İvan İvanoviç Var mıydı, Yok muydu? – Münür Rahvancıoğlu

Nazım Hikmet kimdir? Birçok insan bu sorunun yanıtını çok iyi bildiğini düşünür! Oysa bu çoğu zaman yüzeysel düşüncelere dayanan bir yanılgıdır. Bugün ona ait olduğu iddia edilen o kadar çok klişe ifade sosyal medyada dolaşıyor ki, komünist kimliği ile gerçek Nazım’ı bütün bu çerçöpün arasından eşeleyerek bulup çıkarmak neredeyse imkansız gibidir! Üstelik bu karartma öylesine etkindir ki, geçmişte Nazım’a uygulanan sansürden kat kat daha kalın bir sis perdesi yaratabilmiştir.

Nazım Hikmet büyük bir şairdir elbette ama sanatçı kişiliği şiirlerden ibaret değildir. Nazım’ın romanları, masalları, tiyatro metinleri hatta el işçiliği ile ürettiği onlarca eseri vardır. Che Guevara Küba Ekonomi Bakanı olduğunda kendisine sorulan “siz ekonomist misiniz?” sorusuna “ben komünistim” yanıtını vererek, sağlam bir komünistin uzmanlık alanları ile sınırlandırılmasını esprili bir şekilde reddetmişti. Tıpkı bunun gibi Nazım da tek bir alana sıkıştırılamayacak kadar çok yönlü bir kişiliktir. Zaten bir şiirinde geçen “sevdalınız komünisttir, on yıldan beri hapistir” dizesi ile başka bir bağlamda da olsa o da bunu her fırsatta vurgulamıştır!

Karşımızda komünist kimliği sanata, sanatçı kimliği şiire, şair kimliği de aşk şiirlerine hapsedilen bir Nazım Hikmet var! Ve on yıllardan beridir bu cenderenin içerisine hapsedilmiştir! Gerçek Nazım’a ulaşıp onu tanımamızın önündeki esas engel ise, onu tanıdığımızı sanmaya devam etmekteki temelsiz yanılgımızdır!

Nazım Hikmet’in eserleri arasında en az bilinenlerinden bir tanesi de “İvan İvanoviç Var mıydı, yok muydu?” isimli tiyatro metnidir! Eser 1954 yılında Noviy Mir (Yeni Dünya) dergisinde yayınlanmış ve 1957 yılında Moskova Satir (Yergi) Tiyatrosu tarafından sahneye konulmuştur. Oyun sahnelenmesinin hemen ardından, Kültür Bakanı Ekaterina Fruntseva’nın imzasıyla yasaklanarak repertuardan çıkarılmış ve SSCB’de bir daha oynanmamıştır.

Oyunun yasaklanmasının ardından Yergi Tiyatrosu başrejisörü Valentin Pluçek Kültür Bakanı’na, oyunun yönetmeni Glekov ise Parti Merkez Komitesi’ne çağrılır. Glekov bu ziyaretin hemen ardından görevinden istifa eder. “Nazım’la Yedi Yıl” kitabının yazarı Galina Kolesnikova, bu yasağı öğrenen Nazım’ın uyku hapı alarak intihar etmeye kalkıştığını belirtmektedir.

Peki izleyiciler tarafından müthiş bir beğeni ile karşılanan ancak parti tarafından sansürlenen oyun ne hakkındadır? Oyun kısaca, sosyalist bir önderin nasıl yozlaşabileceğine ilişkin keskin bir eleştiri olarak tanımlanabilir. Sovyet kasabalarından birinde üst düzey bir yönetici olan Petrof, çalışkan ve “insanlara kağıtlardan daha çok inanan” bir kişidir. Oyun boyunca gerçekten var olup olmadığını sorguladığımız İvan İvanoviç ise onun en yakınındaki düşmanıdır! Övgüler, pohpohlamalar, yüceltmeler ve dalkavukluklar arasında; halktan kopan bir sosyalistin nasıl bir dönüşüm geçirebileceğine ve bu değişimin esas sorumlusunun hepimizin içinde bulunan İvan İvanoviç’ler olduğuna dair keskin bir uyarıdır oyun. Nazım Hikmet komünist bir aydın sorumluluğuyla, Sovyet toplumunun içerisinde bulunduğu bürokratikleşme sürecini Petrof’un şahsında sahneye taşıyarak, sonradan yaşanacakların erken uyarı zilini çalmıştır. Ancak ne yazık ki, bu uyarı çoktan dönüşümünü tamamlamış parti tarafından “komünist bir eleştiri” olarak değil, “bozguncu bir muhaliflik” olarak yorumlanmıştır!

