Ah Şu “Tembelliğimiz”- Şifa Alçıcıoğlu

Argasdi’nin Tembellik dosyasını  incelediği 61. sayısında Kıbrıslı Türkler ve tembellik konusu “Ah şu Tembelliğimiz” isimli makaleyle tartışmaya açıldı. Derginiz Argasdi Baraka Kültür Merkezi lokalinde, bölgenizdeki Khora Kitap’ta ve gazete bayiilerinde…

On the way to the well for water supply in the village of Lympia, 1910 - 1920Kıbrıslı Türkler üzerine en çok yapılan yorumlardan biri “tembelsiniz” argümanıdır. Peki, tembel miyiz? Öyleysek neden tembeliz? Ya tam tersiysek?  İstediğimiz gibi üretebiliyor muyuz, üretimlerimizi pazarlama gücümüz var mı? Kendi ekonomimizi elimizde bulundurabiliyor muyuz? Yoksa konformizmin rahat kollarında mışıl mışıl bir uykuda mıyız?

Geçmişimiz; savaşlar, acılar ve yokluk hikayelerini içinde barındıran bir tarihe sahip. Güneş doğmadan uyanan köylülerin, bütün gün didinip durması ve bunu Sisyphos’un bir kayayı itmesi gibi sonsuz bir döngüde her gün tekrar etmesi… Bir yanda kuraklık, bir yanda yoksullukla geçen yıllar. Diğer taraftan ise yönetenlerin ve emperyalistlerin müdahalesi karşısında var olabilme mücadelesi için direnen bir halk… Kendi ayaklarımızın üstünde durma hayallerimiz hep bastırılmış, ağzımıza çalınan bir parmak balla “Aman siz uğraşmayın biz sizin yerinize yaparız” masallarıyla bir şekilde susturulmuşuz. Bugün gelinen nokta ise “şımarık, tembel, besleme” olarak itham edilen Kıbrıslı Türkler olmuş.

Tarihe kısa bir bakış

1571 yılında adanın Osmanlıların eline geçmesiyle ilk kez Türk nüfus varlığından söz etmeye başlayabiliriz. Anadolu’dan buraya getirilen daha fazla tarım ve zanaat yaparak geçimini sağlayan Türkler, 1878 yılında İngiliz Sömürge Yönetimi altına geçtiği zaman Kıbrıslı Türk kimliğiyle anılmaya başladı. Kıbrıs, İngiliz sömürgesi olarak iki paylaşım savaşına da tanıklık etti. 1. Paylaşım Savaşı yıllarında Kıbrıslı Türklerin adadan çıkışı yasaklandı, ticaret yapmasına izin verilmedi. Büyük çoğunluğu köylerde yaşayan halk, çalışıp didinse de kuraklık amansız, yoksulluk başa belaydı. İşsizlik nedeniyle gençler bilmedikleri diyarlarda İngiliz askeri olarak savaşa katıldı, kızlar bilmedikleri diyarlara Araplara satıldı…

Derken bir Amerikan şirketi boy göstermeye başladı Lefke kıyılarında. Cyprus Mines Corporation (CMC)  maden işletmesi 1914 yılında faaliyete başladı. İşsizlikten kırılan halk böylece kendine bir “kurtarıcı” buldu ve adanın dört bir yanından toplanan büyük bir çoğunluğu erkeklerden oluşan işçiler, CMC maden şirketinde çalışmaya başladı. 1950’li yıllarda bakırın en parlak rengi gibi zirvede ışıldamaktaydı şirket.  2. Paylaşım Savaşı sırasında faaliyetine ara verdiğinde ise tarlasını bırakıp birkaç kuruşa madende çalışan erkekler de işsiz kalır. Yıllarca ekilemeyen tarlalar verimsiz, kuraklık ve işsizlik acımasızdır. 1975 yılına değin maden arayan şirketin, arkasında tek bir iz bırakmadan dev bir çevre felaketi bırakıp gitmesi kadar da acı…

Emperyalist güçlerin ada halkı üzerinde yarattığı travma bununla da sınırlı değildi.1960 yılında İngilizler adayı terk etti. Ardından ortak bir cumhuriyet kuruldu: Kıbrıs Cumhuriyeti. Ancak bu, uzun süren bir yönetim olamadı.1963 yılında birbirine kırdırılan halklar, 1974’te yeşil bir çizgiyle ortadan tamamen ikiye bölündü.

