İklimi Değil Sistemi Değiştir – Nazen Şansal

gretaBugün 24 Eylül… Tüm dünyada, özellikle gençlerin iklim grevleri ve eylemleri düzenlendiği bir gün.

Kıvılcımı yakan, 2018 yılında 15 yaşındayken, iklim grevlerine başlayan Greta Thunberg’di. İsveç hükümeti, Paris Anlaşmasına uysun ve karbon emisyonunu azaltsın diye, elinde bir döviz (karton pankart) ile günlerce eylem yapmıştı. Bir süre sonra sesi dünya çapında duyuldu ve diğer çevre-ekoloji aktivistleri ile birlikte, iklim adaleti için protestolara katıldı. Dünya zirvelerinde konuştu, liderlere “Eviniz yanıyormuş gibi davranmanızı istiyoruz, çünkü öyle” dedi. Sosyal medyadan “Değişim için oy vermek yetmez. Aynı zamanda aktif yurttaşlar olmalıyız ve sokaklara çıkıp eylem talep etmeliyiz” şeklinde seslendi. Zaten yıllardır çevre ve ekoloji sorunlarıyla ilgili mücadele eden örgütlerin de desteği ile iklim grevleri büyüdü, yayıldı.

mağusaHatta ülkemizdeki gençler de (kuzeyiyle, güneyiyle) geçmiş yıllarda bu tür eylemler yapmışlardı. Taleplerini netleştirerek ve yerelleştirerek yenilerini yapmaları, kendi geleceklerine sahip çıkmak adına anlamlı olacaktır. Ülkemizde ağır sanayi veya büyük bir endüstrimiz olmasa da başta zehir saçan termik santrallerimiz olmak üzere taş ocaklarımız, ormansızlaşma sorunumuz, özel araçların ve yeni yolların teşvik edilip toplu taşımaya geçilmemesi, Başbakan’ın gururla söylediği “ülkeyi şantiyeye çevirmeleri” yani inşaat patlaması gibi küresel ısınmayla doğrudan bağlantılı meselelerimiz var.

güney lefkoşagirne

Tabii popüler olan ve sistemin kontrol altına almak isteği her hareket gibi iklim grevcilerinin bazıları da büyük kuruluşların ve Amerikan şirketlerin “desteğinden”, hayırsever! vakıfların fonlarından nasibini aldı ve mücadeleyi sistem içi bir yerde tutmaya başladı. Ama konumuz bu değil.

Konumuz, küresel ısınmayı durdurmak için neden kapitalistlerin kârına dayalı bu sistemi değiştirmek zorunda olduğumuz… Orman yangınlarında çaresizlikten gözlerimiz doluyorsa; nesli tükenen hayvanları çocuklarımız göremeyecek diye üzülüyorsak; her gün yeni bir hastalık duyuyor ve kaygılanıyorsak; soluduğumuz hava egzoz kokuyor, yediğimiz domates ise eskisi gibi tütmüyorsa; binbir emekle sahip olduğumuz evimizin, işimizin, tarlamızın pek de “doğal” olmayan bir afetle yok olması an meselesiyse, artık bir zahmet örgütlü mücadele etmemiz gerektiği…

Son raporun söyledikleri

Birleşmiş Milletlere bağlı İklim Değişikliği Paneli (IPCC), Ağustos 2021’de bir rapor yayımladı. Gezegeni en çok kirleten, sera gazı salınımında ilk sıraları kimselere bırakmayan, ekolojik yıkımdan sorumlu olan devletlerin birliğinden çıkacak olan rapordan kime ne hayır gelir demeyin. Rapor, 14 bin bilimsel makale ve 3 bin 949 raporun, 66 ülkeden 234 bilim insanının inceleme ve değerlendirilmesiyle hazırlandı ve IPCC içerisindeki 195 ülkenin onayı alındı. Her ne kadar BM, Kyoto Protokolü ve Paris Anlaşması ile güya küresel ısınmayı durdurmak adına, niyet beyanından öteye gitmeyen ve üstüne üstlük karbon ticareti piyasası kuran bir birlik de olsa, bilim insanlarının ortaya koyduğu veriler oldukça dikkat çekici ve insanlığın geleceği için uyarıcı.

