Siz Hiç Dans Ettiniz Mi? – Pınar Piro

Öylesine durup duruken, içinizden geldiği gibi, zamana, mekana ve insanlara aldırış etmeden dans ettiniz mi hiç? Çünkü dans öyle bir şey. Başkaları beğensin diye dans edilmez. İnsanın aklında bir düşünce gelişir, kalbinde duygular canlanır ve ikisi birbiri ile birleşince bunu dışarıya yansıtmak ister. Bazen yazı, bazen resim, bazen müzik, bazen de beden hareketleri ile; sanat ile yani. Ve o düşüncelerle duyguları, başkaları beğensin diye değil sizi anlasın diye dışavurmak gerekir.

Dans mesela… Sevinci de hüznü de çoşkuyu da durgunluğu da heyecanı da kırgınlığı da hoşnutluğu da öfkeyi de içimizde bir ritimle yaşıyoruz. Düşünce hızımız değişiyor, kalp atışlarımız her bir duyguda farklılaşıyor, bakışlarımızdaki ifade bile değişiyor. Ve işte belki kulağımızla duyduğumuz bir müzik belki de bazen sadece içimizde çalan melodi bizi dansla buluşturuyor. Dans edilecek yer var, edilmeyecek yer var demeyin işte. En mutlu haberleri aldığınız yer, kayıplarla yüzleştiğiniz bir mekan, başarıyı elde ettiğiniz sokak, haksızlığın var olduğunu hissettiğiniz her ortam dans edilecek yerdir.

İnsanlar tarih boyunca dans etmemişler mi? Her toplumun kendi kültürel dansı yok mu? Dans sadece sahne gösterisi mi?

Geçmişten süregelen dans festivali organizasyonlarında, o size farklı ama güzel gelen dans figürlerinin hikayelerini merak edip araştıranlar bilir; her dans figürü aslında o topluma dair bilgi verir. Kimi düğün dansı geleneğidir kimi cenaze. Kimi hasat ekimi sonrası dua ritüelidir kimi doğumun habercisi. Yani geçmişten bu yana dans, insanların kendini ifade etme biçimleri arasında ses kadar yazı kadar önemli bir araç. Sınıflı toplumların varlığından beri, ezilenlerin dans ile direnişleri hep var olmuştur ve olacaktır da. Her zaman da sömürenler ezilenlerin danslarından rahatsız olmuştur. Kimi çok savaşçı gelmiştir kimi çok müstehcen. Bazı dansların yapılması yasaklanırken, kültürü yansıttığına inanılanlar sahnelenebildi sadece. Sokak dansları çıktı sonra ortaya. İnsanların mahalle aralarında işte tam da o dans etmenin özünde olan duyguyu bedenle aktarması başka bir biçim aldı. Gerçek hayatta var her ikisi de ve biri diğerinden daha değerli veya güzel değil. İkisi de çok değerli ve gerekli. Çünkü ikisi de özgürce yapılabildikleri sürece, insana dair bir şeyler anlatıyor. Biri sahenlerde, festivallerde, gösteri merkezlerinde topluma dair kültürel değerlerin devamlılığını sağlıyor, öteki de sokağın nabzını tutuyor. Her ikisinin de riskleri elbette ki var. Mesela profesyonel kültürel halk dansçılığını bitirmek isterseniz, hani folklorik dediğimiz olanı, tek tip kıyafet zorunluluğunun üstüne değişiklik olsun derken kıyafeti özünden uzaklaştırıp başka kültürlerden aksesuarlar ekleyebilirsiniz. Müziğinize aslına uymayan eklentiler yapabilirsiniz. Dans figürlerine başka kültürlerden esinlenme adı altında figürler katabilirsiniz. Tüm bunlar aslında sizin, ‘kültürümüzü geleceğe taşıyoruz’ diye adlandırdığınız ama aslında geçmişi yaşamayan gelecek nesillere sadece sizin kafanızdakileri öğretmenizden başka bir şey olmayacaktır. Ki bu da folklorik dansın özünden uzaklaşmak, asimile olmaktır. Ve asimilasyon; karşısında durduğumuz, mücadele verdiğimiz güçlü bir baskı unsuru. Elbette ki çağ değişiyor ve hızla gelişen teknoloji dünyasının etkisi altında büyüyen bireylerin dikkatini çekmek, dünyaya dansını tanıtabilmek için bu alanda da modernleşmeler yaşanıyor. Ancak modernleşme demek geçmişi değiştirmek, aslında olmadığı bir şekle sokmak demek değildir. Örneğin bir festivaldesiniz, dans kültürünüzü en yalın hali ile sahnede izleyicilere yansıtırsınız. Oysa ki modern bir dans gösteriminde, yeni nesillerin dikkatini çekmek, kültürümüzü onlara aktarmak adına dansınızı daha modernize bir şekilde sunarsınız. Aynı durum sokak dansı için de geçerlidir. Sokak dansı genellikle bir karşı durşu simgelemektedir. Kalıplara sığmama, kurallara uymama hissiyatı ile beslenir. O yüzdendir ki egemenler için tehdit unsurudur, istenmez, yok edilmeye çalışılır. Ve birileri kalkıp o dansa ‘aman kıyafete dikkat edelim aman izleyenleri rahatsız etmeyelim aman başımıza bir şey gelmesin’ düşüncesi katarsa, tüm gerçekçiliğini ve etkisini elinden alırsınız.

