Yerel Yönetimlerde Halkın Hakları ve Toplumcu Yerel Yönetimcilik – Aziz Güven

Aralık ayında yapılacak olan yerel yönetim organları seçimlerinin arifesinde, özellikle de belediyelerin birleştirilmesine yönelik yürürlüğe giren yasa ile yerel yönetim konusunun ülkemizde salt yasal ve seçime endeksli bir şekilde tartışılıyor olmasından ötürü, bizler de dergimizin bu sayısını yerel yönetim konusuna ayırarak, tartışmaların yanına konu ile ilgili teorik ve felsefi anlamdaki bakışımızı koymayı ve mevcut tartışma zeminini genişleterek derinleştirmeyi amaçladık. Farklı farklı boyutları ile Baraka’nın yerel yönetim anlayışı üzerine yazılar bulacağınız dergimizin bu sayfasında ise yerel yönetimlerin görevlerine, halkın beledi haklarına ve toplumcu yerel yönetimcilik anlayışına kısaca değinmeye çalışacağız.

Yerel yönetimler, yapıları gereği bölge halkının en temel hakları ile doğrudan doğruya ilgilidir. Barınma, ulaşım, engelli bireylerin toplumsal yaşama katılımının arttırılması, çocukların ve gençlerin sosyalleşebileceği alanlar yaratılması ve bunların geliştirilmesi, hayvan dostu yerel yönetim anlayışı, kadın sığınma evleri, kamusal kreşler, çamaşırhaneler, kolektif mutfaklar, yaşlı bakım evleri gibi konular bunlardan bazılarıdır. İsimlerinden de anlaşılacağı üzere halkın gündelik yaşantısı üzerinde somut ve doğrudan ilgili olan bu haklar aynı zamanda yerel yönetimlerin toplumsallığı anlamında da önem arz etmektedir.

 

Peki yaşadığımız ülkede durum nasıldır?

Bu soruya verilecek yanıt, ülkemizde hâkim yerel yönetim anlayışının ne şekilde olduğu ile doğrudan paralellik göstermektedir. Yerel yönetimler faaliyetlerini belli ölçeklere ayrılarak yürütürken, faaliyet alanları bakımından fiziksel olarak bölge halkına yakın olsa da idari açıdan merkezi yönetimlere bağlıdır ve bundan dolayı da merkezin siyasi ve politik anlayışı tarafından belirlenmeye çok açıktır; ülkemizdeki durum tam da böyledir. Birçok yerde olduğu gibi Kıbrıs’ın kuzeyinde de yerel yönetimlere siyaset karıştırılmaması gerekliliğine dair bir anlayış hâkimdir. Bu anlayış kuşkusuz ki egemenlerin demokrasiye karşı çarpık bakışından kaynaklanmaktadır. Kendi sınıf ve çevrelerinin çıkarları doğrultusunda siyaset yürütülen yerde, yerel yönetim anlayışının da halkın çıkarlarına yönelik olarak toplumsal bir nitelikte olmayacağı aşikârdır. Neoliberal anlayış, yerel yönetim hizmetlerini deyim yerindeyse salt çöp toplamaya, gösterişli belediye binaları yapmaya, yol dökmeye ve trafiği düzenlemeye indirgemektedir. Pek tabii ki bu hizmetler yerel yönetimlerin başlıca görevleri arasındadır; ancak ülkemizde bu hizmetler taşeron şirketler aracılığı ile yürütülmeye çalışılmakta ve egemenler tarafından ise bu durum “çağdaş belediyecilik” olarak halka pazarlanmaktadır. Tam da bu sebeple yerel yönetimlere siyaset karıştırılmalıdır. Bu da halkın en somut, en temel yaşamsal hakları ve ihtiyaçlarının yine halkın kendisine ait, aşağıdan yukarıya belirlenecek olan bir siyaset anlayışı ile mümkün olacaktır.

 

Toplumcu yerel yönetimciliğe dair

Dünyanın farklı bölgelerinde neoliberal anlayışa alternatif olarak hayat bulmuş toplumcu yerel yönetimcilik anlayışları mevcuttur. Brezilya’nın Porto Allegre şehri, İspanya’nın Endülüs bölgesine bağlı Marinaleda köyü, Hindistan’ın Kerale eyaleti, Dersim’e bağlı Ovacık ilçesi ve kısa süreli bir deneyim yaşanmış olsa da Ordu’nun Fatsa belediyesi önemli toplumcu yerel yönetimcilik örneklerinden olup, bu deneyimler dergimizin başka bir sayfasında detaylı olarak incelenmiştir. Dünyanın çeşitli yerlerinde uygulanmış veya halen uygulanmakta olan bu deneyimleri felsefik açıdan anlamak ve ülkemize özgü koşulları da değerlendirerek mümkün olabilecek olanları hayata geçirmeye yönelik adımlar atılması gerekmektedir. Bunların en başında ise yukarıda sayılan yerlerde hayata geçirilen ve hepsinde de ortak olan “katılımcı bütçe” uygulamaları gibi alternatif yerel yönetimcilik pratikleri gelmektedir. Katılımcı bütçeleme, yerel yönetimlerin harcama önceliklerini halkın doğrudan katılımı ve tercihleri/ihtiyaçları doğrultusunda şekillendirdiği bir bütçeleme sürecidir. Bu anlamı ile katılımcı bütçeleme, halkın temsili demokrasiden katılımcı demokrasiye geçebilmesinde de en önemli demokratik adımlardan biri olarak kabul edilmektedir. Ülkemizdeki yerel yönetim hizmetlerinin bir bölümü her ne kadar yerel organlar vasıtasıyla verilmeye çalışılsa da bu hizmetler hâkim neoliberal anlayış çerçevesinde her geçen gün taşeronlara daha fazla devredilmektedir. Halkın en temel yaşamsal haklarını doğrudan ilgilendiren bu hizmetlerden ücretsiz olarak yararlanılması gerekirken aksine bu hizmetler ticarileşmekte ve halkın alım gücünü git gide daha da olumsuz etkilemektedir.

Bugün geldiğimiz noktada, egemenler tarafından merkezi otoriteden bağımsız olarak kurgulanmayan klasik manadaki yerel yönetimcilik anlayışının yerine halktan yana bir toplumsal anlayışı inşa etmek elzemdir. Öncelikli olarak, hizmetlerin taşeronlar eli ile özelleştirilip ticarileşmesini ortadan kaldıracak politikaları hayata geçirmek için mücadele edilmelidir. Yaratılacak katılımcı bütçe modeli ile halkın yerel yönetimlere doğrudan katılımını sağlarken, elde edilen gelirlerin de yine halkın ihtiyaçlarına yönelik kullanılacağı bir fon sistemi yaratılmalıdır. Kişilerin kendilerini yerel yönetimlere uzak değil, aksine yaşadığı beldeye daha ait hissedebileceği böylesi bir toplumsal anlayış ile bir yandan halkın kolayca ve ücretsiz bir şekilde erişebileceği beledi hizmet çeşitliliği, diğer yandan da ekonomik olarak artan bir alım gücü yaratılmalıdır. Bu da ancak para ile para için anlayışıyla değil; halk ile halk için diyen sosyalist bir yerel yönetimcilik anlayışla mümkün olacaktır.