Kaostaki Düzen – Mustafa Keleşzade

2022’nin son çeyreğine girdik. Ada yarımız için 2022’yi bir kelime ile özetlesek, o kelime kaos olurdu. Ocak’ta seçimlerin ardından hükümet krizinin yarattığı kaos ile başlayan sene, sürekli değişen Başbakan ve bakanlıklar ile halen devam ediyor. Elektrik kesintileri kaosu bu aralar durulsa da sistemsel sorunların devamı daha defterin kapanmadığını gösteriyor. Belediyelerin birleştirilmesi ve belediye seçim tarihi yerel yönetimlerde bir kaos haline dönüşmüş durumda. Türkiye’de AKP-MHP iktidarının TL’nin erimesi ile yarattığı kriz, kapitalizmin yapısal krizi ve Rusya’nın Ukrayna işgalinin yarattığı küresel etki ile birleşmiş durumda. Bu birleşim market alışverişini dahi yangına çevirmiş durumda. Toplu taşımacılığın ulaşım alternatifi olamadığı ada yarımızda, benzin fiyatlarında sürekli artış bu yangına kelimenin tam anlamıyla benzin döküyor. Ciğerlerimizi yakan orman yangınları ise adeta ülkenin genelindeki durumun vücut bulmuş hali.

Bu kaosa bakan biri, beceriksiz yöneticiler sürüsü ve tamamı ile bir rastlantısallık hali görebilir. Hükümetin beceriksiz olmadığını iddia etmeyeceğim; fakat analizi buna indirgemek kaosun içindeki düzeni görünmez kılacaktır. Bu kaos içinde emekçinin durumu istikrarlı bir şekilde kötüleşirken, sermaye sahiplerinin durumu ise istikrarlı bir şekilde iyileşmiştir. Örneğin brent petrol fiyatlarında küresel olarak yaşanan dalgalanmanın, benzin fiyatları hükümet tarafından belirlenen ve hükümetin sürekli kriz halinde olduğu kktc’de benzin ithalatçılarının zararına sonuçlar doğurması beklenirdi. Fakat bu zarar, TL’nin sürekli değer kaybetmesi ve brent petrol fiyatlarında yaşanan artışlara göre benzin fiyatlarının belirlenmesini otomatiğe bağlayan bir sistemin oluşturulması ile engellendi. Diğer yandan özel sektör emekçileri için hayat pahalılığının asgari ücrete otomatik yansıyacağı bir sistem oluşturulmadığı gibi, yeni belirlenen asgari ücrette hayat pahalılığının altında kaldı. Ayrıca bu ücretin ödenmesi konusunda da işverene devlet teşviği uygulamaları hayata konuldu. Kamu emekçileri için ise 6 ayda bir olan hayat pahalılığı yansıtma sıklığının arttırılması değil askıya alınması gündeme geldi. Bu örnekten de görüleceği gibi ekonomik kaos tablosu, konu sermayedarlar olunca geçerli değil.

Hükümetteki kaos ile ilgili ise UBP’nin 24 vekili arasında neredeyse bakanlık yapmamış tek vekil dahi kalmamış durumda. İlk Başbakan değişikliği hükümet kurulduktan hemen sonra gerçekleşti. Kabine kurulduğu hafta içinde ise bakanlık değişimleri oldu. İstifa eden, görevden alınan bakanlar ile tam bir kaos ortamı… Tüm bu yaşananlar içinde hükümetin herhangi bir yasa çalışması veya düzenleme yapması ihtimal dışı gibi görülebilir; fakat gerçeklik böyle değil. Eğitim Bakanlığı, Sendika ile Bakanlığı karşı karşıya getirecek bir düzenlemeyi öğretmenlerin yoğun karşı çıkışına rağmen hayata geçirebiliyor. 20 yıldır gündemde olan ve hiç bir hükümet tarafından hayata geçirilmeyen Belediyelerin Birleştirilmesi Yasası ise daha senesini tamamlamamış hükümet tarafından, belediye çalışanlarının ve hatta hükümet partili belediye başkanlarının tepkisine rağmen geçirilebiliyor. Peki bu işin sırrı ne? Aslında bu sorunun cevabını herhangi bir UBP’li bakana dahi sorsanız size evirmeden çevirmeden verir: “Ankara istedi biz de yaptık.” Hükümet kaosuna rağmen istikrarlı bir şekilde süren unsur, Ankara’nın çizdiği yönde koltukta hangi UBP’li oturursa otursun istikrarla ilerleniyor olmasıdır.

Bu düzeni görmeyen veya görmezden gelen ana muhalefet partisi CTP ise ülkede yaşanan kaosun sorumlusu olarak hükümetin beceriksizliğini ve basiretsizliğini dile getirmektedir. Konu Belediyelerin Birleştirilmesi Yasası olduğunda CTP, “belediyeler öyle birleştirilmez” demekte; konu özelleştirme olduğunda ise “özelleştirme böyle yapılmaz” demektedir. Kısacası, sorunu yapılan şeyde değil yapılış şekline indirgeyen, sorunun hem sınıfsal hem de irade boyutunu görmezden gelen bir bakış açısı sergilemektedir.

Şüphesiz zor günlerden geçiyoruz, karanlık her yeri sarmış durumda. Hükümet edenler halk desteği, meşruluk gibi kaygılardan sıyrılmanın eşiğinde. Öğretmen eylemleri örneğinde gördüğümüz gibi dayatma politikalara örgütlü tepki gösteren kesimler gözaltılar ve davalarla, yani baskı ile sindirilmeye çalışılıyor. Meclis’te sadece halkın gördüğünü, hükümetin de kabul ettiği durumu dile getirmeyen bir muhalefetin olması ise toplumda umutsuzluğun yaygınlaşmasına, sokağın kitleselleşememesine sebep oluyor.

Hal böyleyken karanlığın en yoğun olduğu an daima şafaktan hemen öncesidir diyerek, kaostaki düzene karşı, Kıbrıs’ın kuzeyindeki sermaye ve Ankara iktidarını görmezden gelmeden, bilakis bu iktidar yapısına karşı bir mücadeleyi örmek gerekmektedir. Tam da bu nedenle saldırı gelen her alanda sokağı, seçimi kullanarak mücadele etmek, kazanımları korumak ve yeni kazanımlar elde etmek gereklidir. Mücadele doğru hedeflerle örgütlendiği oranda kitleselleşecek, kitleselleştiği oranda ise iktidarın baskı politikaları uygulanamaz hale gelecektir.