Çiçek Başlı Kadın- Aziz Güven

Argasdi’nin 57. sayısı Frida Kahlo ile hayat buluyor. Devrimin kadını Frida Kahlo’nun hayatına kısa bir yolculuğa hazır mısınız?

frida hasta yatağında“Ben; aşkın, acının ve devrimin kadınıyım…”

Kendisini böyle ifade ediyordu Frida Kahlo. 47 yıllık hayatına sığdırdığı “normal” dışı aşkları, çektiği onca acı ve resimleri ile devrimci mücadeleye olan katkıları kuşkusuz onu aşkın, acının ve devrimin kadını yapmıştı. Yirminci yüzyılın popüler kültür ikonası, kafasında çiçekleriyle, resime olan aşkıyla, yaşadığı onca acıya ve özleme inat dimdik ayakta durmayı başarmış Meksikalı bir ressam; Frida…

Macar Yahudisi fotoğrafçı Wilhelm Kahlo ve Kızılderili asıllı Matilde Calderon Gonzales’in dört kız çocuğundan üçüncüsü olarak 1907 yılında dünyaya gelmiş olan Frida, sonrasında doğum gününü Meksika devriminin tarihi olan 7 Temmuz 1910 olarak ilan edecekti. Devrimci karakteri ile bütünleşmesinin bir göstergesi olan bu kararı ile tabiri caizse devrimin Meksikası’yla yeniden doğmuş olmayı istiyordu.

Frida Kahlo’nun yaşadığı yıllar, dünyanın bir çok yerinde çalkantılı yıllardı. Bir yandan paylaşım savaşlarının yarattığı yıkımlar, diğer yandan da özellikle 1917 yılından itibaren başlayan protesto ve devrim dalgaları… Her ne kadar birinci paylaşım savaşı 1917 yılında Rusya’da, sonrasında ise 1918 yılında Almanya’da devrimle sonuçlanacak olsa da arka arkaya esen devrim rüzgarları bir fırtınaya dönüşemeden kısa zaman içerisinde dinecektir. Nihayetinde Almanya’daki devrimin yenilgiye uğraması ve Stalin liderliğindeki Rusya’da devrimin giderek yozlaşması ile işçi sınıfı demokrasisi yok olurken, devrim rüzgarlarının yerini de faşizm alacaktır. Avrupa’da bunlar yaşanırken diğer yandan Frida’nın Meksikası’nda ise 1910 Devrimi ve beraberinde yaşanacak çok sayıda ayaklanma ile iktidara karşı Zapata Hareketi ortaya çıkmış, 1929 yılında Ulusal Devrimci Parti’nin (PRI) iktidara gelmesiyle birlikte ülkede tek partili dönem hayat bulmaya başlamışsa da uzun süren kanlı savaşın ve diplomatik krizlerin tüm şiddeti ile devam etmesinden dolayı ülke ekonomik olarak daha da fakirleşmişti.

Ülkesinde yaşanmaya devam eden sıkıntılara rağmen diğer yandan esmekte olan devrim rüzgarları ile Modern Meksika’nın doğuşuna atfettiği yaşamı, Frida’nın henüz altı yaşındayken geçireceği çocuk felci ile ilk acıyı tadacaktı. Kendisine engelli bacağından dolayı “tahta bacak” denilmesine aldırış etmeden engeli ile baş etmeyi başaracak olan Frida, 1925 yılında okul otobüsünün travmayla çarpmışması sonucu geçirdiği o felaket kazadan sonra doktorluk hayallerine ve adımlarına veda edecekti. Ancak maruz kaldığı engeli ile Frida, asla ve asla hayata elveda demeyecekti. Hayatına yatalak olarak devam edeceği yatağında, ailesinin de teşviği ile resim çizmeye başlayacak olan Frida’nın doktorluk hayallerinin yerini, kendisini yirminci yüzyılın en önemli ressamlarından biri yapacak olan resimleri alacakken, çizeceği resimlerle bedenini saran tüm acılarından arınıp kaybettiği adımlarının yerineyse her duyguda uçabilmeyi öğrenecektir.

Yatılı tedavi görürken yatağının üzerine taktırdığı aynadan dolayı çizdiği resimlerinin çoğu otoportre şeklinde olan Frida, birçok sanat eleştirmeni tarafından sürrealist bir ressam olarak tanımlansa da buna şiddete karşı çıkarak hayallerini değil, kendi gerçekliğini çizdiğini söyleyecektir. Dönemin ressam kadınlarının bu yöndeki çalışmalarının sanat çevreleri tarafından kabul görmediği, bu sanatın sadece erkeklere ait olarak kabul edildiği bir çağda portre çizimindeki müthiş başarısı ise onun bu alanda adından fazlasıyla söz edilecek olmasını sağlayacaktır. Frida komünist bir ressamdı. Sürrealizmi burjuvazinin bir sanat akımı olarak görmesi ve resimlerinde sosyalist gerçekçi akımı benimsemesi kuşkusuz ki bundan kaynaklanıyordu. Resimlerinin her biri ayrı ayrı ve derinlemesine incelenmeye değer olan Frida’nın komünist karakterini ortaya koyan en önemli tablolarından biri ABD ve Meksika kültürü arasındaki farkı anlattığı ve ABD’nin aşırı endüstrileşmesini ve emperyalizmini resmederek eleştirdiği “ABD-Meksika Sınırı’nda Otoportre” isimli çalışmasıydı.

Evet, Frida komünistti. “Ben, bir devrimin kızıyım. Buna hiç şüphe yok…” diyordu kendisi için. Devrim ve Marksizm, Frida’nın yaşamında çok önemli bir yere sahipti. Bu siyasi karakteri onu Meksika Komünist Partisi’yle de buluşturmuştu. Kendisi gibi ünlü ve dev boyutlu sol-siyasi içerikli duvar resimleri ile dünyaca tanınan bir ressam olan Diego Rivera ile evlenmelerinin ardından Komünist Parti ile ilişkiye geçmiş; ancak sonradan Stalinist bir çizgiye yaklaşan partiden eşi Rivera ile birlikte yollarını ayırmıştı. Hayatının son yıllarında ise tekrar partiye bağlı bir üye olacaktı.

Yaşamı onlarca acı ve zorluklarla geçmiş, ancak tüm bunlara rağmen mücadeleci ruhundan bir an dahi vazgeçmeyen ikonik kadın Frida bugün, ölümünden yıllar sonra, ne yazık ki kapitalizmin popüler ve tüketim kültürünün de ikonu haline gelmiştir. Bugünün dünyasında, hemen hemen başımızı çevirdiğimiz her yerde telefon kılıfından, çantalara, tişörtlerden çoraplara kadar birçok eşyada görmek mümkün artık çiçek başlı kadını…

Kapitalizmin ikonlaştırıp piyasalaştırdığı Frida figürü, kıyafetlerinden bitişik kaşlarına ve başındaki çiçeklere kadar tüketim kültürünün bir sembolü haline getirilip altı boşaltılmaya çalışılmış olsa da, bugün Frida’nın bizim için anlamı, tüm engellerine rağmen mücadeleye adadığı hayatı, fikirleri ve resimleri ile her daim ezilen halkın yanında olan onurlu duruşuydu.

 

 

Kaynaklar:

1-https://marksist.org

2-www.wikipedia.org