Beşer Seçer! – Fatih Bayraktar

İnsanın doğasına dair tartışmalar antik Yunan felsefecilerinden önce bile vardı. Dinsel yorumlardan evrimsel açıklamalara kadar olan geniş bir yelpazede bugün de bu tartışmalara öyle ya da böyle devam ediyoruz. Bunların içinde belki de en keskin olanı insanın özgür iradesiyle mi yoksa genetik özelliklerine göre mi hareket ettiği tartışmasıdır. Bu tartışmanın farklı bir versiyonu da seçimlerimizi özgürce mi yoksa genetik/çevresel zorlayıcılar kapsamında mı yapabildiğimizdir. Bu kısa yazının temelini de bu tartışma oluşturmaktadır.

Öncelikle “İnsan ne zaman tercih yapmaya başlar?” sorusuyla başlayabiliriz. Bu sorunun genel kabul gören cevabı “Doğumdan hemen sonra”dır. İnsan yavruları, henüz birkaç günlükken süt içme/içmeme, uyuma/uyumama, belirli seslere dikkat etme/etmeme gibi seçimlerde bulunmaya başlarlar. Büyüdükçe bu seçimler çeşitlenir ve karmaşıklaşır. Tek fark seçimlerin daha bilinçli yapılıyor olmasıdır. Tabii ki seçimleri belirleyen zihinsel süreçler kendiliğinden ortaya çıkmaz. Sosyalleşme ve öğrenme bu süreçleri net biçimde şekillendirir. Sosyal Psikoloji çalışmaları grup içindeki insanın karar alma süreçlerinin, tek başına karar veren insandan oldukça farklı olduğunu göstermektedir. Bu süreçler bazen çoğunluğa uyma adına bariz biçimde yanlış karar alma şeklinde olurken, bazen de çoğunluğun karar alma sürecini zenginleştirdiği ve çok daha doğru kararlar alındığı gözlemlenmektedir. Diğer bir deyişle insan diğerinden öğrenerek seçebilme potansiyelini bireysel olandan çok daha üst noktalara çıkarabilmektedir.

İşte bu noktada faşizmle sosyalizm arasındaki net fark ortaya çıkar. Faşist ideoloji tüm seçim süreçlerini lidere bırakır. Lider bir tür üst akıldır ve herkes adına düşünür, herkes adına karar verir ve yine herkes adına seçim yapar. Sıradan (!) insanların yapması gerekense bu seçime sorgulamadan itaat etmektir. Sosyalizmde ise insanlar üst akılla değil ortak akılla karar verir ve seçimlerini yaparlar. Ortada liderler olsa bile lidere itaat değil, liderin sorgulanabilmesi ve gerektiğinde değiştirilebilmesi esastır. (Sosyalizm adını taşısa ve bu yönde bir amaçla yapılsa da, kitlelerin karar verme hakkını liderlere indirgeyen her siyasal pratik, sosyalizmin temel hedeflerinin birinden uzaklaşma olur. Bu anlamıyla, reel sosyalizmin pratiğine de eleştirel bir gözle bakmak solun görevidir.) Ancak bugün içinde yaşadığımız neo-liberal sistem çok daha muğlak bir resim ortaya koymaktadır. Bu sistemde insanlar seçim yaptıklarını zannederler ancak seçtikleri aslında onlara eski ve yeni medya tarafından dayatılandır. Bu seçimlerde kazanan her zaman sermayeyi elinde bulundurandır. Sermaye bazen görünmez biçimde sürecin hep içindedir, bazen de açıktan seçimin ne olması gerektiğini söyler.

Bu kısa karşılaştırmadan sonra gelelim yaklaşan toplumsal seçimimize… Açıktır ki Cumhurbaşkanlığı seçimi; ayrılıkçılığı ve teslimiyeti savunanlarla, bağımsızlığı ve barışı savunanlar arasında geçecek. Ayrı devlet vurgusu yapan, salgın koşullarını dahi ayrılıkçılığa gerekçe eden faşistlerin kimlerin seçilmesi için uğraştığı bellidir. Öte yandan bu cephenin teslimiyetçe kanadı olan neo-liberaller, suya sabuna dokunmadan uzlaşmacı bir siyaset izleyip yine her daim destek aldıkları sermayeyi, korumak ve kollamak niyetindedirler. Kıbrıslı Türk halkının iradesini ve barışı savunan kesimler ise hem Ankara’nın dayatmalarına hem de Kıbrıslı Elen şovenizmine taviz vermeyen bir siyaseti desteklemektedir. Üstelik bunu yaparken Kıbrıslı Türk halkını etnik köken üzerinden değil,  emek verdiği bu coğrafyayı yurdu bilen tüm yerli ve göçmen emekçiler olarak tanımlamaktadır.

Önümüzde oy verme anlamında bireysel bir seçimmiş gibi görünen ancak halkımızın geleceğini etkileyecek kritik bir seçim var. Eski ve yeni medyanın algı operasyonlarını bu süreç içinde net bir biçimde görüyor ve tartışıyoruz. Yapmamız gereken o medyanın dilindeki gizli faşizmi ve üst aklı fark edebilmek, başkalarının da fark etmesini sağlamak. Yapmamız gereken bu süreç içinde ultra zenginlerin kimleri açıktan ya da dolaylı olarak desteklediğini fark edebilmek, başkalarının da fark etmesini sağlamak. Yapmamız gereken beşerin seçerken, şaşmasını sağlamaktır.