Yerel Yönetim: Zor Bir Konu, Basit İki Soru – Nazen Şansal

Yerel yönetim konusu, elinizde tuttuğunuz derginin sayfalarına sığamayacak kadar çok boyutlu ve derin olmakla birlikte aslında iki basit soruyu cevaplamakla başlamak gerekiyor:

Bir kentte gündelik yaşama dönük belediye hizmetleri NASIL olmalıdır?

Bu soru, belediyeciliğin ortaya çıkmasından yani yaklaşık 170 yıldan bu yana, ana hatlarıyla iki farklı şekilde yanıtlanmıştır. Kamu eliyle ve özel sektör eliyle… Kamucu yaklaşım, ilginçtir ki kapitalizmin beşiğinde olgunlaşmıştır ve neredeyse modern demokrasilerle koşut bir tarihe sahiptir. Belediye hizmetlerini özel sektöre devreden yaklaşım ise yaklaşık son 40 yıla tekabül eder ve neoliberal gündemin kent yönetimindeki yansıması olarak ortaya çıkmıştır. Latin Amerika’dan Avrupa’ya dünyanın pek çok yerinde özelleştirmelerin başarısızlıklarla dolu örneklerinin ardından (yazının ilerleyen bölümlerinde detaylandırılacaktır), günümüzde yeniden beledileştirme denen kamucu bir anlayışa doğru yöneliş söz konusudur. Bununla birlikte, geçmişte uygulanan kamucu hizmet politikalarının artısıyla eksisiyle muhasebesini yapmak, demokratik katılımcı ve olumlu sonuçlar veren yerel yönetim deneyimlerinin rehberliğine başvurmak ve belediye sosyalizminin sınırlılıklarını görmek, yeni çağın toplumcu belediyecilik anlayışını geliştirmek bakımından önemlidir.

Çünkü bize göre cevap, belediye hizmetlerinin kamu eliyle, sosyal adalete uygun şekilde kaynak yaratılarak yürütülmesi; piyasa ilişkileri değil doğayla uyumlu, dayanışmacı üretim ve tüketim ilişkileri üzerine şekillenmesi; ayrıca bütçelemeye, kararlara ve uygulamalara belde halkının aktif ve sürekli katılımını sağlayacak olan -geri çağırma hakkı dahil- en demokratik mekanizmaların güncel teknolojik imkanlarla oluşturulmasıdır.

Az sonra açacağımız “nasıl” sorusunun yanıtı ve tarihsel gelişimi, mücadelemize ışık tutmakla birlikte en az bunun kadar kritik bir soru(nu)muz daha vardır: NEDEN?

Bu sorunun, tüm sistemi emekçi sınıflar lehine değiştirmek yönündeki bütünlüklü cevabı da bizi, belde sınırları ve yerel çözümlerle yetinmeyen, kapitalizm içinde sınıflar arası “uzlaşı” yöntemiyle bir yere kadar ilerleyebileceğimizi öngören, esas meselenin, sermayenin emrindeki devlet aygıtını ele geçirip dönüştürmek olduğunu hatırlatan bir ufka götürüyor.

***

Yerel yönetimler, merkezi hükümetle kıyaslandığında, yeri tespit edilmiş küçük bir alanda; beldemizde, mahallemizde, köyümüzde yaşamsal hizmetleri verirler. Bu bakımdan günümüzün tüm saatlerinde, şehrimizde ya da köyümüzde birlikte yaşamamızı mümkün kılan en önemli kararlar belediyeler tarafından alınır. Onları gerekli kılan temel, toplumsal ortak ihtiyaçlar olduğundan belediyeler doğası gereği toplumsaldır ve kamu hizmeti sunarlar.

Toplumcu belediye, 1800’lerin ikinci yarısında İngiltere’de belediye sosyalizmi uygulamalarıyla başlamış ve 20. yüzyıl belediyeciliğine yön vermiştir. Kamusal ihtiyaçların kamu kaynağı ve kamu eliyle yürütülmesine dayanan bu yaklaşım, takipçilerini olduğu kadar karşıtını da yaratmıştır.

Neoliberal belediyecilik, kamu hizmetlerinin piyasa kuralları içerisinde yürütülmesine, “kullanan öder” prensibine, özelleştirmeye dayanır ve belde halkı müşteriden ibaret olur. Kentsel ve kırsal alanlar, daha fazla rant uğruna yağmalanır, emekçiler için taşeronlaşma ve güvencesizlik kapıya dayanır. Bu reçete, bilhassa geri bırakılmış ve gelişmekte olan ülkelerde hunharca uygulanmış ve yerel yönetim “reform”ları (tanıdık mı geldi?!) yapılmıştır. Belediyelerin sınırları genişletilmiş, ölçek büyütülmüş, yerele daha fazla görev ve yetki verilmiş (bunu da bir yerlerden anımsadınız sanki) ve günün sonunda bu yetki ve görevlerin özel sektöre kullandırılması şart olmuştur!

