Basın ve İfade Özgürlüğünün Düşündürdükleri – Tahsin Oygar

Argasdi’nin “Özgürlük” temalı 50. sayısından basın özgürlüğüne dair bir yazı…

İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ

Kişilerin istediğini düşünmesi engellenemez bir şeydir. Düşünmenin sınırları, kişinin deneyimleri, çeşitli toplumsal ve çevresel etkiler ve kendi hayal gücü potansiyeli ile belirlenir. Özgürce düşünebilmenin yani düşünce özgürlüğünün tamamlanabilmesi ve anlam kazanması için ifade edilebilmesi de gerekmektedir. Herhangi bir ifadenin topluma daha etkili yayılabilmesi, ulaşabilmesi için de basın özgürlüğü devreye girmektedir. Peki, ifade ve basın özgürlüğü mutlak mıdır? Basın özgürlüğünün, basın yayın araçlarının özel mülkiyeti ile hiç mi ilgisi yok? Buraya gelmeden önce tarihsel olarak bu kavramlara bakmakta yarar var. Çünkü her dönemde aynı anlamı taşıyan evrensel bir ifade ve basın özgürlüğünden bahsetmek mümkün değil.

Tarihsel, kısa bir bakış

Düşünce, ifade ve basın özgürlüğü tarih boyunca önemli roller üstlenmiştir. İnsanlığın ilerlemesine, farklı fikirlerin yayılmasına, var olanların tartışılmasına, iktidarların eleştirilebilmesine hatta yıkılmasına sebep olabilmiştir. Antik çağ MÖ 5. yy. İyonya’sına baktığımızda ünlü filozof Ksenofanes “Öküzlerde insan yeteneği ve insanın eli olsaydı, onlar da öküz biçiminde tanrılar yaparlardı”  diyerek, dönemin sınıflı toplumunun dini görüşleri (bugünün Yunan mitolojisi olarak bilinen) ile yapılan insan siluetindeki tanrılara olan inancı eleştirmişti. Tabiri caiz ise o dönemin ruhban sınıfını eleştirebilen filozofun kendisi, seçkinler sınıfının bir üyesi idi ve kölecilik oldukça yaygındı! Roma İmparatorluğu’nda da benzer örnekler görülebilmekte, ekonomik ve stratejik konularda yönetici sınıflar arasında tam demokrasi işlerken, imparator aleyhine ifade ve eleştiri kesinlikle yasak ve de aynı zamanda kölecilik devam etmekteydi. Feodalizmin mutlak, soydan ve tanrıdan gelen iktidar gücüne karşı, 14. ve 15. yy.’larda yeni yeni doğmuş ve palazlanmakta olan burjuvazi için ifade özgürlüğü, kendi sınıfının iktidarı ve feodalizmin alaşağı edilebilmesi için değerli bir araçtı. Burjuvazi de bu aracı ezilenlerin gücünü de arkasına alarak sahiplendi ve savundu. Tabii ki dereyi geçene kadar! Burjuvazi iktidarı ele geçirdiğinde ise kapitalizm koşulları altında ifade ve basın özgürlüğü ulusal ölçeklerde tekrar tekrar revize edilip kısıtlanmıştır. Burjuva ideologlar ve liberallerin kapitalizmle ulaşılacağını iddia ettikleri “hukuk devleti”, “düşünce özgürlüğü”, “eşitlik”, “tam demokrasi”, “basın ve ifade özgürlüğü” gibi kavramlar ancak kapitalistlerin iktidarını ve egemen sınıfı tehdit etmediği ölçüde var olabildi. Kapitalistlerin vadettiği, temel insan hakkı olarak savunduğu bu değerlerin, aslında onlar için feodalizmin yıkılması ve iktidarı ele geçirmelerinden sonra koca bir yalan olduğu ortaya çıktı.

Peki biz ne yapmalıyız?

İşte tam da bu yüzdendir ki biz devrimciler, kapitalizm koşulları altında ifade ve basın özgürlüğünü savunmalı ve talep etmeliyiz. Kapitalizmin vadettiği fakat kendi iktidarı aleyhine bir potansiyel olduğu zaman uygulamadığı bu hakları kesinlikle yaygınlaştırmalıyız. Basın yayın üretiminin yapılmasını sağlayan üretim araçlarının özel mülkiyetinin ortadan kaldırılması için mücadele vermeliyiz. Çünkü bugünün egemen medyası, egemenlerin fikir ve ideolojilerinin yayılması için medya patronları ve iktidarın işbirliği içerisinde hareket etmektedir. Bunun ortada kalkması da çalışanlarının ve okuyucuların/izleyicilerin yönetimde söz sahibi olduğu yani öz yönetimin olduğu medya kurumlarının yaygınlaşması ile daha mümkün hale gelecektir.

İfade ve basın özgürlüğü mutlak mıdır? Her düşündüğümüzü ifade etmeli miyiz?

Bu sorulara kim olarak cevap verdiğinize göre cevap değişebilir. Bir birey ve sıradan bir medya kurumu olarak ırkçı, türcü ve cinsiyetçi olmayan, hakaret ve nefret söylemi içermeyen tüm düşüncelerin ifade edilebilmesi; basın özgürlüğü kapsamında yaygınlaşması; sansür, hatta oto sansüre uğramaması için mücadele edilmelidir. Sol olduğunu iddia eden bir yayın kuruluşu içinse burada durup bir düşünmek gerekiyor…

Kıbrıs koşullarında durup bir düşünelim…

Kıbrıs’ın kuzeyindeki sol hareketler içerisinde ne siyaseten ne de bireyler bazında eleştiri özeleştiri kültürü gelişmiş durumda değil. Hemen hemen tüm siyasetler her eleştiriyi saldırı olarak algılıyor. Fikirleri değil kişileri konuşmayı tercih ediyor. Genelde siyasetler ortaya atılan fikirlerden çok, niyetler ve bilinçaltı okumalarında uzman! Çok da zeki olunduğu için en kestirmeden tek cümle ile her şeyi çözüyor ve anlıyorlar. Böyle bir ortamda ifade edilen herhangi bir sol fikrin eleştirilmesi bile o fikrin ifade edilme özgürlüğüne karşı olduğunuz sonucunu çıkartabiliyor karşınıza. Sol bir yayın organı olarak toplumsal muhalefete zarar verebilecek fikirleri, hiç hesap yapmadan, fütursuzca ifade etmek ne kadar doğrudur? Solcuların bir yandan ifade özgürlüğünü kullanırken diğer yandan toplumsal muhalefetin ortak yararını gözetmesi en önemli sorumluluklarından biridir. Yıllarca “sol” adına neredeyse göçmen düşmanlığı yapıp, ırkçılığa maruz kalan ve ezilen insanlarla sağlıklı ve samimi bir ilişki kurmadan, onların zaten maruz kaldıkları ırkçılığı pekiştirecek bir fikri ifade etmeme sorumluluğu da sol bir siyasetin görevidir. Her hak ve özgürlük gibi, ifade ve basın özgürlüğü de bireysel veya kurumsal tatmin ile toplumsal muhalefetin dengesini birlikte gözeterek kullanılmalıdır.

Tahsin Oygar

Kaynaklar:

http://web.itu.edu.tr/~bulu/favorite_books_files/dusunce_ozgurlugu.pdf

https://tr.wikipedia.org/wiki/Roma_%C4%B0mparatorlu%C4%9Fu

https://en.wikipedia.org/wiki/Xenophanes#cite_note-dl18-8

Burjuvazinin sahneye çıkışı – Seren Cami