Dünyada son 40 yılın her bir 10 yılının bir öncekinden daha sıcak geçtiği ve 2010-2019 yılları arasında buzul miktarında ciddi miktarda düşüş yaşandığı raporda yer alıyor. 1981-2018 yılları arasında deniz seviyesinde toplam 20 santimetre artış gerçekleşti. Maldivler’in de aralarında olduğu 50’ye yakın ülke, önlem alınmadığı takdirde yeryüzünden silinecek.

Eğer ciddi adımlar atılmazsa 2040 yılına geldiğimizde dünyanın ortalama sıcaklığı en az 1,5 derece artmış olacak. Şu anda 1,1 derece artışla neler yaşadığımızı görüyoruz. Kuraklık, sel felaketleri, yangınlar, sıcak hava dalgaları, fırtınalar, deniz suyu seviyesinde hızlı yükseliş… Özetle birçok felaketin artarak devam edeceği öngörülüyor.

ClimateCrisisİnsanlığın karanlık, fosil yakıtların altın çağı

21. yüzyılın başında, sera gazı kaynaklı emisyonlarda büyük bir artış yaşandı. Bu artışta en önemli pay, özellikle elektrik üretiminde kullanılan kömürde. Ayrıca petrol ve doğal gaz üretimi, sürekli daha fazla enerjiye ihtiyaç duyulduğu yalanı ile yükseliyor. Bu kadar çok üretim ve tüketimin kimin ihtiyacı olduğu ve ne pahasına yapıldığı ise asla sorgulanmıyor. Artık tek bir fosil yakıt yeryüzüne çıkarılmamalıyken adamızın çevresinde de, paylaşılması ayrı bir politik kriz olan petrol ve gaz sondaj çalışmaları devam ediyor. Ekolojik yıkımın geri dönülemez bir noktaya gelmesini engellemek için en kısa zamanda fosil yakıtlara dayalı enerji üretiminin yerini güneş, rüzgar gibi yenilenebilir enerjiye bırakması zorunlu. Fakat halkların baskısıyla doğru politik kararlar verilse dahi, bu dönüşüm bir çırpıda olamaz. Yeni bir enerji altyapısı inşa etmek için fosil yakıt kaynaklarına dayanan bir üretim süreci yaşanması kaçınılmaz. Dolayısıyla bu “tuzak”tan kurtulmak için büyümeye değil üretim ve tüketimin ekolojik planlamasına dayanan bir ekonomik sistem gerekir.

Oysa sermayenin ve beslendiği sistemin hayatta kalabilmesinin tek koşulu (kısa dönemli istisnalar hariç) daha fazla üret(tir)mek, tüket(tir)mek ve büyümektir. Hele ki içinde bulunduğumuz neoliberal dönemin doğasında, doğa dahil her şeyi piyasaya açarak metalaştırmak vardır. Bunun en yıkıcı etkisini ise küresel ısınmadan birinci derecede sorumlu olan gelişmiş ülkelerin halkları değil onların çöplüğü durumundaki yoksul ülkeler yaşıyor.

Dolayısıyla bu karanlık çağı aydınlığa çıkarmak istiyorsak; küresel iklim adaleti için, daha temiz bir hava solumak için, bir zeytin ağacı daha kaybetmemek için, canım Akdeniz’i petrole bulamamak için, Asil Köylü ucubesi yerine ormanları savunmak için, Pandemiyi atlattık derken “doğal” afetlere yenik düşmemek için “iklimi değil sistemi değiştir” talebiyle, çevremizdeki irili ufaklı her türlü ekolojik soruna karşı örgütlü mücadele etmeliyiz. Özelde kendi hükümetimize genelde ise sisteme yapılacak her baskı ve elde edilecek en küçük kazanım bile, bu değişime hizmet edecektir.

Nazen Şansal