“Sizi Biz Kurtardık”çılar ve Kıbrıslı Türk Halkı – Ali Şahin

Bir Türkiyeli ile bir Kıbrıslı Türk karşılaşınca konu ister istemez Kıbrıs sorunundan açılır ve konuşma, kısa sürede Türkiye ile Kıbrıslı Türkler arasındaki ilişkiye gelir. Türkiyeli kişi, bu ilişkiye milliyetçi saiklerle bakan biriyse (konu Kıbrıs olunca maalesef aksi yönde bakan birine rast gelme şansı gittikçe azalmaktadır) karşısındakine vereceği muhtemel cevap başlıktaki sözler olacaktır. Belki biraz daha kaba, belki biraz daha kibar; ama hemen hemen her Kıbrıslı Türk bu tarz bir cevabı en az bir kere duymuştur.

Fıkravari bir girişle örneklemeye çalıştığım bu “nankörlük” suçlaması, her ne kadar Mustafa Akıncı’nın cumhurbaşkanlığı ile birlikte artmış ve özellikle yakın dönemdeki açıklamalarla doruğa çıkmışsa da konu sadece herhangi bir Kıbrıslı Türk seçilmişin Ankara’nın Türkçü politikalarına muhalefet etmesiyle ilgili değildir. Çünkü bu gerilimli ilişkinin tarihi, milliyetçi olduğu halde Ankara ile gerilim yaşamış ve yaşamaya devam eden Kıbrıslı Türkleri de barındırmaktadır. TMT’nin önder kadrolarından isimlerin dahi 1974 öncesinden başlayan ve 1974 sonrasında siyasal hareketlere dönüşerek devam eden muhalefet karakteri, gerilimin sadece Kıbrıs sorunundaki konumlanış ya da milliyetçilik karşıtı görüşler savunmakla ilgili olmadığını göstermektedir. Gerilimin esas sebebi, Ankara’da hangi parti hükümette olursa olsun Türkiye Cumhuriyeti yetkililerinin her dönemde Kıbrıslı Türklerin iradesini kendi çıkarları uğruna yok saymasıdır. Kıbrıslı Türkler benimser ya da benimsemez, Ankara’nın istediği koşulsuz itaattir. Bu olmazsa ardından gelen tavır ise ekonomiden siyasete her yönüyle aşağılayıcı bir dayatmadır.  En kibar haliyle “biz ne yapıyorsak sizin iyiliğiniz için yapıyoruz” şeklinde savunulan bu totaliter yaklaşımda “Kıbrıslı Türkler ne düşünür?” diye sormak şekilsel bir ritüelden öteye gitmez. Son dönemde, AKP’nin organizasyonuyla gerçekleşen “Maraş Açılımı” toplantısında konuşan Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun  bir taraftan “Kıbrıslı Türkler kendi yönünü belirleyecek” derken bir taraftan da “kktc Singapur olacak” demesi bu dayatmaya bariz bir örnektir.  Maraş üzerinden Kıbrıslı Türklerin geleceği ile ilgili kendinde konuşma hakkını bulan ve kendini eleştirenleri vatan haini ilan edecek kadar ileri gidebilen Feyzioğlu, bu cüreti, ekonomiden eğitime, kültürden inançlarımıza, Kıbrıs sorunundan hükümetin nasıl olması gerektiğine kadar irademize her açıdan müdahale eden Türkiyeli yetkililerden almaktadır. Ancak siyasi ve ekonomik bağımlılık dayatması ne kadar arttırılsa da sadece bunların yeterli olmadığının bilincinde olan Ankara hükümetleri, kendi pozisyonunu meşru gösterecek bir hegemonyanın da peşindedir. AKP ile birlikte İslamcı karakteri de artan bir milliyetçi yaklaşım gerek Türkiye’de gerekse de Kıbrıs’ın kuzeyinde kitlelere sürekli bir şekilde pompalanarak Ankara’nın görüşleri dışında bir Kıbrıs’ın tartışılması dahi engellenmek istenmektedir. AKP, Kıbrıs’taki işbirlikçilerin de sahiplendiği bu milliyetçi kuşatma ile Kıbrıslı Türklerin Ankara ile yaşadığı gerilimi Türkiye halkları ile Kıbrıslı Türk halkı arasında bir gerilime çevirme peşindedir. Kardeşlik söylemlerinin hemen ardından linççi bir histeri ile gelen “sizi biz kurtardık” edebiyatı bu şekilde yükseliyor. İlişkinin sadece Kıbrıslı Türklerin “aldıkları” ya da “kazandıklarıyla” ilgili sınırlı bırakılıp, Ankara ve Türkiye sermayesinin Kıbrıslı Türkler üzerinden elde ettiklerine değinilmemesi  kurulmak istenen hegemonya çabasının bir parçası olarak okunmalı. Bir tarafta, bizi içine hapsettiği ekonomik ortamda besleme olmakla aşağılayan bir Ankara, diğer tarafta ise  “besleme olmak istemiyorum” dediği zaman nankör ve hain olarak damgalanan Kıbrıslı Türkler. Hal böyle olunca, birbirine saygı duyan bir kardeşlik ilişkisi yerine karşılıklı düşmanlığı besleyen bir milliyetçi histeri, Türkiye halkları ile Kıbrıslı Türk halkı arasındaki ilişkiyi günden güne zehirliyor.

