“İŞ”te Özgürsünüz! – Yıldız Aziz

ilke yazı foto 

*İşini istediğin yerde istediğin saatte yapmakta özgürsün! Yeter ki son teslim tarihinde bitmiş olsun.

*Şirketinin sana sunduğu seçenekler içinden istediğin cep telefonunu ve laptopu seçmekte özgürsün! Yeter ki her an ulaşılabilir ol…

*İstersen bugün işe bir saat geç gelebilirsin. Tabii bir saat geç çıkacaksın yani mesaini ayarlamakta da özgürsün!

*Doğum mu yaptın istersen evden çalışmakta özgürsün…Yeter ki her an müsait ol…

*Koşullar zor ve ağır olabilir ama biz bir aileyiz ve çok çalışırsak birlikte başarırız. Normalde insan ailesini seçemez ama sen iş anlamında aileni bile seçmekte özgürsün!

*İşin bitince gitmekte özgürsün!

* Bu iş yerinde kendi işin gibi, yani sahibi gibi çalışmakta da özgürsün.

*Peki, patronunu müdürünü şefini sosyal medyadan eklememekte özgür müsün? Özgürsün!

*Bu işi beğenmiyorsan bırakmakta da özgürsün!

Sen de kabul edersin ki bu kadar özgürlüğün birazcık bedeli olacak. Kendi işin gibi dediysek şirketin stratejik planlamalarına, maaşına, ödemelere ve kara tabii ki karışamazsın. Sendikalı çalışmakta özgür değilsin. İzinlerini organize etmekte de değilsin, maaşını kesinlikle biz, performansına göre belirleriz. İş güvencesi diye bir ütopya duyuyoruz; bu söz konusu dahi olamaz günümüzün rekabet ortamında biz patronların bile işi garanti değil. Patronun sulu şakalarına, saçma tuhaf davranışlarına çeşit türlü mobbinge de dişini sık biraz, ekmek aslanın midesinde artık.

Eskiden bir fabrikada, atölyede belli saatler içinde işimiz belli olarak çalışıyorduk. Patron belli, iş belli, iş saati belliydi. Evet çok zor çalışma koşulları vardı fakat bu ortadaydı. Şimdilerde ise CEO’lar, taşeron şirketler, takım liderleri bizleri özgür olduğumuza inandırarak gönüllü olarak çalıştırıyor. Sermaye, toplumu, elindeki tüm imkanları (görsel, yazılı basın vb.) kullanarak çalışması gerektiğine daha çok çalışması gerektiğine, asgari düzeyde bir yaşam için bile maksimum performansın gerekliliğine ikna ediyor. Ve bunu yaparken bizim gönül rahatlığıyla tüm özel alan ve zamanımızı da gümüş tepside onlara sunmamızı istiyor. Günde 9-10 saat ve daha fazlasını çalışıyoruz fakat sormuyoruz neden bu kadar çalışıyoruz diye… Düşünmeyi unutacak kadar çalıştırılıyoruz ve kendimizi özgür sanıyoruz.

Çalışma hayatı ve kurumsal iletişim, teknolojiyle birlikte hızlandıkça çalışma saatleri de belirsizleşmeye, çalışma alanı genişlemeye, iş ile özel yaşamın arası muğlâklaşmaya, sömürü artmaya başladı. (*) Ayrıca sosyal medya ve iletişim araçlarının gelişimiyle iş yerindeki mobbing de iş dışına yayılmaktadır. Modern çağda okulu bitirdikten emekliliğe kadar durmadan özgürce çalışıyoruz ne için? Tüm hayatımız boyunca hayal ettiğimiz emeklilik tatili için, şanslı isek ve 65 yaşına gelip de hala hayattaysak, ömrümüzü harcadığımız o tatile çıkıp bu dünyadaki görevimizi tamamlamış oluyoruz.

Biri Değil İkisi Bizi Gözetliyor

Günümüz, teknolojinin de gelişmesi ile sürekli gözetlenebilen, kontrol edilebilen bireylerin çağı olmaya başlamış, kişiler gün geçtikçe özel hayatlarında da çalışma hayatlarında da bir mahremiyet alanı bulamamakta kendileri ve özel çevreleri ile baş başa kalabilecek bir zamanı yaratamamaktadır.

Buradan baktığımızda öncelikle devletin (iktidarın) yaratmak istediği bir gözetim toplumu olduğunu ve bunu yaratmak istemesinin sebeplerinden birinin de bilme isteği olduğunu söyleyebiliriz. Devlet, sosyo ekonomik faaliyetlerini yerine getirmek için ihtiyacı olandan çok daha fazlasını öğrenmek istemekte çünkü toplumdaki bireyleri iktidar için potansiyel birer tehlike olarak görmekte ve oturduğu zemini sağlam tutmanın koşulunun insanları kontrol altında tutmaktan geçtiğini düşünmektedir. İş yaşamında da patronlar benzer kaygılarla çalışanlarını gözetlemektedir.

Yeni çalışma yaşamında patronlar çalışanlarının gerçekten çalışıp çalışmadığını, çalışıyorsa onlara göre ne kadar verimli olduğunu, iş yerinin daha iyiye gitmesi için ekstra bir çaba sarf edip etmediğini görmek ve kontrol etmek için araçlarına son moda takip cihazları, şirket telefonlarına gps’ler taktırarak, sosyal medyayı kullanarak yani teknolojinin verdiği tüm imkanlarla onları denetliyor. Bugün özgürlük araçları olarak tanımladığımız bilgisayar, cep telefonu, kameralar, internet ve daha birçoğu aracılığı ile bireyler belli alanlara hapsedilerek sürekli gözetim ve denetim altında tutulmaktadır. Sadece gözetleniyor olduğunu bilmek bile kişinin üzerinde bir baskı unsuru yaratmakta ve özgürlüklerimizi kısıtlamaktadır. Oysa patronlar tarafından bu tip araçların kullanılıyor olmasının argümanı, bunun tam tersine bu araçların bireylere özgürlük getirdiği yönündedir. Unutulmamalıdır ki bireyin gizliliği ve özel hayatı en temel insan haklarından biridir ve patronlar her ne kadar inkâr etse de yapılan, kişilerin özgürlüğüne bir saldırıdır ve bu saldırıyı tek başımıza püskürtmemiz mümkün değildir. Gerçekten özgür ve insanca yaşayabilmenin koşulu, birlikte mücadele etmekten geçer. Bizler sendikasız çalıştırıldıkça baskı daha da artacaktır, bu nedenledir ki tüm emekçilerin sendikalı olması, sendikasız çalıştırılmanın yasaklanması için birlik olmalıyız, çünkü gerçek özgürlük, emekçiler için örgütlü çalışmaktır.

(*) İndigo dergisi “Fransa’da hafta sonu iş e-postası yanıtlamak yasaklandı” 3 Haziran 2017