kktc’nin Korona İle İmtihanı- Mehmet Adaman

Karantina günlerinde neler yaşadığımızı anlatan yazımız Argasdi’nin Pandemi Özel sayısında sizlerle buluşuyor…

foto 32019 yılı sonunda ortaya çıkan yeni tip korona virüsü, kısa sürede tüm dünyaya yayılarak çok tehlikeli bir hâl aldı. Söz konusu bu virüs dışında hiçbir gündemimizin olmadığı bugünlerde, ülkemizde yaşananları hatırlamak; aynı zamanda süreci kendi açımızdan kısaca değerlendirmek amacıyla bu yazıyı kaleme alma ihtiyacı hissettik.

Kıbrıs’ın kuzeyinde ilk pozitif vakanın ortaya çıkmasından birkaç hafta öncesine baktığımızda, virüs hızla tüm dünyada yayılıp adeta adım adım üzerimize geliyorken, kktc hükümetinin bu tehdide karşı hiçbir önlem almadığı görülüyordu. Önlem almamak bir yana dursun Başbakan Ersin Tatar bu virüsün büyütülecek bir şey olmadığını dile getiriyordu. Ülkemizde hastalık haberini aldığımız, 10 Mart gününü hatırlayacak olursak, neredeyse herkeste korkunç bir panik havası vardı. Elbette ki kriz anlarında yapılması gereken son şey paniktir. Kıbrıslı Türklerin gerek kktc devletinin sağlık sistemine güvensizliği gerekse de hükümetin bu krizi, halk sağlığını koruyucu anlamda iyi yönetemeyeceği düşüncesi bu panik havasının neden oluştuğuyla ilgili bizlere ipuçları sunuyordu.

İlk pozitif vakanın çıktığı gün tüm okulların tatil edilmesi, belki de hükümetin bu süreç boyunca aldığı en doğru karardı. Okullar kapanırken, devlet dairelerinin ve özel sektördeki iş yerlerinin kapatılması içinse oldukça gecikildi. Bu gecikmenin arkasında yatan en önemli sebep, hükümetin ekonomik kaygılarıydı. Sürecin en başından beridir, ekonomik kaygılarını halk sağlığının önünde tutarken, tüm hatalı kararları da bu kaygıyla aldı. Özel sektördeki az sayıdaki iş yeri bu süreçte kendi inisiyatifleri ile işletmelerini kapatsa da aslında bu mesele kimsenin inisiyatifine bırakılamayacak kadar ciddiydi. Günler sonra, halkın yoğun baskısıyla alınan kapatma kararlarının geç alınmış bir karar olduğunu vurgulamak gerekiyor.

Cumhurbaşkanı Akıncı’nın tüm ısrarlarına rağmen sokağa çıkma yasağı kararının alınması için tam 12 gün beklendi. Halktan gelen yoğun baskı sonrasında, sürecin başında asla sokağa çıkma yasağı ilan edilmeyeceğini ifade eden hükümet geri adım atarak, geç ama doğru bir karara imza attı ve sokağa çıkmak yasaklandı. Bu süreçte Akıncı’nın tavırlarına da ayrı bir parantez açmak gerekiyor. Sürecin en başından beridir gerek güneyle istişare vurgusu yapması gerek sokağa çıkma yasağı konusundaki ısrarı, gerekse de sağlık kaygılarının ekonomik kaygıların ardında kalmaması konusundaki uyarıları çok yerindeydi.

Tüm bunlar yaşanırken, Kıbrıs’ın kuzeyindeki vaka sayısı da günden güne artıyordu. Hükümet ise halk yararına derhâl alması gereken kararları, sermayeyi koruma adına almamakta ısrar ediyordu. Mevcut sağlık sistemimizin ve devlet hastanelerimizin bu salgınla baş edemeyeceği aşikârdı. Hükümet önce Mağusa Devlet Hastanesi’nin pandemi merkezi olmasını kararlaştırdı. Kısa sürede bu karardan vazgeçilerek Nalbantoğlu, doktorların tüm uyarılarına ve olumsuz görüşlerine rağmen pandemi merkezi ilân edildi. Oysa ki gerek donanım gerekse de altyapı olarak çok daha iyi durumda olan bazı özel hastaneler kamu yararına, en azından salgın tehlikesi geçene kadar kamulaştırılıp, pandemi merkezi hâline getirilebilirdi. Bu, çok yerinde bir karar olurdu ama ya hükümetin aklının ucuna bile gelmedi ya da sermayenin çıkarlarına aykırı olduğu için bu kararı almaktan geri duruldu.

Alınan önlemler dolayısıyla ülkede neredeyse tüm ekonomik faaliyetler de durdu ve bu da bizleri bekleyen ciddi bir ekonomik kriz anlamına geliyor. Her ekonomik krizde olduğu gibi bunda da ilk göz dikilen tabii ki sermayedarların servetleri değil, emekçilerin kazandığı üç kuruş para oldu. Hükümet ekonomik tedbir olarak, kamu çalışanlarının maaşlarından ciddi bir kesinti yaparken; yıllarca bu ülkenin kaymağını yiyen ultra zengin kesimden sadece ricacı oldu. Oysa ki sermayenin değil halkının çıkarlarını düşünen bir hükümet olsaydı, yedi sülalesine ömür boyu yetecek kadar parası olan ultra zenginlerin servetleriyle ilgili çeşitli vergilendirme uygulamalarıyla hem sağlık sisteminin geliştirilmesi hem de halk için gerekli kaynak pekâlâ yaratılabilirdi. Bu şekilde ekonomik krizin esas tokadını yiyen başta özel sektör çalışanları ve küçük esnaf için ciddi bir kaynak yaratılabilirdi. Kısaca olan yine halka oldu. “Hayırsever iş insanlarımız” ise krizi fırsata çevirmekten geri durmayarak hem kirli isimlerini bir güzel parlattı hem de servetlerine en ufak bir zarar gelmedi. Öte yandan hükümetin emekçilerle ilgili hazırladığı “destek paketi” tam bir fiyaskoya dönüştü. Yapılacak 1500 TL destek kapsamına alınmayan meslek gruplarından mı bahsedelim, oldukça dar tutulan kapsama dahil olsa da alacağı destek için bile patronun insafına bırakılan özel sektör çalışanlarından mı, yıllardır bu ülkede iliklerine kadar sömürülen üçüncü ülke vatandaşlarının ırkçı bir tavırla tamamen görmezden gelinerek açlığa terk edilmelerinden mi?

Özetle; bu süreçte hükümetin ve kktc devletinin hem sağlık hem de ekonomi politikasının sınıfta kaldığını net olarak söyleyebiliriz. Yapılan test sayısının azlığı, tam teşekküllü bir pandemi merkezinin oluşturulamaması, tutarsız açıklamalar, ihmâller, uzman görüşlerinin dikkate alınmaması, yapboz tahtası gibi yönetilen bir süreç, muğlaklıklar, halk yararına alınması gereken ekonomik önlemlerin sermaye yararına alınması… Tüm bunlar bir kez daha halkın çıkarlarını koruyan, güvenilir bir yönetim anlayışının ne kadar önemli olduğunu hepimize gösterdi.