Kıbrıslı Türk kimliğini savunmak

Türkiye’den sesimizi duyanlar artmadığı sürece “nankörlük” suçlamalarıyla bir gerilim sebebi olmaya devam edeceği belli olsa da, Kıbrıslı Türkler olarak Ankara’nın dayatmalarına direnmek dışında bir şansımız olmadığı açık. Kıbrıslı Elen liderliğine karşı savunduğumuz ve bir barışın olmazsa olmazı olarak kabul ettiğimiz siyasal eşitliği, tarihsel ve kültürel yakınlığımıza rağmen Türkiye’den de istemek hem hakkımız hem de siyasal görevimizdir. Çünkü bu hiyerarşik ilişki bizim açımızdan sürdürülebilir değildir. Yurtsever bir bilinçle, gericiliğe ve faşizme karşı irademizi, kimliğimizi ve bölünmüşlüğe rağmen yurdumuzun bütünlüğünü savunmalıyız. Ancak bunu yaparken, maruz kaldığımız milliyetçilik tarafından tersten belirlenip yeni bir milliyetçilik üretirsek hem siyasal etik hem de siyasal pratik açısından büyük bir yanlışa düşeriz. Kıbrıslı Türk kimliği, Türkiye ve Türkiyeli düşmanlığı ile yoğrulmuş, kaba ve temelsiz bir Kıbrıslı milliyetçiliği ile savunulup yaşatılamaz. Aksine, bu tarz bir mücadele ile kültürel bir olgu olmanın sınırlarına hapsolarak marjinalize olur. Kıbrıslı Türk kimliği, adada yeniden birleşmeyi ve kardeşleşmeyi savunan devrimci bir bilinçle yaşatılabilir. Bu da, Kıbrıslı Türk kimliğinin savunusunu potansiyel milliyetçiliklerden kurtarmakla mümkün olabilir.

Türkiye’den duyulacak başka bir ses için

Kıbrıslı Türk halkının ihtiyacı olan destek konusu tek bir ülkeyle sınırlı olmasa da özellikle Türkiye’den uzanacak dost eller hayati önemdedir. Bu noktada en büyük görev de Türkiyeli devrimcilere düşüyor. Türkiye sosyalist hareketi, enternasyonalist bir görev olarak kendilerinden beklediğimiz tavrı bugüne kadar göstermedi desek haksızlık etmiş olmayız sanırım. Her ne kadar maruz kaldığı baskıların bu eksiklikte payı büyük olsa da, Türkiye solunun Kıbrıs ile ilgili hem fikirsel hem de eylemsel düzeyde çok da çabalamadığı bir gerçek. Ancak şu andaki iç karartıcı tabloya rağmen Ankara’nın dayatmalarına karşı direnirken en fazla desteğini beklediğimiz de Türkiye halklarıdır. “Sizi biz kurtardık”çıların aşağılama ve dayatmalarına karşı mücadeleyi kardeş Türkiye halklarının desteği olmadan kazanamayız. Haklı itirazımızı, tüm zorluklarına rağmen Türkiye’nin gündemine taşıyacak yegane özne ise hem evrensel karakteri hem de halkı özne kılmayı amaçlayan anlayışı gereği sosyalistlerdir. Bu yüzden de çağrımız, inatçı bir kararlılıkla en başta Türkiyeli devrimcilere yönelik olmalıdır. Çünkü egemenlerin başta Türkiye’den yükselttiği milliyetçi önyargı ve düşmanlığın karşısına başka bir sözle çıkma sorumluluğu sosyalist hareketin omuzlarındadır ve bu abluka, halkların ortak mücadelesiyle elbet dağılacaktır.