Nenemin Hikayesi – Şifa Alçıcıoğlu

Hayatta herkes kendi hikayesini inşaa eder. Hikayelerimizdeki kahramanlar bize yol gösterir, ışık tutar, hele bir de geçmişimizi, kültürümüzü anlatıyorsa o kahramanlar bizi biz yapan en değerli parçamız olurlar. Nenemin hikayesi samimi bir dille torun gözünden size olanları aktarıyor. Kültürümüzü yansıtan, birçoğu yaşanmış hikayelerden oluşan ve Argasdi yayınlarından çıkacak “Nenemin Deyişiynan” isimli 4. kitabımızın müjdesini de buradan sizlere duyuruyoruz. … Koparılan köklerimizi hatırlamaya Şifa olması dileğiyle…

33734202_10156612551014170_567419429533515776_nDoğum ve ölüm arasındaki her canlı yaşam denen olguyla tanışmış demektir. Sosyal bir varlık olan insan, bu süre zarfında hem toplumsal hem de bireysel olarak bazı sorumluluklar kazanır, yaşamanın, o zahmetli bir o kadar da kıymetli anlarını hep bir gelecek kaygısıyla birlikte ömrünün sonuna dek taşır. Insanların hikayeleri de yaşanmışlıklar ya da yaşanmamışlıklar arasında kendine bir yol bulur. Yaş aldıkça bilgeleşir, ustalaşırız. Bir ömür boyunca taşıdığımız o kaygının hesabını, ancak bildiklerimizi aktardıkça, paylaştıkça ve ürettikçe tutabiliriz.

Bundan birkaç yıl önce, geçmişini ve tarihini merak eden genç bir insan olarak, Kıbrıs kültürüyle ilgili yazılar yazmanın gerekliliğine inanmıştım. Açıkçası işe nereden başlamam gerektiğini bilemiyordum. Nasıl  yazılar yazılmalı, nasıl araştırmalar yapılmalı emin değildim. Elimdeki tek veri nenemdi. Onun anıları, birlikte yaşadıklarımız yani çocukken aklıma kazınanlardı. Onunla röportajlar yaparak bu sayfa var olmaya başladı. Bir gün sorularımdan sıkılmış olacak ki (bu arada soru sormadan cevap vermeyi sevmez nenem) “anlatırım bunları ama beni da yazacan” demişti. Tamam dedim ama hiçbir zaman bu isteğini tam olarak yerine getiremedim. Birçok yazıda onun anıları olsa da, anlatsam da Şifaba’nın hikayesini, bu yazıda sadece onu anlatmak, kısacık da olsa yaşam denilen bu kavgadaki acı, tatlı anılarını paylasmak isterim sizlerle.

***

Neneme sorsanız yaşını bilmez ama resmi bir evrak olan kimliğinde 27 Aralık 1929 yazılıdır. Gerçi o hiçbir zaman 29 doğumlu olduğunu kabullenmez “beni yanlış yazdırdılar aslında 1930 doğumluyum” der. Biz de öyle kabul edelim. 88 yılın barındırdığı, çoğu bellekten silinmiş o geçmişe, gelin torun penceresinden bakalım.

