Sanat gibi Bir Ada – Şifa Alçıcıoğlu

“Acımın alnından öperek uyandır bir sabah beni

dışarıda güneşi ve baharı yağarken yağmur.

Yüreğimde bir müzikle uyandır beni

tüy parmaklarını ağrıyan yerlerimde gezdir.

Saçlarımdan zamanı geçirerek uyandır bir sabah.

Sen günün şiiri ol, ben şarkını besteleyeyim.

Sen narin bir nar fidanı gibi salın rüzgarda

ben yanında yaralı bir dize gibi durayım.

Aşk ve Şiirle barışan bir dünyaya uyandır bir sabah beni.”

Fikret Demirağ

 

Okurken nutkumuzun tutulduğu bir şiir dizesinde, heyecanla çevrilen bir kitap sayfasında, gözümüze güzel görünen bazen de acı bir gerçeği belleğimize yerleştiren bir kare fotoğrafta ya da sahnede veya sokakta insanlara seslenenlerin dilinde bir tını gibi her anımızdadır. Hayata dokunan, yaratıcılığın ve hayal gücünün vuku bulduğu alanların tümünde karşılaşırız onunla ve en çok da hislerimizde görünür kılarız onu çünkü; gülümsetir, kahkahalara boğar, gözümüzden yaşlar akıtır, kuşkuya düşürür, umut vaat eder, düşündürür sanat…

Bu ülke topraklarında ilk çağlardan bu yana sanat her alanda var olmuştur. Dini ritüellerde kullanılan heykelciklerden o zaman kullanılan kap kacağa, kadınların boynunu süsleyen takılara değin ilk insanlardan günümüze birçok eşya toprak altından gün yüzüne çıkarılmış ve adına da sanat eseri denmiştir. Kıbrıs adası bile bir sanatçının elinden çıkmışçasına şekilli hatlarıyla durur tek başına Akdeniz’in ortasında… Öyle güzeldir ki mitolojide bile yer bulur kendine; köpüklü sularından doğar güzeller güzeli tanrıça…

Akdeniz sularının dövdüğü bu kara parçası yüzyıllar boyunca ağırladığı farklı medeniyetler sayesinde de adeta bir açık hava müzesi izlenimi vermektedir. Dönemin sanatkârları tarafından inşa edilen yapılar günümüze değin ulaşmıştır. Lüzinyanlar tarafından inşa edilen Gotik kiliseler için Fransa’dan özel olarak taş ustalarının getirtildiği bilinmektedir. Venedik surlarını yapan taş ustalarının yevmiyelerini almak için taşlara çizdiği şekiller ve baş harflerinden oluşan imzaları ise kale duvarlarını hâlâ süslemektedir.

Günümüzde adanın kuzey coğrafyasında sanatla uğraşmak, zor bir hayatı seçtiğinin göstergesidir adeta. Ülkemizde sanat bir meslek olarak görülmekten ziyade “hobi”ye indirgenmekte, sanata gönül verenler, bunun okulunu okuyanlar işsizlik ya da göç gibi sorunlarla yüzleşmektedir. Var olmanın en büyük koşulu olan üretme eylemine vurulan ket, eksik, yanlı ve yanlış devlet politikaları, Türkiye’den getirtilen şarkıcılara verilen yüksek meblağlar yok oluşa da bir zemin hazırlar. Oysa sanatçı üretkendir ve en büyük değeri kendi topraklarında görmelidir. Yoksa ne farkı kalır gün yüzüne çıkarılıp sonra da dünyanın başka yerlerine kaçırılan ve yurt dışında değer gören sanat eserlerimizden?

Sanat, içinde bulunduğu toplumdan ilham alarak onun kültürüyle de beslenir. Kıyafetten müziğe, el sanatlarından mimariye, kültürün içinde olan her öge sanatı da şekillendirmiştir. Asimilasyon ve kültür asimilasyonuyla çarpıştırıldığımız bu zamanda sanata sarılmak ve bunu toplumsal sorunlarla ve kültürle harmanlamak ve kendi adamızdaki şairlere, yazarlara, müzisyenlere kısacası sanatçılarımıza sahip çıkarak onları ve eserlerini tanımak Kıbrıslı Türk halkını gelecek nesillere taşımak anlamında çok önemli bir adımdır.

Barıştan, özgürlükten, emekten yana ve toplum sorunlarını kendi sorunlarından ayırmayan sanatçı, ülkesine de fayda sağlar. Çünkü, sanatçı aynı zamanda topluma ayna tutandır; o yüzden önemi büyüktür. Bugün sanatın geldiği nokta postmodern bir yapıya bürünerek popülizmden nasibini alsa da sanatla direnişte unutulmayacak örnekler veren sanatçılarımız vardır.

Yıl 1980, aylardan Eylül… Türkiye’de 1980 darbesi yaşanırken, Kıbrıs’ın kuzey coğrafyasında oynanan bir oyun da küçük çaplı bir darbe yaratır. Lefkoşa Belediyesi tarafından düzenlenen Kültür Sanat Şenliği’ne katılan aynı zamanda Kıbrıs Türk Devlet Tiyatrosu oyuncularından Yaşar Ersoy, Osman Alkaş, Işın Refikoğlu ve emekliye ayrılan Erol Refikoğlu, Vatandaş Oyunu isimli tiyatroyu oynama kararı alır. Oyun, dönemin sağ cenah politikacıları ve işbirlikçi basın tarafından uygun görülmez ve tiyatroculara hiçbir gerekçe sunulmadan işlerine son verilir. Ama baskı varsa direniş de var sözü vuku bulur bu olayla ve tüm baskılara rağmen oyun, dönemin Belediye Başkanı Mustafa Akıncı’nın önerisiyle Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nun kurulmasına vesile olur ve ilk oyun olarak defalarca sahnelenir.(2)

Sanatı sanatçı, sanatçıyı sanat var eder.  Çok kolay anlaşılmaz sanat ve sanatçının diyalektiği ama sanatın bir iletişim şekli olduğunu söylemek de yanlış olmaz sanırım. Ortaya çıkan ürün bir dışavurum, bir anlatıdır aslında… Bir direniş aracıdır da aynı zamanda; çünkü sanatçı biraz da muhaliftir hayata… Ülkesini seven, onun için bir şeyler yapmaya çalışan “sevdasında, kavgasında rol alan” her sanatçı direnişi de örer.

 

 

Kaynaklar

(1)    https://bit.ly/3mRHYkc

(2)    Sevdasıyla ve Kavgasıyla Bir Ülkenin Yaşamında Rol Almak, Yenilmek Ama Teslim Olmamak, Yaşar Ersoy, Ağustos 2012, Khora Yayınları.
sanatla direniş