Özgürlük Nerede?- Pınar Piro

Evlere hapsedilen, teknolojinin esiri bir hayatınız olduğunu mu düşünüyorsunuz? yoksa  “HAYIR. HAYAT BU DEĞİL. BAŞKA BİR YAŞAM MÜMKÜN!” mü diyorsunuz? O zaman sokaktan gelen sese kulak verin. Çünkü sokak bizi çağırıyor…  Argasdi’nin 49. sayısından herkese tanıdık gelen  makaleyi Pınar Piro yazdı. Argasdi edinmek için Baraka Kültür Merkezi’ne, bölgenizdeki Khora’ya ve gazete bayiilerine uğrayabilirsiniz. beleş olsun isterdik ama okur katkısı 5 TL.

91b5BkGs+NL._SL1500_

– Selamlar; Nasılsın?

– Merhaba. İyiyim sağol. Sen nasılsın? Ne var ne yok?

– Nolsun işte. Evden işe işten eve geçip gider günler.

Evlere hapsolmuş hayatlar

Tüm anlarımızı evdeki ve iş yerlerimizdeki günlük aktvitelerle geçirdiğimiz günler gittikçe artıyor.  Hemen her gün aynı monotonlukta başlayan ve biten günler yaşıyoruz. Hafta içinde günün büyük bir kısmı iş yerinde geçer ve işten arda kalan zamanda da ev içi sorumluluklara zaman ancak yeterken, artık hafta sonları da hafta arası yetiştiremediğimiz ev işleri ile boğuşmaya devam ediyoruz. Kendimize zaman ayırmaya kalksak, pazartesi geldiğinde neden haftasonu işlerimizi bitirmedik diye hayıflanıyor, kendimize zaman ayırmadıkça da haftanın günlerinin birbirinden hiçbir farkı yokmuş gibi yaşayıp bu hayata işlemeye mi geldik diye sorguluyoruz. Ama yine de değiştirmek için hiçbir şey yapmıyoruz.

Günlerimizin çok sıradan olduğundan şikayet ediyoruz ama durup da bir bakmıyoruz neden böyle diye. Çünkü sistem bize bir takım roller biçmiş. Tolumsal cinsiyet rolleri. Ya babayızdır, esas görevimiz işe gidip para kazanmaktır! Üstümüzde ağır bir yüktür eve para getirmek. Sonra bir de bahçe işleri vardır mesela. Hafta sonlarımız da onlarla geçer. Ya da anneyizdir mesela, çalışmıyorsak bütün gün ev işleri ile uğraşırız. Temizlik, yemek, çamaşır, ütü. Ya da çalışıyoruzdur da üstüne bir de eve gelince diğer tüm o işleri tekrardan yapmamız gerekir. Tüm ev halkının ertesi güne tekrardan hazır olması için yerine getirmemiz gereken görevleri vardır annelerin! Neden? Çünkü böyle gelmiş böyle gider. Annelerimiz babalarımız da böyle yaşamış. Hayat bu işte…

HAYIR. HAYAT BU DEĞİL. BAŞKA BİR YAŞAM MÜMKÜN!

Tüm bu roller, kendimiz dışında ne olup bittiğini farketmeyelim, işe güce dalıp işleyen sistemin çarkına çomak sokmayalım diye özenle hazırlanmış bir oyunun rolleridir. Para kazanmak, aile geçindirmek bir kişinin zorunlu görevi olmamalı hiçbir zaman. Birlikte karar verilerek birleştirilmiş hayatlara dair sorumluluklar o ortak yaşamın tüm bireylerine eşit bir şekilde dağılmalıdır. Tüm gün neredeyse geriye kalan tüm hayatı durdurarak çalışıp para kazandıktan sonra akşam kendimize zaman ayırabilmeliyiz mesela. Kendimize bir kitap alamadıktan sonra, ya da aldığımız o kitabı okumaya vakit bulamadıktan sonra ne anlamı var hayatın. Hayatta neler olup bittiğini televizyondan ya da tüm gün elimizden düşmeyen telefondan öğrenip, yaşanan onca olaya sanki çok uzaktaymışız gibi kayıtsız kalıyorsak, gerçekten içinde bulunduğumuz toplumun bir parçası olabiliyor muyuz? Haftasonu eşimizle dostumuzla eğlenemedikten sonra ya da sokak sokak yürüyüp gezemedikten sonra ülkemizi, neye yarar o günlerin tatil olması?

Teknoloji bizi eve hapsetmesin

Tüm bu yoğun koşuşturmacalar içinde gece olup da televizyon karşısına oturunca biraz olsun kafamızı dağıtıyoruz. Kimimiz dünyadan haberlere dalıyoruz ve izliyoruz seyirci olarak; bizden daha zor durumda olan ülkeleri görüyoruz ve şükrediyoruz halimize, kısıyoruz isyanımızı. Kimimiz de dizilere dalıyoruz ve sorgulamadan izliyoruz o hikayeleri. Böyle böyle normalleştiriyoruz oralarda gördüğümüz her şeyi. Ya da dijital oyunlara kaptırıyoruz kendimizi. Saatlerce düşürmüyoruz elimizden telefonu, soyutlanıyoruz gerçek yaşamdan. Belki de işimize geliyor dış dünyadan bir süreliğine uzaklaşmak. Ama farketmiyoruz ki bunlar zaten biz o dünyadan uzaklaşalım, bize biçilen rollere itiraz etmeyelim, ezilmişliğimize isyan etmeyelim diye allanıp pullanıp bize sunulan alternatiflerdir.

Ve bir de sosyal medya diye bir ortam var ki, esas işlevinin çok dışında amaçlar için kullanıyoruz. Hayatımıza dair bir şeyler paylaşmanın dozajını kaçırıp her anımızı bildirir olduk. Güzel anılarımızı paylaşalım da dostlar görsün, biz de onları takip edelim derken, özel hayat diye bir şeyin varlığını ve saygınlığını unuttuk. Bu tarz medya unsurları toplumsal olayları takip etmek için çok elverişli bir ortam olmasına rağmen, biz onu toplumsal tepki verme yetimizi köreltecek bir yöne çevirdik. Yaşanan bir olaya ya da sistemin olumsuz getirilerine olan tüm öfkemizi, sosyal medya ortamlarında yazarak kendimizi rahatlatmakla yetindiğimiz bir noktaya geldik. Ülkemizde kötü bir olay yaşanmaya görsün ya da bizi yönetenler bir hata yapmaya görsün, verip veriştiyoruz internet ortamlarında. Ama işte kötüye giden bu sisteme dair isyanımızı yazmak yetmiyor sorunları çözmeye. Sokağa çıkmak gerekiyor. Tek tek sorarsak neredeyse herkes şikayetçi yaşadığı hayattan ancak iş, sokağa çıkma noktasına gelince olması gerekenden çok daha düşük oluyor sayılar.

Sokak bizi çağırıyor

Sosyal ortamlarda en sertinden birkaç cümle yazınca değişmeyecek bu düzen. İstersek günlerce ve defalarca yazalım öfkemizi, olmayacak. Sokağa çıkmamız, sokakta birbirimizle buluşup önce isyanımızı sonra inancımızı birleştirmemiz gerek. Ancak o zaman anlarlar biz daha güçlüyüz. Ancak o zaman anlarlar bir toplumu yönetenler değil yaşayanlar oluşturur. Ancak o zaman anlarlar bu sokaklar bizim ve dilediğimiz gibi yaşarız.

Sokak özgür alandır ve bu özgürlüğü kazanacağız.