Angastina’da (Aslanköy) yaşayan Kıbrıslı Türklerin, tahminen 1920’li yılların başında köylerini terk ederek aynı bölgedeki köylerden Kalavaç ve Kurumanastır’a (Çukurova) göç ettikleri pek bilinen bir bilgi değildir. Nenem, annesinin ve ailesinin köyünden bu şekilde bizim köye taşındığını anlatır. Kıbrıslı Türk biri tarafından öldürülen bir Kıbrıslı Elenin akrabalarının intikamından korktukları için az sayıdaki Kıbrıslı Türk, köylerini terk eder. Buraya taşınan Havva kendinden on-on beş yaş büyük Mehmet’le evlenir ve yedi çocukları olur. İlk iki çocukları kız olur ama dönemin şartlarında aşı olmadığı için köye gelen kızamıklı birisi tarafından kızamık bulaşıp erken yaşta yaşamlarını yitirirler. Hayatta kalan beş kardeşin içinde tek kız olan nenem, babasının gözbebeğiymiş. “Ağabiylerim bana bir şey yaparsa akşama mutlaka dayağı da yerlerdi” diye anlatır. Kemerli köy evinin tek göz odasında geçer ilk çocukluk yılları. Ardından nenem okula gider. Gider dediysem sadece bir yıl okula gönderilir. Köylerde yaşayan çoğu kızın kaderi gibi o da ev işlerine yardımcı olmak, hayvanlara ve kardeşlerine bakmak, orak zamanı ekin biçmek gibi nedenlerle okutulmaz. Yine de az da olsa okuyup yazmayı öğrenir.

Evlilik çağı geldiği zaman teyzesinin oğlu Mustafa’yla evlenir ve şehere yerleşirler. Babamın gelmesiyle nenemin dünyası da adeta babam olur. Dedem sirozdan dolayı öldüğünde babam henüz 5 yaşındadır, nenem ise 25…

Bu yıllardan sonra çetin bir hayat yarışı başlar yeniden. Eşinin ölümünün ardından, babası da bu acıya dayanamayıp kısa bir süre sonra aralarından ayrılınca nenem anası ve engelli kardeşi İsmaille yaşamaya devam eder. Bir daha evlenmez, yaşamını adeta ailesine adar.

Babamın tahsil için Ankara’ya gittiği yetmişli yılların başında, Havvalı nene, yüksek tansiyon nedeniyle felç geçirir ve hayatının on üç yılı tekerlekli sandalyede geçer. Bu hastalık, insanın zora düşünce yapamayacağı şey olmadığının kanıtı gibidir. O dönem sürekli sağlık ocağına gidemeyeceklerinden dolayı iğne yapmayı da öğrenir, böylece sadece annesine değil adı gibi köylülere de şifa olur.

***

Annemle babam 1981’de evlenirler. 83’te de ilk torun ben dünyaya gelirim. İşte o yıllardan sonra kemerli tek odalı evden ayrılıp bize yerleşir neneciğim. Köy hayatının tüm çetrefilini yaşayan birisi olarak, üretimden asla kopmaz. Kah sıcacık norun çıktığı is kokan kazanın başında hellim yapar, kah maca toplayıp kekik kokulu süpürgeler… Bayramlarda fırına salmak için erkenden kalkıp yoğurduğu hamur, ekmek tahtasının ucundan çörekler, kafesler olarak çıkardı karşımıza. Alıç zamanı alıç reçelini, asma zamanı yalançı dolmayı, üzüm zamanı sucuğu eksik bırakmazdı evden. Nenemin elinden her şey tatlı gelir zaten. Bizi asla mutfağına sokmadı. “Sen yapaman, işime karışma” sözleriyle büyüsek de gizliden gizliye uzandı ellerimiz oklavalara.

Her çocuğun bir idolü vardır. Benimkisi beni her zaman, bazen fazlaca koruyup kollayan nenemdir. 85 yaşında açık kalp ameliyatı geçirmesine, 88 yaşında kaburga kemiklerini kırmasına rağmen yatmayı reddedip birkaç haftada ayaklanan o tezcanlı, minicik kadının torunu olmaktan her zaman gurur duyacağım. Onun gibi üretken, güçlü ve hayatı seven kadınlar oldukça sırtımız yere gelmez.

 

Not: Nenemin anlattıklarıyla yaklaşık altı yıldır kaleme aldığım, Kıbrıs’ın kültürel, sosyal yaşamıyla ilgili yazılardan oluşan kitabımız Sonbaharda Argasdi Yayınlarından çıkarak, okurlarla buluşacak. Koparılan köklerimizi hatırlamaya Şifa olması dileğiyle…