Ufukta Görünen Bir Distopya: Gözetim Toplumu – Nazen Şansal

 

 

Argasdi dergimizin 56. sayısından güncel bir yazı…

nineteen-eighty-four-1984-bindokuzyuzseksendort-big-brother-george-orwell-gozetim-toplumu-panopticon

Gözetim toplumuna karşı çıkıyor, Mobese’ye NObese diyoruz demesine ama bir yandan da kamera direkleri, tarihi eser, kültürel doku filan dinlemeden her yana dikilmeye başlandı bile… UBP’li bakanın 2017’de TC ile imzaladığı Protokol’ün ardından 2018’de CTP-TDP-HP-DP dörtlü hükümetince Meclisten geçirilen yasa ve ardından UBP-HP döneminde başlatılan uygulama ile 7/24 gözetlenmemize,en sağcısından en “solcu”suna her partimiz, en muhafazakarından en “özgürlükçü”süne her milletvekilimiz onay vermiş durumda. TC askeri şirketi ASELSAN tarafından kurulan ve aslında nereye kaç adet konacağı, TC İçişleri Bakanının da açıkladığı gibi çok önceden belirli olan kameralar, güya Başbakanlık altındaki sivil bir kurul tarafından ihtiyaçlara göre yerleştirilmekte!

Peki nedir bu güvenlik paranoyasının sebebi ve gözetleme merakı?

İnsanların birbirini gözlemlemesi tarih boyunca bilgi edinme ve aktarma gibi çeşitli amaçlarla yaşanmış bir olgudur. İktidarı ele geçiren sınıfın, diğer sınıflar üzerinde bir baskı aygıtı olarak devletin ortaya çıkmasıyla birlikte gözetim de yeni bir anlama ve hale büründü: Bilgi toplayarak kontrolü elinde tutmak. Bilgiye sahip olan, güce de sahip olur ve elinde bulunan bilgilere dayanarak diğerlerini kolayca yönetir. Tasarımlanmış bir gözetim toplumuna geçiş ve toplumsal yaşamın sistematik olarak izlenip denetlenmesi ise kapitalizmle birlikte gerçekleşti. Bunu ilk kez dillendiren Marx’a göre gözetim, emek ve sermaye arasındaki mücadelenin bir unsuruydu. İşçi sınıfını, en düşük maliyetle en yüksek üretimi sağlayacak şekilde çalıştırabilmek için gözetleme ve izleme mekanizmalarına başvurmak gerekiyordu. Günümüzdeyse neoliberal politikaların hayata geçirilmesiyle derinleşen toplumsal eşitsizliklerin sistem üzerindeki yıkıcı sonuçlarının önlenebilmesi için devletler, “güvenlik” gerekçesiyle, gittikçe artan bir izleme ve kaydetme faaliyetine girişmiş durumda. Neoliberal dönemde bir yandan yoksulluğun kriminalizasyonu, diğer yandan “yoksullukla savaş”, “suçla savaş”, “terörle savaş” gibi söylemler yaygınlaşmıştır. Gözetimin sağladığı “güvenlik”, insanlığın yararına gibi görülse de aslında özgür düşünce ve eylemlerin zamanla yok edilmesine, bireysel ve toplumsal özgürlüklerin kısıtlanmasına yol açmaktadır. Gelişen yeni teknolojiler, sadece kameralarla doğrudan izlemeyi değil, hatta ondan çok daha yaygın ve aktif bir şekilde, ticaretten seyahate, özel hayattan sosyal ve politik davranışlara kadar internette yapılan her işlemin özel şirketlerce kaydedilmesini ve takip edilmesini mümkün kılmaktadır. Toplanan bilgilerin hangi amaç ve sebeplerle kimler tarafından kullanıldığı veya kullanılabileceği ise şeffaf olmayan bir husustur. Bu da Orwell’in meşhur Büyük Birader’inin artık yalnız olmadığını, kar amaçlı başka biraderlerle el birliği içerisinde hayatlarımızı gözetlediğini ve elindeki verilerle şekillendirdiğini düşündürmektedir. (1)

“Çember” daralırken

Dave Eggers’in “Çember” adlı romanı, çağımızın “1984”ü olarak, yakın bir geleceği ve uzak olmasını dileyeceğimiz ihtimalleri anlatıyor. Kitaba adını veren “Çember”, Google, Facebook, Apple gibi şirketlerin yerini alan bir dünya devidir ve temel mottosu açıklıktır. Bu amaçla özel veya kamusal her yere fark edilmeyecek kadar küçük DeğişimiGör kameraları yerleştirilmesi, kaçırılmalarını engellemek için çocuklara çip takılması, AşkMaşk programıyla flört etmenin zorluklarının aşılması, Evcimen adlı telefon uygulamasıyla evdeki ürünlerin barkodlarının taranıp biten şeylerin sipariş edilmesi gibi teknolojiler geliştirilmektedir. Ancak zamanla dünyaya egemen olma yönünde politik güç hırsına kapılan Çember, gitgide daralmaktadır!

