ATAERKİNİN PEMBE HAPİSHANESİ- Emel Cicibaba

Nisan ayında yeni sayıyla buluşacağımız Argasdi’nin 49. sayısından ataerki eleştirisi yapan çarpıcı bir makale…

pink lock 49Mevcut erkek egemen sistem kadın ve erkeği eşitlikten çok uzak cinsiyet rolleriyle belirli alanlara hapsetmiş durumdadır. Genel olarak bunu özel ve kamusal alan olarak ikiye ayırabiliriz. Fakat bu kadar bariz bir hapsedişin neden köklendiğini ve bizlerin neden bu duruma karşı durmamız gerektiğini, çok klişe duyulacak ama, gelin çocukluğumuzdan başlayarak detaylandıralım.

 

Pembe Barbielerden Pembe Metrobüslere

Doğduğumuz ilk andan itibaren bizleri renklerle ayırmaya başlıyorlar. Bu renk kodu, ileride bizler için üretilen şeyleri gördüğümüz zaman otomatik onlara yönelmemiz amacıyla özellikle kullanılıyor. Doğduğumuz ilk andan bize pembe giysiler, pembe oyuncaklar, pembe odalarla pembe olan her şeyin kadınlar için olduğu mesajı veriliyor. Küçük bir çocukken tatlı bir renk olan pembe büyüyünce bizi “taciz ve tecavüzden korumak için üretilen” pembe metrobüslere hapseden bir araç oluyor. Kız çocukları; bebekler, mutfak malzemeleri, bebek evleri gibi oyuncaklar ile oynamaya, ileride iyi bir anne, iyi bir ev kadını, iyi bir eş olmaya hazırlanır. İşte çocukken sadece renkler ve oyuncaklar kullanılarak bizlere ait olduğumuz, olmamız/dönüşmemiz gereken birey bu şekilde öğretilir ve günün sonunda pembe Barbie bebek evleri, bizleri özel alanlara ve hatta kamusal alanlarda yine sadece bizler için açılmış özel alanlara hapseden pembe bir hapishaneye döner.

 

Kamusal Alanın Varlığı Özel Alandan Geçer

Büyüdük ve erkek egemen toplum ve sistem nezdinde ait olduğumuz özel alanlara hapsedildik. Kadınların, özel alanlardan bir tanesi olan evde, evi çekip çevirmenin ve çocuk bakmanın yegane görevleri olduğu ileri sürülerek kendilerinden bunları içselleştirmeleri beklenir. Çalışmak ve sosyalleşmek isteyen kadınların özel alanlarındaki işlerini eksiksiz tamamlamaları istenir. Yani kadın hem ev içi görünmez emek harcar, vaktini buraya ayırır hem de aynı zamanda kamusal alanda çalışmaya veya sosyalleşmeye çalışır. Bunlardan ötürü ev içi “görevlerini” tam olarak yerine getirmeyen kadınlar, erkek egemen toplum ve sistem tarafından eksik, yetersiz kadın olarak isimlendirilir. Kamusal alanlardan özel alanlara hapsedilen kadınların yokluğuyla kamusal alan erkeklere kalır. Eve para getirenin, çalışanın, dışarıda daha çok vakit geçirenin erkekler olması gerektiği meşrulaşır.

 

Evde Kalan Kadınlara Pekiştirme; Cinsiyetçi Diziler

Erkek boyunduruğu altında yaşayan, tecavüze uğrayan, taciz edilen, öldürülen, seks kölesi olarak sömürülen birçok kadının varlığına rağmen evde kalan kadınlara TV’de yayınlanan diziler ile bu hayata mahkum oldukları ve erkek ne yaparsa yapsın, her zaman haklı olduğu öğretilir. Birçok dizinin mutlaka tecavüz ve taciz sahnesi içermesi ve bu vakalarda kadınların “hoppa, toplumun sınırlarına uymayan, koca/baba sözü dinlemeyen” kadınlar olması başlarına gelenin onların suçu olduğunu ve erkeğin bu suçu işlemekte çaresiz kaldığını vurgular. Bir dönem çok izlenmiş olan “Fatmagül’ün suçu ne?” adlı dizide Fatmagül karakterinin gece yarısı kuytu ve karanlık bir deniz kenarında yalnızken üç erkeğin tecavüzüne uğraması, içten içe kadınlara “geceler, karanlıklar sizler için tehlikelidir, buna uymazsanız tecavüze uğrarsınız” mesajı verir. Maalesef o günden bugüne ne TV’deki dizilerin, ne de sokaktaki kız kardeşlerimizin akıbeti iyileşmiştir.

Tecavüz, taciz, şiddet, cinayet gibi vakalarda mağdurun suçlanıp, zanlının aklanması işte bu TV dizilerinin varlığı ile pekişir. Erkek egemen sistem, hem kadın bedeni üstünden reyting yapıp para kazanır hem de mağdurla değil zanlıyla empati yapar çünkü asla tecavüze uğramayacaktır; ama bir gün nefsine hakim olamayıp (!), “toplumun sınırlarına uymayan” bir kadına tecavüz edebilir.

 

Sokaklar Bizimdir, Terk etmiyoruz!

Bizlere çizilen sınırlar bizi aynı zamanda yalnızlaştırır. Evlerimizde çamaşır yıkar, çocuk bakarken sorunlarımızla, üzüntülerimizle, hastalıklarımızla, endişelerimizle baş başa kalırız. Fakat hepimiz sokağa çıksak birbirimize ne kadar benzediğimizi görebilir, birlikte bunları aşabiliriz. Evlerimizde ahlak, ayıp gibi kavramlarla bizi, çekingen, utangaç, pasif bir hayata mahkum eden ataerkil sistemi, kadınlar için mücadele eden örgütlerin kadınların özgürleşmesi ve sosyalleşmesi için alan açmalarıyla sarsabiliriz. Kadınların kamusal alanlarda, sokaklarda, sinemalarda, parklarda kendi bedenleri ve hayatlarıyla ilgili söz hakkı olmalıdır. Devlet; parkları, sokakları ve geceleri daha güvenli hale getirmelidir. Kültür merkezleri desteklenmeli ve kadınlara sosyalleşebilecekleri alanlar yaratılmalıdır. Kadınların ev içi emeği görülmeli ve bu emeklerinin de varlığı göz önünde bulundurularak, kadınlara kendilerine zaman ayırabilmeleri için imkanlar sağlanmalıdır. Çalışan kadınlara ücretsiz kamusal kreş desteği ile gelirlerinden feda ettikleri önemli bir miktarı kendileri ve sosyal yaşamları için harcama fırsatı verilmelidir.

Her şeyden önce sokaklar bizlerindir ve bizler ancak sokaktayken özgürleşebiliriz çünkü evdeyken yalnız, sokaktayken birlikteyiz.