Bir Film: Jeanne D’arc’ın Tutkusu – Didem Koçak

Argasdi FeministİZ sayfalarından bir film değerlendrime yazısı…

25412_4

Tertullian, kadınların süslenmesi hakkında şöyle der: “Şeytanı çağıran sensin! O ağacın mührünü de sen çaldın. Tanrı’nın buyruğunu hiçe sayan sensin, şeytanın yaklaşamadığı kimseleri uyuşturan da sen. Tanrı’nın yeryüzündeki görünümü olan erkeği de kolayca sen yere vurdun!”

Mizojini, yani kadına duyulan nefret, günümüze kadar uzanan yolda pek çok farklı biçimde gelişerek, her zaman ya da sürekli kadın cinsinin aşağılanması olarak karşımıza çıkmaktadır. Ortaçağ’daki cadı avlarındabu nefret bir katliama dönüşmüş ve yüz binlerce kadın, odun ateşinde yakılarak katledilmiştir.

Çok tanrılı dönemin bilge kişi olarak kabul edilen büyücü kadınlar, Ortaçağ’da kilisenin yorumuyla “şeytanın uşağı”olarak nitlendirilip hedef yapılmıştır. Kilise kendine göre “heretik”olarak tanımladığı mezhepleri, özellikle de kadınları hedef alarak (ki bu mezheplerdeortak mülkiyet ve kadın erkek eşitliği en büyük erdemdi) mezhep “sapkınlıklarını”, hristiyanlıktan uzaklaşmayı,erkek egemen toplumda köle gibi görülen hristiyan kadınların “doğru yoldan” sapmasını engellemek için engizisyon mahkemelerini kurmuştur. Bu mahkemeler; acımasızca, dinin yozlaşmışlığını ve kiliseyi de arkasına alıp “CADI” olarak suçladığı tüm kadınları işkence uygulayarak,yakıp katletmiştir.

Engizisyon mahkemeleri her ne kadar dini bir kuruluş olsa da, cadılık safsatasıyla siyasi çıkarlar uğruna kilisenin en ürkütücü ve sapkın silahı olmaktan da geri kalmamıştır. Buna verilebilecek en güzel örnek, Jeanne D’arc olacaktır.

Fransız Milli Müzesi’nde korunan mahkeme kayıtlarına ve tutulan günlüklere sadık kalınarak, 1928 yılında çekilen “Jeanne D’arc’ın Tutkusu” adlı film,din adı altında gerçekleştirilen katliamı ve sapkınlığı tüm açıklığı ile ortaya koymaktadır. Siyah beyaz ve sessiz olan film; erkek kıyafeti giyerek savaştığı ve tanrı ile konuştuğunu iddia ettiği için cadılıkla suçlanan Jeanne D’arc’ın yargılanma ve ölüme mahkum edilme sürecini anlatmaktadır. Genç bir kadının,cahil, örümcek beyinli erkeklerden oluşan bir mahkeme önünde kendini ifade edebilme çabasını izlemek, erkek egemen bir toplumda “kadın”ı kağıt üstünde tanımlamaktan çok daha zor. Tabi ki en sonunda(güya) “doğru yola” getiremedikleri bir kadını “zafer” kazanmış edasıyla 30 Mayıs 1431’de katlederler. Filmin sonunda, derin bir soluk alıp sırtınıza yaslanıyorsunuz ve hiçbir mantığa sığdıramadığınız “bir kadının” katlini ve günümüzde “kadın”ı düşünmeye başlıyorsunuz.

Jeanne D’arc’ın katlinin üzerinden586 yılgeçmesinerağmen ne değişti? Oligarşiler, dikdatörlükler yıkıldı, Apollo 11 Ay’a gitti, buzullar eridi, yapay doku ve organlar yapıldı, bazı türlerin nesli tükendi… Ne var ki kovulamayan kötü bir ruh gibi kadın düşmanlığı her kılığa girip kendini duyurmaya devam etti. Kadın, “Kadın dediğin…” diye başlayan cümleler ve dini baskılarla üretimden, konuşmaktan, düşünmekten, gülmekten kısacası insanlıktan ve hayattan men edildi ve ediliyor.

İnsanlık onuru adınaherkesineşitlik tabanında birleşip, kadın erkek demeden, kadına duyulan nefreti yok etmesi ve bu uğurda savaşması gerekmektedir. Bu amaca giden yolda  BİLGİ ışığımız, ÖRGÜTLÜ MÜCADELE ise aracımız olsun.

Didem Koçak

didemkocak76@yahoo.com

Kaynaklar:

Mizojini /Kadından Nefretin Evrensel Tarihi-Jack Holland

Cadılığın Tarihi/ Ortaçağ’da Bilge Kadının Katli-Lois Martin