İnsanların reklamlara tıklaması için bir distopya yaratıyoruz

Kendi rızamızla çeşitli bilgilerimizi ve görüntülerimizi paylaştığımız sosyal medyanın insanların iletişiminde, bilgiye erişiminde, sosyal ve siyasal hareketlerin örgütlenmesinde, sansürün aşılmasında, ifade özgürlüğünün gelişmesinde çok önemli katkıları vardır. Fakat tüm bunlardan bağımsız olarak,bize ücretsiz hizmet sunan bu sitelerin tek amacı, reklamlarla gelir elde etmektir. Bu sebeple her türlü verimizi (durum bildirisi, messenger sohbetleri, yazıp da sildiğimiz her yazı, fotoğraflar, oturum açtığımız konumlar vs) toplar ve analiz ederler. Hepimizin üzerinde kapsamlı bir gözetleme yapılır ki yapay öğrenimli algoritmalar, hangimize hangi reklamı göstermesi gerektiğini doğru hesaplayabilsin. Şimdilik bu verilerin genellikle ticari amaçlı kullanıldığını düşünsek de siyasi amaçlı da kullanılabildiği, ABD seçimlerinde şaibeli durumlar yarattığı, seçmen davranışlarını etkilemek için gayet elverişli olduğu bilinen bir gerçek.

“Bu algoritmalar kolaylıkla insanların etnik özelliklerini, dini ve siyasi görüşlerini, zekasını, mutluluğunu, madde kullanıp kullanmadığını, ailesinin durumunu, yaş ve cinsiyetini, sadece Facebook beğenilerinden tahmin edebilir. Yüzleri kısmen gizlenmiş olsa da protestocuların kimliğini belirleyebilir. Devletlerin vatandaşları hakkında sahip oldukları müthiş miktarda veriyle neler yapabileceklerini düşünün. Çin, insanları tespit etmek ve tutuklamak için yüz tanıma teknolojisini kullanıyor bile…İşin acı kısmı şu ki; gözetlemeye dayalı bu otoriter yapıyı, yalnızca insanların reklamlara tıklaması için geliştiriyoruz! Bu Orwell’in otoriter rejimi olmayacak, bu 1984 değil. Eğer otoriterlik bizi paniğe sürüklemek için aleni korku kullanacaksa, korkacağız ama bundan haberimiz olacak, nefret duyacağız ve karşı koyacağız. Ancak güç sahibi insanlar bu algoritmaları, bizi sessizce izlemek, yargılamak, sorun çıkaranları ve asileri önceden tahmin etmek ve kimliğini belirlemek, üzerimizde ikna mimarisi oluşturmak ve tek tek bireyleri manipüle etmek için kişisel zaaf ve hassas noktalarımızdan yararlanarak kullanırlarsa; dahası bunu özel ekranlarımızdan başkalarının ne gördüğünü bilemeyeceğimiz şekilde yaparlarsa bu otoriter rejim bizi örümcek ağı gibi kıstırır. Ve biz yakalandığımızı bile anlamayız.”(2)

İnsan, önüne sorun olarak koyduğu şeyleri çözer

Yeni teknolojilere, içinde yaşadığımız sömürü düzeninden bağımsızmış gibi bakar ve sorgulamaksızın, eleştirmeksizin yalnızca paylaşımcı,özgürleştirici yönlerini görürsek, otoriter bir gözetim toplumu, hiç de uzak bir distopya değil. Şayet bizi yöneten hükümetler gibi yönlendiren şirketlere de hesap sorabilir, onları etik sınırlar içinde kalmaya zorlayabilirsek durum farklı olacaktır. Çünkü sakallı bir filozofun dediği gibi: “İnsan, önüne sorun olarak koyduğu şeyleri çözer.” (3)

Nazen Şansal

nazen_sansal@yahoo.com

 

(1) Nazen Şansal, Panoptes’in Dört Gözü ve Dört Başlı Hükümetin Göremediği, Gaile Dergisi Sayı: 454

(2) Zeynep Tüfekçi, “İnsanların reklamlara tıklaması için bir distopya yaratıyoruz” başlıklı TED konuşması

(3) Nazen Şansal, “Çember”in Dışına Çıkabilmek, Argasdi Dergisi Sayı: 50