Seçimler ve Devrimciler – Münür Rahvancıoğlu

Genel oy hakkı ile elinizde nasıl harika bir silah tuttuğunuzu şimdi anlıyor musun? Keşke insanlar o silahı kullanmayı bilseler! Bu, devrim çağrısından daha yavaş ve daha sıkıcı, ama on misli daha kesin ve daha da iyisi, silahlı bir devrim çağrısının yapılması gereken günü en kusursuz doğrulukla gösteriyor.(1)”

Marksizm; toplumsal dönüşümü hedefleyen ve bu uğurda mevcut düzene karşı mücadele eden onlarca politik yaklaşımdan sadece birisidir. Üstelik Marksistler, işçi sınıfını odağına alarak hareket eden siyasetler içerisinde bile tek değildirler. Daha Marx ve Engels doğmadan, Komünist Manifesto yazılmadan önce birçok farklı akım, işçi sınıfının koşullarının olumsuzluğu, ülkeler içerisinde demokratik gelişimin yetersizliği, sosyal adaletsizliğin sıkıntıları ile ilgili tespitlerde bulunuyor, mücadele yöntemleri geliştiriyordu. Marksizm tüm bu siyasetlerden ayrılan kendine has felsefi, politik, ekonomik çözümlemeleri ile ve bu çözümlemelere bağlı mücadele taktikleri ile ayırt edilir.

Marksizmin hem en büyük başarısı hem de en büyük laneti; toplumu anlamak, kavramak ve dönüştürmek yolunda ortaya koyduğu analizlerin bilimsel yöntemlere dayalı olması; bu sebeple de ortaya çıktığı dönemde, kendinden farklı tüm mücadele yöntemleri üzerinde kesin bir üstünlük sağlamasıdır. Bu üstünlük hem fikirsel alanda farklı düşüncelerle olan tartışmalardan ezici bir zaferle çıkmayı, hem de pratik politikada net kazanımlar sağlayan taktiklerin meyvelerinden yararlanmayı getirdi. Ne yazık ki Marksizmin bu başarısı, onun üzerindeki lanetin de temel sebebidir.

Marksizm düşünsel, ekonomik ve pratik anlamda elde ettiği keskin başarıdan ötürü, kendi dışındaki yaklaşımların birçoğunun kendi bünyesine sızması ile yüzleşti. Bu süreç, yeni gelenlerin eski düşüncelerini ve pratiklerini tamamen değiştirmeleri anlamına gelmiyordu ve çoğu zaman bilmeden yapılan bir şeydi. Sonuçta bilimin gücünden dolayı “dünyanın yuvarlak olduğuna” emin olan, ancak “dünya düzdür” diyenlere karşı hiçbir bilimsel argüman geliştirmeden, bilim dışı metodlarla bilimi savunan günümüz insan tipolojisinin bir benzeri, kendini Marksist addedenler içerisinde de türedi. Diyalektikten nasibini almamış metinler diyalektik övgüsü yaptı, idealizmin açık açık savunulduğu pratiklere materyalizm adı verildi, tarihselcilik yerini metafiziğe bırakırken adı kullanılmaya devam etti. Ekonomik çözümlemeler ve pratik tutumlar da benzer bir kaderi paylaştı. Tarihsel süreç içerisinde bir nebze de olsa bu eğilimlerin düzeltilmesi için mücadele edilebilir, bu yanlışlar eleştirilebilirken; postmodern zamanlarda, eleştirmek, isim koymak, yanlışı göstermek de, “yaftalamak”, “hiçleştirmek” gibi abuk subuk argümanlarla, “suç”, “kabalık” kategorisine kondu.

Marksistlerin seçimler ve demokrasi ile ilgili tutumunun da benzer bir süreçten geçmekte olduğunu söyleyebiliriz. Elbette her siyasal tutumun kendi politikasını belirleme hakkı vardır. Sorun, Marksist olmayan bir şeyi Marksizme giydirerek yanlış isimlendirmek bile değil; yeni yetişen birçok kuşağın bu pratik nedeniyle, Marksizmle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir anlayışı, gerçekten de Marksizm sanmaya başlamasıdır. İşte başarının getirdiği “lanet” dediğimiz tam da budur.

Marx-Engels ve Seçimler

Yaygın yanlış kanının aksine; Marksizm doğuşundan itibaren seçim süreçlerini ciddiye almayı, seçimlerde taraf olmayı ve mümkün olan tüm seçimlere kendi bağımsız adayları ile katılmayı ön gören bir ideolojidir. Marx ve Engels, 1848 devrimlerinin arifesinde yazılmış olan Komünist Manifesto’ya, devrimin ertesinde damıttıkları dersleri ekleyen “Merkez Komitesinin Komünist Birlik’e Çağrısı” ile bu konudaki tartışmanın son noktasını koydular. Buna göre, “Komünistler bütün seçimlere katılmalı”, “liberal burjuvazi ile her türlü ittifaktan kaçınırken, küçük burjuvazi ile ittifak kurulmalı”, “küçük burjuvazinin ihanetinden kaçınmak için bağımsız olarak örgütlenmeli, ittifak asla birlik haline dönüşmemeli”, “seçilmek gibi bir umudun olmadığı yerlerde bile kendi üyelerini aday göstermeli ve demokratik cepheyi bölüyorsunuz suçlamalarına kanmamalı”ydı.(2)