“Ya bizdensin ya bize karşı” tutumunun komünist harekete de sirayet ettiği Soğuk Savaş ortamında Nazım Hikmet’in bu güçlü uyarısı Türkiye’de de bir yankı uyandırmamıştır. 1970’li yıllardan itibaren Nazım’ın birçok eserinin Türkçe’de basıldığını görmemize rağmen, “İvan İvanoviç”in ilk baskısı 1985 yılında yapılmış, sahnelenmesi için ise 1991 yılını beklemek gerekmiştir. Belli ki “bizimkilerin” her şeyinin güzel sayıldığı bir dönemde, böylesi bir eleştiriyi nereye koyacağını bilememiştir Türkiye solu!

Korkulan şudur ki, Sovyet rejiminin olumsuzluklar da barındırabileceği gösterilirse; komünizm düşmanları bundan yarar sağlayacaklardır! Sosyalizmin bir cennet olmadığı, kusursuz olmadığı öğrenilirse; insanlar sosyalizm için mücadele etmeyeceklerdir! Oysa sosyalizm gerçekten de bir cennet değildir, kusursuz değildir ve sınıfsız toplumu hedefleyen mücadele de sosyalist devrimden sonra sona ermez. Üstelik başta Marx ve Engels olmak üzere bütün sosyalist önderler de bunu zaten defalarca vurgulamışlardır! Sosyalist bir rejimi “kusursuz” olarak tanımlamak ona yapılabilecek en büyük kötülüktür! Olgularla yüzleşmekten kaçıp inkara saplanmak, gerçekliği değiştirmez ve gerçekliğin karşısında hiçbir şey duramaz!

Yazılmasının üzerinden altmış sekiz, SSCB’nin yıkılmasının üzerinde otuz bir yıl geçtikten sonra “İvan İvanoviç” bugün ne anlam taşıyor? Kapitalistler açısından anlamını biliyoruz, onlar diyorlar ki “Komünizm baskıcı ve sansürcü bir rejimdir, üstelik bu rejim insan doğasına aykırıdır!”

Oysa Nazım Hikmet’in bu tiyatro metni bize Petrof ve İvan İvanoviç arasındaki mücadeleyi aktarırken hem tehlikeyi hem de çıkış yolunu göstermektedir. Petrof’un İvan İvanoviç’e teslim olmaya başladığı nokta, kendini halktan kopardığı noktadır! İvan İvanoviç’in Petrof karşısında gerilemesi ise Petrof’un yeniden halkın arasına karıştığı andan itibaren başlar! Oyunun bugün hala geçerli olan anlamı da burada yatmaktadır: Halk yoksa komünizm de yoktur. Yetenekli önderler, çok bilen uzmanlar, inanmış liderler; halk yoksa bir anlam ifade etmemektedirler! Bugün düştüğümüz yerden kalkmanın yolu halkla buluşmaktan geçmektedir!

İvan İvanoviç var mıdır? Yoksa yok mudur? İvan İvanoviç biz onu ciddiye alıp varlığını kabul ettiğimiz oranda yoktur; biz İvan İvanoviç’i inkar ettiğimiz oranda vardır! Onunla yüzleşmekten kaçtığımız oranda vardır, onunla yüzleştiğimiz oranda yoktur! Halk varsa İvan İvanoviç yoktur, halk yoksa İvan İvanoviç vardır! Nazım bize bunu söyler, işte onu komünist yapan da budur!

münür foto