Sorun Ne?- Mehmet Adaman

Kültür-sanat politika dergisi Argasdi’nin son üç ayda yaşanan, ülke ve toplumsal sorunları masaya yatırdığı değerlendirme yazısı gündem sayfasında … Argasdi’nin 51. sayısını tüm marketlerden alabilirsiniz.

393_9Yıllardır hep var olan bir sorun var. Gündemdeki yoğunluğu bazen artan, bazen azalan ama hep olan; yarattığı olumsuz etkilerini her daim hissettiğimiz bir sorun: Kıbrıs sorunu. Gerçekten de durup düşünmek lazım, sorun ne? Herkesin bu soru ile ilgili bir fikri mutlaka vardır. Sorun ne zaman başladı? Sorunu kim ya da kimler yarattı? Ve en önemlisi bu sorun nasıl çözülecek?

Bizler Kıbrıslı Türk devrimciler olarak, basitçe söyleyecek olursak Kıbrıs sorununu “halkların kendi kaderlerini tayin haklarının ellerinden alınması” sorunu, çözümü de “halkların kendi kaderlerini tayin haklarını geri alması” olarak görüyoruz. Yani bizce Kıbrıs sorunu Kıbrıs’ta yaşayan halkların, ellerinden alınan kendi kendilerini yönetme haklarını, birlikte mücadeleyle geri aldıkları zaman gerçek anlamda çözülecek.

Kıbrıs sorunu ile ilgili yıllardır pek çok fikir söylenir durur. Bu fikirlerin çoğunda, çözüme dair öneriler sıralanırken, Kıbrıs’ta yaşayan halkların ne kadar önemli bir konumda oldukları hep göz ardı edilir. Aslında “ettirilir” demek daha doğru. Müzakere masalarındaki kırmızı çizgiler, garantörler, üsler, toprak paylaşımı gibi konular halkların gerçek sorunlarını yansıtmaz; bizi bölerek yöneten egemenlerin kendi çıkarlarını yeniden düzenleyebilme dertlerini yansıtır. Bunlar bizim dertlerimiz değil. Bizim dertlerimiz çok daha farklı.

Bugün Kıbrıs’ın kuzeyinde gündemde olan sorunlara baktığımızda, birçoğunun kendi kendimizi yöneten bir idari yapıya sahip olmayışımızdan kaynaklandığını görürüz. Ankara ne derse onu yapan, kritik kararları hep Ankara’nın istediği yönde almak zorunda olan, yanlış olduğunu görse bile ses çıkaramayan, Özker Özgür’ün dediği gibi davulun bizde tokmağın başkasında olduğu bir idari system, Kıbrıs’ın kuzeyindeki birçok sorunun kaynağıdır. Aynısını, bizdeki kadar etkili olmasa da Kıbrıs’ın güneyi için de söyleyebiliriz.

Dilerseniz, son aylarda gündemde yer alan bazı konulara bakalım ve ne demek istediğimizi daha net açıklamaya çalışalım.

Adını Afrika gazetesi saldırganlarını hapse attırması ve toplum vicdanını bir nebze de olsa rahatlatmasıyla duyduğumuz Kıdemli Yargıç Tacan Reynar, olaylarla ilgili görevini yürüttüğü sırada AKP’li faşistlerin tehdit ve hakaretlerine maruz kaldığını ifade ederek, tehditlerle ilgili sessiz kalan Yüksek Mahkeme ve Yüksek Adliye Kurulu’na tepki göstererek ayrıca verdiği kararı anlamsız kılan Şartlı Tahliye Kurulu’nu eleştirerek istifa etti. Peki Yüksek Mahkeme ve Yüksek Adliye Kurulu, adaleti sağlamakla görevli yargıcına yönelik bu tehditlere neden ses çıkarmadı? Kendi yargıcını savunmaktan aciz bir yargı sistemi… Sizce halkın kendi kendini yönetme hakkı elinden alınmış, dıştan gelen talimatlarla yönetilen bir devlet yapısında yargı organının olması gerektiği gibi bağımsız ve gerçekten adaletli olabilmesi mümkün müdür? Sizce o gün gazete önünde yaşanan olaylarda açıkça yasaları çiğneyen provokatörlere seyirci kalması için talimat alan polis teşkilatı gibi, Tacan Reynar’ı dava sürecinde yalnız bırakan mahkeme yönetimi  ve suçluların aldıkları ceza süresi dolmadan erken tahliyelerinin önünü açan Şartlı Tahliye Kurulu üyeleri de “birilerinden” talimat almamış mıdır? Yargıcın, istifa ederken eleştirdiği “kurulu düzen” ve onun yarattığı olumsuzlukların temel nedenlerinden biri de kendi kendimizi yönetmemize izin verilmiyor oluşu değil midir?

Geçen aylardaki bir diğer gündem konusu da Mersin Akkuyu’da kurulacak olan nükleer santralin temellerinin atılmış olması ve santralin kurulum sürecinin resmen başlamış olmasıydı. Muhalefetteyken söz konusu nükleer santrale karşı çıkanların, hükümetteyken konuyla ilgili ağızlarını niye bıçak açmıyor? Çünkü ağızlarını açma hakları yok. Evet! Hükümet oldukları ülkenin yanıbaşında kurulacak ve tüm vatandaşlarının hayatını çok ciddi tehlike altına alacak bir santralle ilgili hükümet olarak tek bir söz söyleme hakları yok. Bu kadar hayati bir konuda söz söyleyememelerinin nedeninin, kendi kendimizi yönetmiyor oluşumuzdan kaynaklandığını görmek için siyaset uzmanı olmamıza hiç gerek yok heralde.

Son olarak dövizdeki yükselişten de bahsedelim. Türk Lirası’nın döviz karşısındaki değer kaybını hükümetimiz sadece seyrediyor. Neden? Çünkü kontrol bizde değil. Ev kirasından tut da en ufak ihtiyacımıza kadar her şeyi döviz cinsinden ödediğimiz bu ülkede, hükümetin vatandaşlarının günden güne ekonomik olarak erimesine neden olan döviz krizi karşısında yapabileceği hiçbir şey yok. Ağızları dolu dolu söyledikleri “önlemler”in içi boş. Kendi kendimizi yönetebiliyor olsaydık, konuyla ilgili pek çok çözüm yöntemi gündeme gelebilirdi ama şimdi bunların hiçbirisine bizi yöneten Ankara tarafından izin verilmiyor.

Madem ki Kıbrıs sorunu dediğimiz şeyin temelinde kendi kendimizi yönetme hakkımızın elimizden alınması yatıyor, o zaman çözümün yolu da kendi kendini yönetme hakkını alma mücadelesinden geçer. Birlikte verilecek bir mücadele ile adamızda yaşayan halklar ne zaman ki kendi egemenlerinin boyunduruğu altından kurtulup bağımsız Kıbrıs’ı kurarlar; ne zaman ki bu ülkede Kıbrıs sorunu dediğimiz sorun garantörsüz, üssüz bir çözüme kavuşur, işte o zaman tüm sorunlarımızın çözümü için oldukça büyük bir adım atmış oluruz.