Bir Umut Sömürüsü olarak Yoksulluk ve Göçmenlik- Ali Şahin

Argasdi’nin “UMUT bitmez MÜCADELE sürer” dosya konusunu ele aldığı 60. sayısından; yoksulluk ve göçmenlik üzerine yazılan makale Ali Şahin’in kaleminden sizlere ulaşıyor. 18. yılında da yine sizlerle olan Argasdi’ye 10 TL okur katkısı karşılığında Baraka Kültür Merkezi lokalinden, bölgenizdeki Khora Kitaplardan ve gazete bayiilerinden ulaşabilirsiniz.

IMG_4947İçinde yaşadığımız çağ kitlesel nüfus hareketlerinin en yoğun yaşandığı dönem. Sermaye hareketlerinde ve teknolojide yaşanan gelişmeler ile hızlanmalar insanlığın hareket alanını ve hızını da geçmiş dönemlere oranla önemli ölçüde farklılaştırdı. Bu değişime paralel olarak her gün binlerce insan gerek legal gerekse de “illegal” yöntemlerle yollara düşüyor. Kimileri sadece yaşadığı kentten ayrılırken kimileri ise ülkelerini dahi terk ediyor. Şüphesiz ki insan yaşadığı topraklardan, kişiliğini oluşturan, karakterini şekillendiren yerlerden sebepsiz yere ayrılmaz. Kimi işsizlikten ve yoksulluktan, kimi savaştan, kimisi ise sayamayacağımız kadar çeşitli nedenlerden ötürü daha iyi bir yaşam umudunun peşinden gidiyor. Çıkılan bu yolculuklar varılan ülkedeki koşullardan bağımsız olarak bazen daha başında çok acı şekilde sonuçlanıyor. Binlerce mültecinin Akdeniz’de yaşamını yitirmesi yıllardır süren kanlı bir savaşın yanı başında bulunan bizlerin yakından gözlemleyebildiği acı bir gerçek. Ancak tüm bu risklere ya da hedeflenen ülkedeki şartlara rağmen insanlar yollara düşmekten vazgeçmiyor, vazgeçemiyor. Bu durum kimilerinin iddia ettiğinin aksine cahillikten kaynaklı değil, çaresizlikten… Umut sömürüsü tam da burada başlıyor zaten.  İnsanların çaresizliğinden faydalanan bir sistem üzerine kurulu mevcut yapı, sadece emeği ve bedeni değil yoksulların duygu ve umutlarını da sömürüyor.

Dünyanın çeşitli yerlerinde milyonlarca insan vaadedilenlerden farklı koşullarda ya da mesleklerde çalışmak için insanlık dışı yollarla ülke değiştirmeye çalışıyor. Yoğunlukla Kuzey Amerika ve Avrupa kıtalarına doğru yaşansa da dünyanın bir çok ülkesi üçüncü dünya ülkelerinden ve doğu Avrupa’dan milyonlarca insanın göç etmeye çalıştığı ülkeler arasında.

Yasal statülerinde yaşadıkları sıkıntılar bir yana gerek dil sorunları gerekse de gittikleri ülkelerde yabancı oldukları için ucuz iş gücü ve seks kölesi olarak kullanılan sayısız kadın, erkek ve çocuk var. Her ne kadar AKP’nin çeşitli şekillerde müdahil olduğu bir savaştan ötürü farklı şekillerde konuşulsa da, Türkiye’de yaşayan milyonlarca Suriyeli bunun bariz bir örneği. Çeşitli imkanlara sahip sınırlı bir kesimi saymazsak Suriye’den Türkiye’ye gelen insanlar Türkiye’deki emek piyasasının en alt basamaklarında bulunuyorlar. Avrupa yolunda bir durak olarak algılandığı için Suriye’nin yanında Afganistan başta olmak üzere onlarca ülkeden kaçan yoksul ve savaş mağduru insan, soluğu Türkiye’de alıyor.

Türkiye’deki benzer durumlar kısmi farklılıklarına rağmen Kıbrıs’ın kuzeyi için de geçerli. Geçtiğimiz dönemlerde ağırlıkla Türkiye’den gelen göçmenlerin çalıştığı ve çalışma yaşamında en ağır sayılabilecek işler, son yıllarda geçmişe kıyasla daha da ucuza çalıştırılan Afrika ve Asya’nın çeşitli ülkelerinden gelmiş insanlar tarafından yapılıyor. Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşayan herkes, kısa bir gözlem sonucu özellikle de kol gücüne dayalı ağır işlerde çalışan işçi profillerini rahatça görebilir. Bunların yanında utanç kaynağı haline gelen seks köleliği de tüm dünyada her geçen gün artıyor. Gayrı yasal statüsü gereği sermayedarlar ve pezevenkler için ayrıca elverişli olan Kıbrıs’ın kuzeyi, seks köleliğiyle ün salmış durumda. Konsomatris olarak çalıştırılacağı vaadedilerek adaya gelen binlerce kadın cinsel ve sınıfsal bir sömürüye maruz kalıyor.

Gerek göçmen veya mülteci olmanın kendi getirdiği zorluklar gerekse de emek hareketinin güncel sorunlar karşısında yerli veya göçmen ayırt etmeden emekçileri birleştirecek örgütlenmeleri henüz geliştiremeyişi sermayeden kaynaklı yaşanılan emek, beden ve umut sömürüsünü görünmez kılıyor. Örneğin, yürürlükte olan İş Yasası ülkede Türkçe bilmeyen binlerce işçi olmasına rağmen  İngilizce’ye bile çevrilmiş durumda değil. Hal böyle olunca göçmen işçiler mevcut haklarını öğrenme imkanından dahi yoksun bırakılmış oluyorlar. Devlet adıyla idarecilik edenler sorumluluklarını yerine getirmek bir yana açıkça bu sömürü çarkının devamı için çabalayanların tarafındalar.

Birkaç örnekle tanımlamaya çalıştığımız bu acı tablo, maalesef  küresel çapta bir örgütlenme üstüne kurulu. Halihazırda her ülkedeki emekçi kesimlerin sömürüsü üzerinden zenginleşen sermaye, milyonlarca kadın ve erkek göçmenin çaresizliğinden faydalanarak daha da katmerleşen sömürü çarkını büyütüyor. Yoksul ülkelerin geri bırakılmışlığında da birinci derecede sorumlu olan emperyalizm, bir diğer deyişle yarattığı cehennemden kaçışta da kendini cennet gibi satıyor. Küresel çapta örgütlü bu sistemi ise ancak küresel çapta örgütlü bir karşı çıkışla durdurabiliriz. Çünkü mevzu sadece bulunduğumuz yeri veya ülkeyi düzeltebilmek değil, zaten bu kısmi ilerlemeler dışında mümkün de değil. Kapitalizm gücünü küresel çaptaki genişliğinden alırken onun alternatifi de enternasyonel bir mücadeleden başkası olamaz. Çok uzak ve güç bir hedef olarak görünse de emeği ve umutları sömüren bu sistem ancak böyle yıkılacaktır.