Bir direniş şekli olarak dans

Dans artık sadece profesyonellerin yaptığı bir şey olmaktan çoktan çıktı. Eskiden olduğu gibi insanlar öfkelerini ve isyanlarını gerçek hayatın akışında da dans ile anlatır oldu. Dans etmek çoğu zaman hiçbir kaygısı olmayanların eğlenmek için ortaya koydukları ve ciddi insanların yapmayacağı bir hareketlilik, ya da sadece dansçıların yapabileceği seyirlik bir eylem gibi gösterilmeye çalışılsa da, özgürlüğe inanan herkes çok iyi bilir ki dans ifadeleri özgürleştirme biçimidir aslında. Gezi direnişini hiçbir yönü ile unutmayacağız ve geri dönüp baktığımızda dans ile direnen, dayanışan insanları da göreceğiz. Belki Gezi kadar büyük bir etki yaratmadığı için duymamışızdır ama Türkiye’de evsizlerin yaşadığı bir eve gece yarısı baskın yapan polislere karşı tüm mahallelinin dans ederek evin önünü kapatması ile operasyonun gerçekleştirilememesi  gibi örnekler de var ve bunun gibi direnişler hemen  her gün bir yerlerde yaşanmaya devam ediyor. Dansı bir yaşam motivasyonu olarak içselleştiren profesyonel dans grupları, sokakta direnenlere katılıp gösteri yapacak, eylemciler halay çekerken ardından balerin ve baletler gelecek ve bedenler anlatacak isyanı, içimizdeki umudu öldüremezsiniz dercesine… Sahnede dansla, kıyafetle, aksesuarla anlatılacak insanların yaşadığı zulüm, gördüğü şiddet, ezilmişlik… Ve elbette ki buna karşı direniş… Venezüela sınırında düşmana karşı direnen kadın gerillalar çatışma durulduğu zamanlarda silahını bir ağaca yaslayıp paçalarını sıvayarak dans edecekler her zaman… Çünkü, yazının başından beri bir çoğunuzun aklından sürekli geçtiği söz gibi “Dans edemeyeceksem bu benim devrimim değildir.”.

Bu düzene dur diyeceğiz, başka yolu yok. Hepimiz farklı bir şekilde baş kaldıracağız bizi kendi istedikleri gibi bir insan topluluğu yapmaya çalışanlara karşı. Kimileri yazacak, kimileri bağıracak. Kimileri resim çizecek, kimileri müzik yapacak. Kimileri koşacak, kimileri omuz verecek. Kimimiz de dans edecek. İçimizde hep bir müzik çalacak ve kalbimiz hep o ritme uyacak. Gereken her yerde direnmeye devam edeceğiz, gereken her şekilde ve içimizden geldiği gibi. Susmadan, durmadan, yılmadan…