Unutulan Kıbrıs Deyimleri – Şifa Alçıcıoğlu

Dil, her toplumun geçmişten bugüne getirdiği en büyük hazinelerden biridir. Kıbrıs gibi birçok medeniyete ev sahipliği yapan bir adada, Latince, Fransızca, Rumca, İngilizce dillerinin etkisini görmekteyiz. Bu şekilde bazı kelimelerin dilimize yerleştiğini söylemek yanlış olmaz. Bu konuşulan dillerden geriye kalan ufak kırıntılar yaşayan bir olgu olan dile eklemlenmiş ve halk onları benimseyerek hayatına adapte etmiştir.

Yıllarca aynı adada birlikte yaşayan Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Elenler farklı dillere sahip olsa da aralarında dil alışverişi yaşanmış, bazı kelimeler ortak hazneye alınmıştır. Ya da kendi lisanlarında aynı anlama gelecek şekilde kullanılmıştır.

Özellikle deyimler ve deyişler geçmişten günümüze bir köprü görevi üstlenmiştir. O günden bu güne gelebilen söz kalıplarına kulağımız aşinadır artık ve belli bir durum üzerine düşünmeden ağzımızdan çıkıverir. Genellikle olayı özetleyen bu sözlerin, geçmişte yaşanan hikayelerden oluşup zamanla dilden dile aktarılmasıyla günümüze kadar geldiğini biliyoruz. Geçmiş gibi bugün ve gelecek de dilin kaderinde etkilidir. Dolayısıyla yaşadığımız dönemde bazıları bir anlam ifade etmezken, bazıları ise keşke hiç olmasa diyeceğimiz niteliktedir. Özellikle kadınlarla ilgili benzetme, yerme ya da öğüt verme gibi söz grupları geçmişte ataerkil bir yapının olduğunu göstermektedir.

Deyim ve deyişlerin birçoğu kullanılmadığı için yok olup gitse de biliyoruz ki; yaşanan dönemin kültüründen, sosyo ekonomik yapısından beslenerek bu ülke topraklarından doğup dilimize yerleştiler. Toplumsal yaşanmışlıklardan derlenip deyim ya da deyiş olarak kullanıldılar. Mesela “Musülcari olmak” diye bir şey duydunuz mu daha önce? Böyle mi yazılıyor emin değilim ama anlamını gayet iyi açıklayabilirim. Çocukken nenemden defa defa işittiğim bir söz kalıbıdır. Bir şeyi beğenmeyip sorun çıkaran kişilere dendiğini çok iyi öğrendim. Yüksek bir sese karşı verdiğimiz tepki ise çoğunlukla o kişiden ziligurtisini çıkarmasını istememiz şeklinde gelişir. “Ziligurti (zehir) çıkar(t)” şeklinde dilimize pelesenk olmuştur. Bir zamanlar dut ağaçlarıyla kaplı, önünden dere akan dağ köyü Dikmen, şehirlerden epey uzak bulunmuş olacak ki canımızı sıkan kişiyi “taaa Digomo’ya kadar yolun var” diyerek govcalarız yani kovarız. Nenemin kullandığı “Alicürü ettim seni” sözü de çocukluğumdan aklımda kalan bir söz. Eskiden belirgin bir özelliğe sahip kişiler de dile yerleşerek söz kalıbı olurdu. Her duyduğumda Alicürü kim diye düşünür; yaşlı, elinde değnek olan bir adam hayal ederdim. Alicürü kimdir, necidir bilmem ama bir şeyi beğenmeyen kişiler için nenemin kullanıldığını hatırlıyorum. Bazı deyimlerin hikayeleri ise günümüze taşınabilmiştir.

