Kıbrıs’ın Şifalı Bitkileri – Şifa Alçıcıoğlu

“1991’de Alp Dağlarında yolunu kaybeden iki dağcı tarafından yanlışlıkla fark edilen ve yaklaşık 5300 yıl önce yaşadığı sanılan bir mumya bulundu. Buzların arasından gelen adama Otzi adı verildi ve binlerce yıl önce yaşayan bu mumyanın bile çeşitli dövmeler yaparak kendini tedavi etmeye çalıştığı keşfedildi. Bu dövmelerin akapunktur uygulanan bölgelerde olması Otzi’nin sindirim sistemiyle ilgili sıkıntıları olduğunu ortaya çıkarmış ve bağırsak parazitlerinden kurtulmak için dövmeleri yaptığı anlaşılmıştı.”

İnsanlar var olduğu zamandan bu yana bilmediği mikroplarla, çeşitli yara-bereler, kırık-çıkıklarla ve bin bir türlü enfeksiyonla karşılaştı. Zaman içerisinde iyileşme yöntemleri geliştirdiler ve bugünkü tıbbın temellerini binlerce yıl önce attılar. İnsanlık tarihi boyunca çok çeşitli hastalıklar baş göstermiştir.  Covid-19 adı verilen virüs gibi tedavisi zor bulunan ya da tedavi edilemeyen hastalıklar salgın haline gelerek birçok ölüme sebebiyet verdi. Bazı zamanlarda da insanların bu mikropları, bile isteye yayarak soykırımlar yaşattığı zamanlardan geçti dünya. Amerikan yerlilerine, Aborjinlere sömürgeciler tarafından bilinçli şekilde bulaştırılan çiçek hastalığı, nezle gibi mikroplar maalesef bir savaş aracı olarak karşımıza çıktılar.

Her toplum kendi tedavi sürecini örerken, Kıbrıs’ta da benzer yöntemler kullanılarak tedaviler yapılmaktaydı. İnsanların tedavi süreçlerine en büyük katkıyı hiç şüphesiz ki bitkiler yapmıştır. Kimi zaman da alkol ya da alkollü içeceklerden faydalanılmıştır. Almanların Jager isimli içkiyi soğuk algınlığı, ağrı kesici ve ateş düşürücü olarak da kullandığını biliyor musunuz? İngiltere’de viski, Fransa’da konyak, Kıbrıs’ta da zivaniya tedavi amaçlı kullanılıyordu. Soğuk aldığı zaman zivaniyayla ovunmayan insan pek yoktur bu ada coğrafyasında. Gözünde arpacık çıktığında çayla silmeyen ya da karnı ağrıdığında kasıkları ve karnı sıcak zeytinyağıyla masaj yaparak ovmayan da yoktur. Kas ağrılarında, soğuk algınlığında, alkolle ateşi birleştirip bardak ya da özel şişeleriyle bardak düşüren/çektiren bir nesildi nene ve dedelerimiz…

Doktorların çok az sayıda olduğu, doğumların ebelerle, sünnetlerin berberler ya da sünnetçilerle yapılageldiği zamanlarda sağlıklı olmak için doktor ve ilaç bulmak da oldukça zordu. Ama çareler hiç yok değildi. Bazı zamanlarda bilimselliğin dışına çıkıp çeşitli hayvanların dışkılarını tedavilerinde kullansalar da aslında kıtlık ve yokluk zamanlarında buldukları şifa yöntemleriyle hayata tutundu onlar. Halk arasında “gocagarı ilaçları” olarak tabir edilen çeşitli bitkiler ve onlardan elde edilen karışımlar, merhemler ilaç olarak kullanılmaktaydı. Bakın ülkemizde hangi bitki ne amaçla kullanılıyormuş?

***

Ülkemizde de çok çeşitli amaçlarla bitkilerden faydalanılmaktaydı. Kaşıntılarda gömeç, sinekten korunmak için feslikan yardıma koşardı. Böbrek taşı tedavisinde taşkıran otu, bir cilt hastalığı olan ve daha çok elde çıkan ıskatro (ıskattaro) tedavisinde ıskattaroda diye bir ot kullanılırdı. İnanışa göre bu hastalığa sahip kişiler bu otun tohumlarını bilmeden yemeliydi ki tedavi işe yarasın.

