Ödenmeyecek Ödemiyoruz – Nazen Şansal

Argasdi dergimizin “Kimin Krizi Kimin Fırsatı?” dosya konulu 52. sayısından bir yazı…

302882_600896729920707_182849972_n

Tiyatro eylemdir! Belkide tiyatro kendi içinde devrimci değildir ama hiç kuşku yok ki tiyatro bir devrim provasıdır. (Augusto Boal)

 

 

En güçlü sanat dallarından biridir tiyatro. Seyircisiyle göz göze, yan yanadır. Nabzını tutar salonu paylaştığı izleyicisinin; yani içinde yaşadığı, var olduğu toplumun. Aynı atmosferi solur tüm insanlarla ve estetize ederek geri verir, yansıtır soluğunu. Belki sanatçı duyarlılığı, aydın sorumluluğuyla birkaç adım ileridedirama “önde gideni Şam’da görürler” misali kopmamalıdır halktan. Yol göstermeli, esin vermelidir ilham aldığı insani değerlere, beslendiği toplumsal meselelere… “Sanata politika karıştırmayalım” diyenlerin, sistemin devamından yana olduğunun farkına vararak, taraf olmalıdır güçlüden değil, haklıdan yana.Ve çekinmeden söyleyebilmelidir politik sözünü tiyatral araçlarla.

İşte bu yazıda böyle bir yaşam felsefesine ve tiyatro anlayışına sahip olan Dario Fo’nun bir oyunundan bahsedeceğiz.

Dario Fo (1926-2016), halk tiyatrosunun itici gücünün ve mizahın, kitleleri düşündürme ve dönüştürme üzerindeki etkisinin bilincinde bir yazardı. Belki de bu nedenle tiyatro karikatürcüsü ve radikal palyaço olarak da anılmaktadır. Ülkemizde çeşitli oyunları sahnelenmiş olan Fo’nun en çok bilinen ve sevilen oyunlarından biri “Ödenmeyecek Ödemiyoruz” isimli politik güldürüdür. Bu oyun 2002-2003 sezonunda Lefkoşa Belediye Tiyatrosu, 2013 yılında ise Baraka Tiyatro Ekibi tarafından ülkemiz seyircisiyle buluşmuş ve büyük ilgi görerek kapalı gişe oynamıştır.

Ağlanacak halimize güldüren oyunda, ekonomik kriz ve zamlar karşısında halkın tepkisi konu alınır ve tiyatral bir abartı ile işlenir. Başta kadınlar olmak üzere, geçim sıkıntısı çeken yaşlılar, gençler, işçiler, fiyatların zamlanmasına karşı hep birlikte eski fiyatlar üzerinden alışveriş yapmaya karar verirler ve “Ödenmeyecek! Ödemiyoruz!” diyerek süpermarketteki yiyeceklere el koyarlar. Bir yanda, yaptıklarını birbirinden gizlemeye çalışan karıkocalar,  diğer yanda evlere baskınlar düzenleyen polisleri atlatmak için çevrilen dolaplar… Sistemi eleştiren fakat aynı zamanda sistemin kurallarını savunan bir koca karşısında, kalkıştığı eylemi savunabilmek için türlü oyunlara girişen bir kadın… Kaotik bir ortamda yaşama mücadelesi veren, sendikasına, partisine güvenmeye çalışan iki işçi ailesi…

“Bu insanlar, ekonomik sıkıntılar, yönetimdeki yozlaşma gibi sorunlar içerisinde, sahip oldukları ahlaki değerlere ve inandıkları ideolojilere tutunmaya çalışırken, sonradan aslında bunların içlerinin boşalmış olduğunu, inandıkları siyasi partilerin bile kendilerini kurtarma yolunda onları yapayalnız bıraktığını görüyorlar. Pahalılık nedeniyle isyan eden kadınlar tarafından başlayan oyun, yapılan eylemin cesaretsizce saklanmaya çalışılmasından cesarete ve yapılan eyleme karşı çıkanların da buna katılmasıyla bütüncül bir uyanışa doğru ilerliyor.”(1)

On yıl arayla ve farklı yorumlarla, dönemin güncel olaylarını da katarak sahnelenen bu oyunun Kıbrıslı Türk halkı tarafından çok sevilmesinin bir nedeni olsa gerek… Sadece Kıbrıs’ta değil, oynandığı tüm ülkelerde beğeni ile izlenmesi de manidardır.Halk tiyatrosu, bazen halkın yapmak isteyip yapamadığını yüzüne vurur, “keşke” dediğini kurgusal gerçekliğe dönüştürür. Sahnede bütün tabular yıkılır, yasalar delinir, korkular ve baskılar alay konusu olup alt edilir.Seyirci tersten bir şekilde katarsis yaşar; başına felaketler gelen başkahramanının yaptıklarından, korku ve acıma duygusuyla kaçınmak yerine,izlediği karakterlerin yerinde olmayı ve onlar gibi davranabilmeyi arzular. Hele ki sahnede gördükleri kendi yaşantısını çağrıştırıyorsa, bu etki katlanarak büyüyecektir.

1970’lerde İtalya Torino’da grev yapan işçilerin durumuna, sendikaların kayıtsız kalması üzerine yazılan oyunda, bir taraftan acımasız kapitalizm eleştirilirken diğer taraftan sendikalar ve aymazlıkla politikacılara güvenen halk sorgulanmaktadır. Çaresizlik içindeki ev kadınları ise hem kocalarına, hem büyük market patronlarına, hem de devlete kafa tutmaktadır. Kadının fendi sistemi yenmektedir.

Oyunun yazıldığı 70’li yıllarda başgösteren petrol krizi ile ekonominin sarsılması, içinde yaşamaya çalıştığımız, krizlerle malul sistemde farklı sebeplerle sık sık tekrar ediyor.”Hepimiz aynı gemideyiz” safsatasına karşın ekonomik bunalımlar, hükümeti arkasına alan sermaye için fırsata dönüşmekte, süpermarketler kendilerini korumaya alıp karlarını katlamakta, ceremeyi orta ve dar gelirli kesimler çekmektedir.

“Ödenmeyecek Ödemiyoruz oyunu, yaşadığımız toplumsal, ekonomik ve politik sorunlara korkusuzca değinirken, bunları düzeyli ve çarpıcı bir ironik güldürü konusu yapar. Oyundaki eleştiriler, taşlamalar sadece iktidara değil muhalefete, sendikalara, vatandaşa kısaca tüm topluma yöneliktir. Ödenmeyecek Ödemiyoruz, sonucu gülünç olacak kadar acı olan bir meydan savaşıdır.”(2)

Ezilenlerin tiyatrosunun yaratıcısı Augusto Boal, tiyatroyu bir eylem olarak tarif eder ve devrimin provası benzetmesini yapar. Kapitalizmin kronik hastalığı olan ekonomik krizlerin faturası halka ödetilmeye çalışılır, hepimiz zamlar ve geçim derdi altında ezim ezim ezilirken bir meydan savaşının tam vakti değil midir?

Nazen Şansal

nazen_sansal@yahoo.com

 

(1)Aliye Ummanel, Bir Tiyatro Şöleni, Kıbrıs gazetesi, 11 Mart 2003

(2)Yaşar Ersoy, Sevdasıyla Kavgasıyla Bir Ülkenin Yaşamında Rol Almak, Khora Yayınları

Baraka Tiyatro Ekibi’nin yorumuyla oyunu seyretmek için:

https://www.youtube.com/watch?v=1GI6TM5wP6A