Sarı çizmeli Mehmet Ağa

Kim olduğu, nerede oturduğu bilinmeyen kişiler için kullanılan deyimdir sarı çizmeli Mehmet Ağa. Oysa bu Mehmet Ağa’nın Göçeri köyünden çıkma olduğuyla ilgili bilgiler var. Osmanlı Dönemi’nde (1800’lü yıllar) Göçeri köyünün ağası olan Mehmet Ağa, çok yardımsever bir insanmış. Esnaftan alışveriş yapan ahali borcunu Sarı Çizmeli adına yazdırır, Mehmet Ağa da bu borçları ödermiş. Rivayete göre sırf bu yüzden beş parasız ayrılmış dünyadan. 1970’li yıllarda konser için adaya gelen Barış Manço, Mehmet Ağa’yla ilgili bir şarkı yazar; hatta 1982’de hikayesinden etkilenip köyünü bulur, mezarını yaptırır. Böylece halk tarafından tanınır, bilinir Mehmet Ağa… Eh ne diyelim, “yaz tahtaya bir daha, tut defteri kitabı, sarı çizmeli Mehmet ağa bir gün öder hesabı”…

Okundurdum yazındırdım balegudalya balegudalya

Bu deyimin hikayesinin çeşitli versiyonları mevcuttur. Genel olarak anlatılmak istenen çocuğumu okuttum ama gene de bir şey değişmedi… Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Elenlerin birlikte yaşadığı bir köyde, çocuğunun doğru dürüst Türkçe bilmemesinden yakınan baba, oğlunun kendi dilini daha iyi öğrenmesi için onu Lefkoşa Türk Lisesi’ne göndermiş. Kimi versiyonlarında Türkiye’ye gönderdiği kimilerinde ise öğretmen olması için okumaya gönderdiği şeklindedir.

Çocuk okulu birincilikle bitirip köye gelmiş. Aile mutlu, bunu kutlamak için sofraya oturmuşlar. Kaşık sözcüğünün Türkçesini anımsamayan çocuk gudalya deyince adam sinirlenmiş: Okundurdum, yazındırdım balegudalya, balegudalya…

Çakmak Hasan Kibrit Hüseyin

Özellikle seçim zamanı bolca duyar olduğumuz deyimdir. İş yapamayan, bir işe yaramayan, hatta hepsi toplansa gene de bir şey yapamayan anlamına gelir. Hikayesi ise şöyledir:

Bir zamanlar, içkiyi seven ama evde karısı tarafından içki içilmesine izin verilmeyen devlet işinde çalışan bir adamcağız varmış. Adam, karısı kendisine izin vermediğinden dolayı işini bahane ederek fazla mesai yapacağını söyleyerek geceleri dışarıda içmeye başlamış. Meyhanede kendi gibi bahanelerle karılarını kandıran arkadaşlar da edinmiş. Bunlar: Çakmakçı Hasan Efendi, Kibritçi Hüseyin Ağa, Kömür lakaplı azat edilmiş bir köle ve Fitil Emin lakaplı ayyaşmış.

Kadın gittikçe artan mesailerden dolayı kocasına sitem etmiş. Adam ise “Devletin işi biter mi sanıyorsun? Her gece bir mahalleyi teftiş edip sokaktaki fenerlerin yanıp yanmadığını kontrol ediyoruz. Yanmayan varsa bakıyoruz, kömürü mü bitti? Eğer bitmişse kömür takviyesi yapıyoruz. Fitil ise fitilcimiz vazifesini yapıyor. Ben ise onları denetleme görevindeyim”. Kocasının, gece mesaisine gittiğini düşünen kadın, adamı rahat bırakmış ama bakmış ki mesaiden dolayı artması gereken maaş yerinde sayıyor hatta adam karısından para istemeye bile başlamış. Durumdan işkillenen kadın, kocasını izlemeye karar vermiş. Meyhanede zil zurna sarhoş yakalanan adam arkadaşlarını göstererek: “Çakmak Hasan, Kibrit Hüseyin, Kömür Osman’la, Fitil Emin…”i tanıştırmış.

Kaynak:

Kıbrıs Anekdotları, Mustafa Kemal Sayın, Şadi Kültür Sanat Yayınları.

Kıbrıs Türk Ağızları Sözlüğü, Mustafa Gökçeoğlu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

Kıbrıs’ta Türk Ve Rum Halklarının Birbirlerinden Etkilenerek Aldıkları Kelimeler, Deyişler Yüksek Lisans Tezi, Can Sözer.(http://docs.neu.edu.tr/library/4083561771.pdf)

 

kültürfoto