Gündem, gündem, gündem… – Mustafa Batak

Dergimizin yayımlanan son sayısından bu yana gündem sert ve hızlı ilerledi. Son üç aylık dönem içerisinde dahi neler olmadı ki…
AKP eliyle ekonomik “işbirliği” protokolü dayatıldı. Aynı protokol UBP içerisinde, -hiçbir sorun çıkarmamalarına rağmen- aralarında başbakanın da olduğu birçok ismi silip süpürdü. Rant ve teşviklerle sermayenin gönlü hoş tutulmaya devam edildi. Emekçiler son yılların en büyük kıyımıyla karşı karşıya kaldı. Zamlar, eriyen maaşlar ve gerileyen alım gücü ile günlük ihtiyaçlar bile karşılanamaz oldu. Dokunanın eli yandı! Ve bir de ormanlarımız yandı…

Ciğerlerimiz yandı
Yangın ‘mevsimine’ girdik maalesef. Neredeyse her yıl bu dönemlerde ağaçlık bölgelerden yangın haberi geliyor ancak bir türlü önlem alınmıyor. Bu yıl ilk olarak Yedidalga bölgesinden geldi yangın haberi. İkinci haber ise Ağıllar ve Mersinlik bölgesinden. Bölgede yer alan dağlık araziler, tepeler ve ormanlar cayır cayır yanıyordu. Müdahale gecikmişti. Vahametin farkına varan bölge insanı; gusbo ve çapalarla, belediyeler ise iş makinesi ve su tankerleriyle yardıma koştu. Ancak bu noktada yapılabilecek çok fazla bir şey kalmamıştı. Çünkü havadan müdahale gecikmişti ve fazlası gerekiyordu.

Tüm bunlar olurken 5 Haziran günü adaya getirildiği “müjdelenen” yangın helikopteri ortada yoktu. 15 Haziran günü servis bahanesiyle geri gönderilmişti ve yangına başlarda müdahale edememişti. Yani halk ve bölgede yer alan ekipler alevlerle baş başa kalmıştı. Yangının dördüncü günüydü ve gece yarısı yağmur bekleniyordu. Tek umut bu yağmurdu. Umut yağdı ve yüksek tepelere ulaşan alevler kısa bir süre içerisinde yok oldu. Geriye yanıp kül olan onlarca dönüm arazi ve yangına neden olan kaçak bina, bütçe eksikliği nedeniyle aparat takılıp kullanılamayan -2 tanesi GKK’ya ait- toplam 4 adet helikopter, ormanlar yanarken poz verip, gülücükler saçan Ersin Tatar ile Ünal Üstel, iş insanlarından destek için ricada bulunmaktan öteye gidemeyen hükümet, “Can kaybı olmaması tesellimizdir. Devletimiz tüm olanaklarıyla buradadır.” açıklaması yapan Tatar kaldı.

Tüm bu süreç uzun zamandır dağlık ve orman arazilerinin başıboş kaldığını gösteriyor. O kadar ki içerisine kaçak bina dahi yapılmış! Tatar ve hükümetin “hedefleri” protokolü geçirmek. Çıkan yangına rağmen bu konsantrasyon görülebiliyordu. Ancak CTP döneminde işten çıkartılan orman personelleri ve onarılmayıp atıl bırakılan orman kamera sistemleri yaşananlarda sorumluluğu onların da olduğunu gösteriyor.
Hedefler derken
Her yapının belli bir hedefi vardır. Hedefler tercihtir de aynı zamanda. Ancak bilinmelidir ki her tercih bir vazgeçiştir. Bugün ülkemizde ciddi sorunlar vardır. Bu sorunların bazıları geçmişten kalmış, bazıları ise sorun olarak önümüze konmuştur. Burada sorunların var olması kadar çözüme ilişkin atılan adımlar da önemlidir. Bu noktada hükümetin pratiğine baktığımızda halkı karşısına alacağı aşikar. Çünkü tüm konsantrasyon, kısa bir süre önce basına sızdırılan; sözde “kamuda reform” yaratacak protokolü geçirmek yönünde. Oysa protokole baktığımızda, emekçilerin yazılı tek dayanağı olan toplu iş sözleşmelerinin yok olduğunu, söz, eylem, ifade hakkının hiçe sayıldığını, sendikal faaliyetlerin, toplantı, yürüyüş ve eylem yapma özgürlüğünün kısıtlanarak, halkın kendini ifade edebileceği araçları ortadan kaldırdığını görüyoruz. Dahası halka ait son bir kaç kurumdan bir tanesi olan KIB-TEK’in aşamalı olarak özele tasfiyesini, yabancı yatırım adı altında AKP’ye yakın sermaye gruplarının burada konuşlandırılmasını içerdiğini görüyoruz. Yangının ortasında yangından mal kaçırırcasına geçirilen tüm kişisel verilerimizi TÜRKSAT’a açan yasanın geçmesi de meselenin nasıl bir ciddiyette olduğunu gösteriyor.
Bu noktada muhalefete bakmak gerekiyor. Meclis içi muhalefette HP; sine-i millet deme yolunu seçti. Ancak onu da tam olarak yapabildiğini söyleyemeyiz. Çünkü hem alınan parti meclisi kararı -sadece bir vekil istifa ettiği için- uygulanmadı, hem de HP zaten sokakta omuz omuza mücadele içerisinde olmamıştı ki sine-i millete dönsün…

CTP’ye dönüp baktığımızda görüyoruz ki odak olarak belirlediği UBP dışında ülkede bir sorun yok. Ne sermaye kesimlerine ilişkin bir söz, ne AKP karşıtı bir dil, ne de sokakta halkın nabzını taşıyan bir eylemlilik var. Sadece Anayasa ve hukuka aykırılık noktasında oluşan ağız birliği var. Yani buradan bakıp anlayacağımız, eğer UBP’nin yerinde CTP olsaydı söz konusu talimat ve yasaları direkt geçirmek yerine yasaya uydurup geçirecekti.
O halde…
Artık görmekte fayda var. Evet, gelinen noktada emekçilerin maaşı cebine girmeden tükeniyor. Haftada en az bir kere zamlanan akaryakıt nedeniyle istasyon kuyruklarına giriliyor. Tüp zamlandıktan sonra piyasaya veriliyor. Ekmek ve süt gibi en temel yaşamsal gıdalar dahi fahiş fiyatlarda zamlanıyor. Bu da sosyal bir varlık olan insanın kendinden uzaklaşmasına, değersiz hissetmesine, ‘çalışmak için yaşamak’ gibi bir sarmal içerisine hapsolmasına neden oluyor. Çıkış arayan başta gençler olmak üzere çıkış arayan halk, çareyi ya göç etmekte ya da “eşit egemen” kktc’ye rağmen Kıbrıs’ın güneyine geçip orada çalışmakta, hayalini kurduğu, ücretini ödeyip eğitimini aldığı mesleği bırakarak farklı bir iş yapmakta buluyor. Tüm bunlar halka krizden dolayı dayatılmıyor. Neoliberal dönem krizde olduğu için halka bunlar dayatılıyor.
O nedenle kafamızı kaldırıp ülkenin kültürüne sanatına yığınak yapanların, yangın daha devam ederken yanan bölgenin imara kapatılması için yasa hazırlayıp meclise sunanların, emeğin hakkını kuruşu kuruşuna savunanların ve sıra “ultra zenginlerde” deyip servet vergisi talep edenlerin tarafına bakmalı, orada örgütlenmeliyiz. Sonuç alıcı çözümler ancak bu şekilde üretilebilir.

72A878F6-409A-4E7E-AA19-3E30BCA52C29