Daha fazla ovalık alanlarda yetişen, kuruduğu zaman uzun bir değnek haline gelen şimşirin, (bazı bölgelerde ise ismi ısburdulla, ısgorni, nunnutsa şeklinde geçmektedir) kökleri ezildikten sonra elde edilen sıvısının yaralara merhem olduğunu duymuş muydunuz? Peki, babutsanın, kalın yapraklarının dışı alındıktan sonra içinde kalan kısmının hemoroid tedavisinde kullanıldığını?

Deli gavun, cırtlak otu, gocagarı iğnesi, çatladina gibi isimlere sahip, daha fazla yazın karşımıza çıkan bitki ise sinüzit tedavisinde kullanılmış. Olgunlaşan meyvesini sıktığınız zaman gelen sıvıdan, buruna bir damla damlatılarak kullanılırmış ki dalıp fazlasını sıkarsanız vücudunuz hemen alerjik reaksiyon verirmiş. Bu bitkiyle ilgili yapılan araştırmaların sonucunda da sinüzite iyi geldiği kanıtlanmıştır.

Yaşamın daha da zor olduğu geçmiş yıllarda kadınlar çocukları için de bitkilere danışırmış. Bebekleri uyutmak için ektikleri bazen de bahçede kendiliğinden de biten haşhaş bitkisini kullanmışlar. Bebeklerin kıyafetleri güzel koksun diye de gutsibiya bitkisini çiğner ve kıyafetlerine koyarlarmış. Mersin ağacının kurumuş yapraklarını ezerek bebekleri pişikten korumak maksadıyla da pudra yaparlarmış.

Ülkemizde en fazla yetişen ağaçlardan harnup (harup, keçiboynuzu) ve incir de şifa kaynaklarındandır. Harnup demir eksikliği başta olmak üzere bağışıklık sisteminin gelişmesinde, öksürükte ve kabızlıkta başvurulan bir bitkidir. İncirin de kabızlık ve öksürük tedavisi yanında sütünün de siğillere damlatılarak iyileştirildiği bilinmektedir.

Nisan ve temmuz aylarında çiçekleri açan kara mürver ise Kıbrıs’ın birçok bölgesinde yetişen küçük bir ağaçtır. İnsanlar bu ağacın kurumuş ya da taze çiçeklerini soğuk algınlığı ya da öksürük tedavisinde çay yaparak kullanmışlar. Bu çayı göz problemlerinde de kullanmışlar. Çiçekleriyle birlikte parlak mor renkteki meyvelerinin ise antimikrobiyal yani mikropların, bakterilerin ya da virüslerin varlığını azaltma gücü olduğu yapılan araştırmalarla da doğrulanmıştır.

Cevizin ise macunu yapıldıktan sonra ağız yaralarında kullanıldığına çokça rastlanır. Ağız ülseri ve boğaz ağrısı için de ceviz macunu kullanılmaktaydı ki hala kullanılan bir yöntemdir. Kabuğundan da siyah saç boyası elde ederlerdi.

Efgalipto (okaliptüs) ağaçlarının yaprakları ise kaynatılarak buharından yararlanılırdı. Bir havlu yardımıyla solunan buharla birlikte tıkanıklık, öksürük, soğuk algınlığı özellikle de bronşit tedavi edilirdi.

***

Eskiden kullanılan bu bitkiler ve tedavileri, bugünkü koşullarda bizlere yetersiz gibi görünse de hiç şüphesiz ki bir dönem bu halkın en büyük yardımcılarıydı. Bilgi alışverişi nesilden nesile geçerek hastalıkların tedavisinde şifa oluyordu. Yaşlılardan, özellikle yaşlı kadınlardan, alınan bu bilgilerin bazılarını hala kullanmaktayız. Ama bu bilgilerin ne kadarını biliyoruz ve aktarabilecek miyiz kısmında sorunlar olduğunu inkar edemeyiz. Bizler bugünümüzü ilaçlar ve haplara teslim etmişken geçmiş; yaşanmış tecrübelerle, yoğrulmuş bilgilerle hep bir adım önümüzde olacak.

 

Not: Sevgili Çise Sezerel’e ülkemizde yetişen bitkilerle ilgili yapmış olduğu değerli araştırmaları samimiyetle paylaşıp, geçmişin ecza deposu olan bitkilerin faydalarını öğrenmemizde yolumuza ışık tuttuğu için çok teşekkür ederim.