Nazım, Umut ve Mücadele – Münür Rahvancıoğlu

131692735_1826438430854308_4992439104887534671_n ” İnsan umut ettiği için mücadele etmez, mücadele ettiği için umut eder!” Argasdi’nin son sayısında yer alan ve aktivistimiz Münür Rahvancıoğlu tarafından yazılan “Nazım, Umut ve Mücadele” makalesini sizlerle paylaşıyoruz.

Usta şair Nazım Hikmet Ran’ın, Kuvayi Milliye Destanı’nda geçen bir mısrası vardır. Destan’ın Büyük Taarruz bölümünde anlatılan İzmirli Ali Onbaşı’dan bahsederken şöyle der Nazım; “Tavşan korktuğu için kaçmaz, kaçtığı için korkar.”

İlk bakışta birçoğumuzun yadırgayacağı bir sözdür bu, çünkü günlük hayatta bize benimsetilen ve çok da üzerinde kafa yormadan kabul ettiğimiz şey; önce duygu/düşüncelerin geldiği, davranışlarımızın da bu duygu/düşüncelere göre şekillendiğidir. Descartes idealist felsefenin temel kabulü olan bu fikri 1637’de “Cogito ergo sum” yani “düşünüyorum öyleyse varım” diyerek ifade etmiştir. Nazım buna da itiraz eder; Rubailer isimli eserinde şöyle diyecektir: “Lahana, otomobil, veba mikrobu ve yıldız. Hep hısım akrabayız. Ey güneş gözlü sevgilim, ‘Cogito ergo sum’ değil. Bu haşmetli ailede varız da düşünebilmekteyiz.” Nazım Hikmet idealist düşünce ile hesaplaştığı Berkley isimli şiirinde “fikri evvel gören her felsefenin, safsata iklimidir yelken açtığı yer” diyerek, bu konudaki görüşünü net olarak ifade etmiştir: Önce eylem sonra duygu gelir, önce madde sonra düşünce vardır!

 

Mücadele Bir Tercihin Sonucu Değildir

“Boşuna uğraşıyorsunuz” ve “bu memlekette hiçbir şey olmaz” gibi cümleler, ülkemizde herhangi bir konuda en ufak bir itiraz veya çaba harcayan herkesin sık sık karşılaştığı sıradan ifadelerdir. Bu cümleleri kuranlar, değişime yönelik bir umut göremediklerini ifade etmeye çalışırlar. Eğer mücadelenin sonucunda değişim olmayacaksa, o zaman mücadele etmeye de gerek yoktur!

Bu yaklaşımın gözden kaçırdığı birkaç nokta vardır: Öncelikle tarihteki gerçek mücadelelerin hiçbirisi bir tercihin ürünü olmamıştır! “Mücadele mi etsem yoksa boş mu versem” sorusunu kendine sorma lüksü olanlar, çoğunlukla mücadele etmemeyi tercih ederler. Bu soruyu kendine sorma lüksü olanların çok küçük bir azınlığı mücadeleye katılır. Bu da çok doğal bir şeydir, çünkü mücadele insanın varoluş amacı değildir! Mücadele bir “tercih”, hesap-kitap sonucu karar verilen bir “yatırım” değil; zorunluluktur. Batan bir gemiden kurtulan bir kişinin “yüzme biliyor muyum, bilmiyor muyum; karaya ulaşmak için kat etmem gereken mesafeye gücüm yeter mi” diye kendine soru sorma lüksü yoktur! Gemisi batan bir insan, her halükarda boğulmamaya çalışır! Boğulmama umudu olduğu için değil, boğulmamak için!

 

Mücadele Olmadan Başarı Olmaz

Herhangi bir mücadelenin eninde sonunda kaybedileceği ön kabulü ile önceden değerlendirme yapma lüksü olanların, ortada bir umut olmadığını hatırlatma şansını kullananların gözden kaçırdığı bir diğer nokta; tarihte başarıyla sonuçlanmış her girişimin, öncesinde başarısızlıkla sonuçlanmış yüzlerce denemenin ardından geldiğidir. Uçak bir defada yapılmamıştır, ampul tek seferde icat edilmemiştir, Amerika kıtası bir defada keşfedilmemiştir, kölelik bir günde kaldırılmamıştır, halkın seçme seçilme hakkı, demokrasi ve insan hakları tek seferde elde edilmemiştir. Rahatlıkla uzatabileceğimiz bu listedeki her bir başarı, yüzlerce başarısız girişimin ardından kazanılmış; bazılarına başka hedeflere varmak için yürütülen mücadelelerin sonucunda istemsizce ulaşılmıştır.

Resmi tarihte başarıya ulaşmış son girişimler anlatılır ancak bu girişimleri yürütenlere, önceki başarısızlıkları örnek göstererek “eylemsizlik” telkin eden “umutsuzluk kumkumalarından” pek söz edilmez. Oysa sosyal medyada dolaşan anonim bir sözde de ifade edildiği gibi; “mücadele edenler her zaman kazanamazlar ancak kazananlar her zaman mücadele edenlerdir.” Bana sorarsanız, yüzlerce kez mücadele edip kaybetmiş olanlar, son kazanımın da kazananlarıdırlar! Yani başarı ile sonuçlanmış her mücadele, tarihteki öncüllerinin de kazanımıdır!

 

İnsanlar Mücadele Ettikleri İçin Umut Eder

Mücadele etmek için “umut” arayanların gözden kaçırdığı diğer nokta ise; mücadelenin umuttan değil, umudun mücadeleden doğduğudur! İnsanlar umut ettikleri için değil, başka bir seçenekleri olmadığı için mücadele ederler. Mücadele etmeme lüksü olanların çok küçük bir azınlığı da; onlara hak verdiği veya davalarını doğru bulduğu için bu mücadeleye katılır. Bu noktaya kadar, mücadelenin veya mücadeleye katılmanın “umut etmek” ile bir bağlantısı yoktur. Umut, mücadele içerisinden doğan ve mücadeleden beslenen bir duygudur: Mücadelenin kaynağı değil ürünüdür; nedeni değil sonucudur! İnsan umut ettiği için mücadele etmez, mücadele ettiği için umut eder! Tıpkı Nazım’ın şiirindeki Ali Onbaşı gibi…

Nazım Hikmet ile başladık, onunla bitirelim; Nazım belki en umutsuz şiirinde bile, umut arayışı için insanın ötesine bakmayı reddedecek ve şöyle diyecektir: “İşler atom reaktörleri işler, yapma aylar geçer güneş doğarken. Ve güneş doğarken hiç umut yok mu? Umut, umut, umut… Umut insanda.”