Üretmeyen bir toplum tükenmeye mahkumdur

193941906_484824112806690_1423892627796488995_nSavaşın ardından yeni bir toparlanma sürecine geçiş yaşanır. Bu esnada Kıbrıslı Elenlerden kalan fabrikalar, 1975 yılında Sanayi Holding ismiyle yeniden üretime geçer. Bundan sonraki on yıl boyunca binlerce çalışanıyla üretime geçen Sanayi Holding altın dönemini yaşar. Öyle ki Japonya’ya bile ihraç edilen mallar vardır. İnsanlar üretmeye, ülke ekonomisi kendini kalkındırmaya başlamışken, 1986 yılında Türkiye Başbakanı Turgut Özal Kıbrıs’a bir ziyaret gerçekleştirir. Cennet gibi bir vatanımız olduğunu söyleyerek turizmin gelişeceğini, tarıma ve üretime gerek olmadığını açıklar. Böylece özelleştirmenin ilk sinyallerinin verildiği o dönemde fabrikaların sayısı yarıya inerken, insanlar işsizlikle ve yönetenlerin zorbalığıyla mücadele etmeye başlar. Sanayi Holdingle kendine yeten, özgür, örgütlü, sınıf çıkarlarını düşünen bir halkın varlığına tahammül edemezler. “Memur cenneti” haline gelmemiz de bu yaşananlardan sonraya rastlar. (Şimdilerdeyse genç memurlar, adaletsiz bir şekilde Göç Yasası cehenneminin mağduru durumundadır.) Bizden olmayana ekmek de yok politikası güden işbirlikçi yönetenler, şükran politikasının temellerini de atarak halka en büyük kötülüğü yapar. Ülkeden göçler yaşanır. TC egemenleri ise üretimden koparılmış, yaratılan nispi refahla rahatlamış bir Kıbrıslı Türk halkını istedikleri şekle sokabileceklerini düşünürler. Yıllar içinde üretim durmaya, halk fakirleşmeye, kurumlarımız teker teker batırılmaya, kimliğimiz sorgulanmaya, adımız tembel diye anılmaya başlar.

Siesta bitti. Şimdi uyanma zamanı!

Tüm bu arka planla, gelelim yapılan eleştirilere… Yıllarca işsizlikle ve savaşlarla boğuşan Kıbrıslı Türkler özünde üretken insanlar olmakla birlikte yıllardır yaratılan bu yapay refah dönemi nedeniyle biraz daha “rahatına düşkün” olarak tasvir edilebilir. Zamanında yapılan bu yanlış uygulamalarla birçok insan bu yaratılan konforun lüksünü fazlasıyla yaşamıştır. Erken emeklilikler, müşavirlikler, yaratılan bu ganimet düzeninden beslenenler…

Artık bu refah döneminin de sonuna gelindiği aşikardır. Üzerimizde kurulan baskılar gün geçtikçe artmakta,  yaşam daha zor bir hale gelmektedir. İşsiz üniversite mezunları, hâlâ ailelerine bağımlı evli çiftler, bitik hale getirilen esnaf,  asgari ücret dahi alamayan özel sektör çalışanları, borçlar, borçlar, borçlar…

Kıbrıslı Türkler olarak, geleceğini bu adada gören göçmen kesimlerle kader birliği yapıp var olma mücadelesini asla yitirmeden üzerimizde oynanan çirkin oyunlara, bağımlı hale getirilmemize, maddi çıkar ve menfaatlere, bu çarpık düzenin yarattıklarına karşı gerekirse sıfırdan başlamalı, yerli işbirlikçilere, yaratılan ambargolara ve üstümüzde kurulmak istenen “besleme” edebiyatına inat üretmeye devam etmeliyiz.

Gençleri meslek liselerine, zanaata, üretime dayalı işler kurmaya da yönlendirmeli, tembellik argümanının altında ezenlere inat, çalışarak çoğalmalıyız.

Fotoğraf: Michalis Georgiou, “On the way to the well for water supply in the village of Lympia, 1910-1920.