğu gerçeğini unutmamalıyız. Dünyadaki üretimin dörtte üçünün lüks tüketim için yapıldığı bir düzende doğa katliamının radikal bir sistem değişikliğini gerçekleştirmeden çözülebileceğinden ve doğanın devamlılığının sağlanabileceğinden bahsetmek, kapitalizmin kendi yarattığı ekolojik krize gerçekçi olmayan çözüm arayışıdır. Bu çözüm arayışı içerisinde de yeşili kullanmak, yeşil olmak şirketleri doğa dostu konumuna getiriyor. Çevre duyarlılığının arttığı günümüzde “yeşil ekonomi” politikalarıyla toplumun gözünde doğa dostu görünmek şirketler arasındaki rekabette büyük bir avantaj sağlar. Sosyal sorumluluk anlayışla şirketlerin çevreci yeşil projeleri destekleyerek, sponsor olarak, organize ederek aslında doğayı yok edişlerini gizlemeye çalıştıkları ve bir yandan da reklamlarını yaptıkları ise apaçık ortadadır. Dolayısıyla yeşil ekonomi ve sürdürülebilir kalkınma kavramlarının temelinde sistemi değiştirmeden ekolojik sıkıntıların çözülebileceği yalanı yatarken asıl yapılmaya çalışılan kapitalizmin devamlılığı ve hatta yeni yeşil sömürülecek pazarların açılmasıdır.

Doğa dostu şirketler!

Gelelim gece yatmadan önce okursak umut dolu rüyalar yerine kabuslar görmemize yol açacak çevreci şirketlerin hikayelerine… Kapitalizmin kendi yarattığı ekolojik krizin sebebini bireye indirgediğine ve çözümünü sosyal sorumluluk projelerine, bireysel çabalara bağladığına adamızda da tanık oluyoruz. kktcell  “sürdürülebilir çevre” anlayışıyla yıllardır sahil temizliği ve yavru kaplumbağaları denize bırakmak amacıyla projeler düzenliyor ve mümkün olduğunca bu projeleri kamuoyuna duyurmaya, insanları bu projelere dahil etmeye çalışıyor. Aynı kktcell yaşam alanlarımızda kurduğu baz istasyonlarıyla doğanın, hayvanların ve insanların hatta birlikte sahil temizledikleri insanların varlığını tehdit ediyor. O zaman kaplumbağa sever kktcell sadece sahil temizleyerek ama bir yandan baz istasyonlarına çare üretmeyerek doğayı koruyabileceğini düşünüyor.

Diğer yandan Kalecik Elektrik Santrali ile bölgede hava kirliliğine yol açan ve bir dönem santral için gemiyle getirdiği yakıtını denizlerimize dökerek doğa cinayeti işleyen AKSA ise çocuklara “çevre bilinci” aşılama amacıyla ödüllü resim yarışmaları düzenliyor. Dünyadan bir hikaye ise;  “sürdürülebilir kakao ve kahve üretimi” adı altında çiftçilere tarım uygulamaları ve çevre yönetimi konularında eğitimler veren Nestle Sumatra’da az sayıda kalan yağmur ormanlarının ormansızlaştırılmış alanlarında üretilen palmiye yağını satın alan yani Sumatra’daki ekolojik ortamın yok oluşunda payı olan birçok şirketten sadece bir tanesi. Bu kadar çevre bilincinden, sürdürülebilir çevre anlayışından bahseden bu şirketlerin, ekolojik krizi durdurmak adına doğaya zarar veren faaliyetlerini durdurmamaları, umursadıkları tek şeyin daha fazla kazanç olduğunun kanıtıdır. Sermaye için doğa, tüketicilerin gözünü boyamak adına yaptıkları projelerde kullanılan bir unsur ve de üretim sürecinde maliyetin azaltılması gereken girdiden başka bir şey değildir.

Sonuç olarak

Yeşili sıfat olarak kullanmak, sermayenin, şirketlerin doğa talanını sonlandırmaz, ekolojik tahribatı durdurmaz. Daha yaşanabilir bir dünya yaratabilmek için kapitalizmin yarattığı ekolojik yıkımı acilen durdurmamız gerekir. Bunun yolu da şirketlerin kandırmaca çevreciliğinden değil, sistemsel kökten değişikliği hedefleyen, yeşil mücadeleyi, kapitalizmin sömürüsüne karşı verilen emek mücadelesiyle birlikte yürüten bir ideolojiden geçer.