Ekofeminizm – İlke Olgun

Argasdi 48. sayı FeministİZ sayfamızdan bir yazı… 

44267bfb559719350853999cc21b0297--blankets-online-woven-blankets (1)

“Uygar adam der ki: Ben benim, Ben efendiyim, geri kalan her şey öteki, dışarıda, altta, altımda, itaatkar. Ben sahip olurum, ben kullanırım, ben araştırırım, ben sömürürüm, ben denetlerim. Önemli olan benim yaptığımdır. İsteklerim, maddenin var olma sebebidir. Ben benim, geri kalanıysa uygun gördüğüm şekilde kullanılacak kadınlar ve vahşi doğa.” Ursula K. Le Guin

Ekofeminizm, 1970’lerin kadın ve doğa arasındaki ilişkinin önemsendiği ortamında, 1974’te Françoise d’Eaubonne tarafından, kadınların dünyayı kurtarmak için önderlik edeceği ekolojik devrimin adı olarak ortaya çıkmıştır. Kadın ve doğa sorunlarının nedeni olarak erkek egemenliğini gören ekofeminizm Ynestra King tarafından 1976’da Toplumsal Ekoloji Enstitüsü’nde (Vermont-ABD) geliştirilmiştir. (*)

Bu düşünce akımı, doğa ve kadın sömürüsünü aynı anda ele alarak sorgulayıp, ortak bir mücadele zemini gerekliliğine vurgu yapmaktadır. Ekofeministlere göre, doğanın sömürüsü ve talanı kadınla da ilişkili olduğundan kadınlar, ekoloji mücadelesinin içinde aktif rol almalıdır. Öte yandan ataerkil kapitalist sistem kadını özel alanda hapsetmek niyetindedir. Çünkü kadın bu sisteme göre erkeğin yeniden üretim alanında haz, dinlenme, beslenme, çocuk bakımı, barınma ve benzeri ihtiyaçlarının karşılanmasını sağlayan nesneye dönüştürülmektedir. Erkek ise kamusal alanda konumlandırılır. Özel alanı doğa gibi yani yeniden üretim alanı, hammadde, kar için kullanılan ve maliyeti olmayan bir nesne olarak; kamusal alanı ise kültür, siyaset, üretimin planlanması olarak okursak, özel alan, kamusal alandan daha aşağı bir yerde konumlandırılmıştır. Dolayısıyla bu düşünceye göre, kadın da doğa gibi aşağı bir yerdedir. Bu erkek egemen bakış, ekofeministlerin ciddi tehlike gördüğü doğa ve kadının talanına dayanan yaklaşıma karşı önemli bir mücadele alanıdır. Dolayısıyla ekofeminizm doğa ve kadın sorunlarından ataerkil kapitalist sistemi sorumlu tutar ve bununla mücadeleyi önüne koyar.

Doğanın ve kadının sömürüsü

Kadın ve doğa yüzyıllardır özdeşleştirilmektedir. Çok eski çağlardan beri doğa verici, besleyip büyüten bir anne fakat aynı zamanda da vahşi, dizginlenmesi zor bir dişi olarak görülmektedir. 1700’lü yıllardan sonra gelişmeye başlayan sanayileşme ile doğanın sömürüsü gittikçe artarken, kadının konumu da hızla gerilemeye başlamıştır. Yüzyıllardır kadın ve doğa aynı kaderi paylaşmış; hor görülmüş, ezilmiş ve kullanılmıştır. Ataerkil sistem doğayı ve kadını kendi için yaratılmış, üstünde tahakküm kurulabilecek, kendi amaç ve çıkarlarına hizmet etmesi gereken bir meta gibi görmektedir. Bu sebeple doğaya davrandıkları gibi kadına; kadına davrandıkları gibi doğaya davranmaları kendi ataerkil düşünce yapılarına göre normaldir. Egemenliğini meşrulaştırıp sürdürmeyi hedefleyen erkek egemen sistem, bu yolda hiçbir tahribattan çekinmeyerek yoluna çıkabilecek her şeyi ezip geçmekte tereddüt etmemektedir.

Kadını doğadan koparmak, nefes alabileceği kendini yenileyebileceği ender alanlardan birini de elinden almaktır. Tarih öncesi yazıtlara, tabletlere baktığımızda kadınla doğanın yakınlığını net biçimde görebiliriz. Örneğin tanrıça figürlerindeki kadınların başındaki buğdaylar, zeytin dalları, omuzlarındaki kuş kanatları, ayaklarındaki pençeler, ellerlindeki ay ışığı bunların bazılarıdır. Kadınlar, tarihin pek eski çağlarından beri doğadaki bitkileri, tohumları kullanarak birçok ilaç elde etmiş, birçok hastalığı tedavi etmiştir.

Kadın, ister batı toplumunda yaşasın ister geri bıraktırılmış üçüncü dünya ülkelerinde, ekolojik yıkımdan en fazla etkilenen kesimlerin başında gelmektedir. “Batı toplumu kadınları, evlerinin de doğanın da endüstriyel atıklarla, aşırı paketler ve plastiklerle kirletilmesinin; üçüncü dünya kadınları ise gıdasızlık, yakacaksızlık ve aşırı pestisist kullanımı sonucu kirletilmiş sularla karşı karşıya olmanın çaresizliğini yaşamaktadırlar.” (**)

Ortaklığın maddi temelleri

Bizce ekofeminizm, doğanın sömürülmesi ile kadının ezilmesi arasında bir bağ kurarken, bunu kadının doğayla özdeşleştirilmesi (çocuk doğurma ve besleme yetilerinin olması, barışçıl ve şefkatli karakteri vb.) üzerinden yapmamalıdır. Böylesi bir yaklaşım, toplumsal cinsiyet rollerini yaratan tarihsel sosyo-ekonomik süreçleri görmezden gelmek anlamına geleceği gibi kadın=doğa, erkek=akıl yanılgısını da pekiştirecektir. Ekofeminizm, kadınların doğayla kurduğu maddi ve kültürel ilişkiden ve ekolojik talanın en çok kadınları etkilemesi gerçeğinden hareket etmelidir. Örneğin bir köyde maden aranmasından veya suyun özelleştirilip pahalı hale gelmesinden en çok etkilenecek olan, köyden pek dışarı çıkmayıp geçimini tarladan sağlayan veya ev işlerinden sorumlu görülen kadınlar olacaktır. Bunun yanı sıra kadınların toprakla, tohumla, suyla, iklimle ilgili önceki kuşaklardan devralmış oldukları bilgileri vardır. Bu bilgilerin gelecek kuşaklara akratılması, bilimin dahi metalaştığı çağımızda insanlık için daha da önemlidir. Ayrıca ormansızlaşma, tarımın büyük şirketlerin tekeline geçmesi, çevre kirlenmesinden doğan hastalıklar, sel vb. felaketler, hayatın ve başkalarının da yükünü omzunda taşıyan kadınları yoksullaştırmaktadır. Dolayısıyla feministler, çevre ve ekoloji mücadelesinde de yer almak sorumluluğundadır.

 

İlke Olgun

İlkeolgun@windowslive.com

 

(*) Vikipedi

(**) Prof. Dr. Günseli Tamkoç, Ekofeminizmin Amaçları