Marx ve Engels bu tarihi metni kaleme alırken, seçimler yoluyla demokrasi mücadelesini kazanacakları yanılgısında değillerdi. Aksine böyle bir yanılgıları olmadığı için, “bağımsız örgütlenmenin ve ayrı adaylarla seçimlere katılmanın” önemine vurgu yapıyorlardı. Anarşistlerin oy vermekten kaçınan tutumunu eleştiririp, seçimlere mutlak surette ve her koşulda katılınması gerektiğine yönelik ısrar eden Marx ve Engels, seçim ve parlamento zemininin benzersiz bir fırsat sunduğunu ifade ettiler: “Güçleri hesaplamak.” Daha sonra Engels, bu noktayı şu şekilde ifade etti: “Genel oy hakkı, işçi sınıfının olgunluk düzeyinin ölçüsüdür. Bugünkü devlette bundan başka bir şey olamaz ve olmayacaktır; ama bu yeterlidir. Genel oy hakkı termometresinin işçiler arasında kaynama noktasını gösterdiği gün, hem onlar hem de kapitalistler nerede durduklarını bileceklerdir.(3)”

Lenin ve Seçimler

Sonradan karartılmasına rağmen, Lenin’in toplam yazılı külliyatının üçte biri seçimler üzerinedir. Lenin, yukarıda özetlediğimiz komünist seçim stratejisini mükemmelleştirirken aynı zamanda komünistlerin parlamenter çalışmaları nasıl yürütmeleri gerektiği konusunda da yol gösteren bir tutum geliştirmiştir.(4) Ekim Devrimi’nde Bolşeviklerin ayaklanma kararını hangi tarihte yürürlüğe koyacaklarında kullandıkları pusula da, seçimler olmuştur. Devrimden beş ay sonra Lenin şöyle demiştir: “Ekim’de kitlesel kuvvetler konusunda kesin bir hesaplama yapmıştık. İşçilerin ve askerlerin ezici çoğunluğunun zaten bizim safımıza geçmiş olduğunu yalnızca düşünmüyor, kitlesel seçimlerin kazandırdığı deneyimden kesin olarak biliyorduk… bunun anlamı ise davamızı halihazırda kazanmış olduğumuzdu.(5)”

Lenin’in devrim mücadelesinde, seçimlerin önemini vurguladığı “Kurucu Meclis Seçimleri ve Proletarya Mücadelesi” ve “Sol Komünizm, Bir Çocukluk Hastalığı” isimli iki metni, Sovyet deneyiminin damıtıldığı iki önemli bilançodur. Lenin aynen şöyle demektedir: “Biz Bolşevikler, en karşı-devrimci parlamentolarda yer aldık ve deneyimler gösterdi ki… devrimin yolunu döşemek için bu katılım yalnızca faydalı olmakla kalmadı, …vazgeçilmez önemdeydi.(6)

Sonuç

Marx-Engels ve Lenin, burjuva seçim-parlamento zeminine katılmanın her türlü reformist tehlikeyi barındırdığını asla inkar etmediler. Bu tehlikelere dair önerdikleri ve uyguladıkları önlemler, atıf olarak verdiğim metinlerde mevcuttur. Ayrıca devrimden sonra verili devlet mekanizmasına olduğu gibi el konularak kullanılamayacağını ve var olan devletin parçalanarak yeniden bir işçi devleti olarak kurulması gerektiğini her fırsatta vurguladılar. Ancak o zeminden, anarşistler ve günümüzün postmodernleri gibi, uzak durmak da bir çıkmaz sokaktı. Lenin’in “devrimci parlamentarizm” dediği tutum, Marksist görüşün özeti niteliğindedir: Burjuva seçimlerinde ve parlamentolarında bulunmak başlı başına bir amaç değil, devrime götüren bir araçtır ve bu araç olmadan devrime yürümek mümkün değildir!

Günümüzde bize Marksizm diye tanıtılan, birçok sol parti ve örgütün benimsediği yaklaşım ise bu anlatılanların tam tersidir. Parlamenter çalışmanın “yavaş ve sıkıcı” donukluğunu küçümseme;  seçimlerde oy kullanmayı orucunu bozmak, aday olmayı dinden çıkmak derecesinde “günah” gören bir fobi; bunun yerine “radikal sokak eylemleri” ile bir tür sokak göstericiliğine indirgenmiş bir Marksizm! Marx-Engels ve Lenin okumadan Marksist olmanın böylesine yaygın olduğu bir dünyada bu tutuma girenler; sadece kendilerini yanlış isimlendirmekle kalmıyorlar; Marksizmin gerçekte ne olduğunu ve onun önlerinde açabileceği geniş ufku öğrenmekten de mahrum kalıyorlar!

 

Kaynaklar:

(1) Karl Marx ve Friedrich Engels, Collected Works, Cilt 50

(2) Karl Marx ve Friedrich Engels, Collected Works, Cilt 10

(3) Friedrich Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, Collected Works, Cilt 26

(4) Bu konuda ayrıntılı bir çalışma için: August Nimtz, Lenin’in Seçim Stratejisi, Yordam Yayınları

(5) Lenin, Collected Works, Cilt 27

(6) Lenin, Sol Komünizm Bir Çocukluk Hastalığı, Collected Works, Cilt 30