Bugünü anlamak ve yarının yerel yönetim anlayışını kurmak için şimdi biraz geriye gidelim ve İngiltere’ye uzanıp belediye sosyalizminin ne menem pislikleri temizlediğini inceleyelim.

Londra’yı b.k götürürken

Sanayi devrimi ve fabrikaların açılması ile kırsal kesimden şehirlere doğru yoğun bir göç başlamış; işsiz nüfus, düşük ücretler, yoksulluk, evsizlik, salgın hastalıklar, atık ve çöpler kentlerin önemli sorunları haline gelmiştir. 19. yüzyılın ortalarına kadar İngiltere’de kent demek, sokaklarından b.kların aktığı, ortalama yaşam süresinin 35 yaşı ancak bulduğu, bebek ölümlerinin normalleştiği, tehlikeli ve sağlıksız bir mekan demekti.

Engels, İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu eserinde şöyle diyordu:

“İnsanın en kötüsünden alçalışını hem İngiltere’de hem yurt dışında daha önce görmüştüm. Ama Glasgow’u ziyaret edinceye dek, uygar bir ülkede böylesine pislik, suçluluk, sefalet ve hastalık olabileceğine inanmamıştım. Düşük nitelikli pansiyon evlerde her iki cinsten, her yaştan on, on iki bazen yirmi kişi, şu ya da bu ölçüde çıplak biçimde, yerde karmakarışık uyuyorlar. Pisliği, rutubeti ve haraplığı açısından, buralar insanların atlarını bile bağlamayacakları yerlerdir.”

Belediye sosyalizmi

İşte işçi sınıfının sefaletle mücadele ettiği, öte yandan fabrika sahiplerinin her gün 15-16 saat çalışabilen sağlıklı bir işçi sınıfına ihtiyaç duyduğu böylesi bir dönemde, emeğin yeniden üretiminin sağlandığı kent olgusu, toplumsal çatışmalara neden olmuştur. Belediye sosyalizmi, kentsel yaşamı, iş gücünün yeniden üretiminin sağlanması açısından iyileştirmeyi amaçlayan sermayenin aksine, emeğin insanca yaşamını sürdürebilmesine odaklanmıştır.

Önce “Yoksul Yasaları”, ardından “ Kamu Sağlığı Kanunu” ile belediyeler, sosyal hizmetler sunan ve nüfusun zorunlu ihtiyaçlarını karşılayan önlemler almaya başlamıştır. Temiz içme suyunun yerel yönetimler eliyle halka ulaştırılması; sokak aydınlatması gibi yerel kamusal hizmetlerin sunulması; gaz, ulaşım ve elektrik hizmetlerinin belediyelerce sağlanması; işçi sınıfının barınma koşullarının iyileştirilmesi toplumcu belediyeciliğe ivme kazandırmıştır. Bunun yanında oy hakkının genelleşmesi, işçi sınıfını yeni bir aktör olarak siyaset sahnesine sokmuş, bir yandan iş gücünün yeniden üretimi sorunu, diğer yandan genel siyaseti etkileyebilecek bir sınıfın doğuşu, düzenin değişmesini zorunlu kılmıştır. Bu değişimler en çok belediyelerin yapısında gözlemlenmiştir.

Yine bu dönemde benzer koşullardaki işçi sınıfı adına, İngiltere’de değil Fransa’da başka bir önemli gelişme yaşanmıştır: Paris Komünü. Süresinin kısalığına rağmen bu deneyim, komün demokrasisinin ortaya çıkardığı özgürlük düşüncesi, kentsel rantların tekrardan halka döndürülmesi, kırsal kesimden göç eden eğitimsiz kesimlerin kent yaşamına ve kültürüne alışması için enstitüler açılması gibi izler bırakmıştır.

İngiltere’nin Glasgow ve Birmingham kentleri, belediye sosyalizmi adına ilk örneklerdir. Glasgow’da, iki özel şirketin elindeki su hizmetleri, 1848 kolera salgınından sonra halkın mücadeleleri sonucu beledileştirilmiş, kanalizasyon sistemi kurulmuş, ardından gaz, ulaşım ve elektriğin beledileştirilmesi gelmiştir. Belediye tramvayları konusunu, gündeme işçi sınıfı örgütleri getirmiş, nitekim tramvayların aktif kullanımı, işçilerin düşünsel dünyasını da geliştirmeye başlamıştır.

Belediye sosyalizminin sosyal etkilerini belirgin hale getiren yine işçi sınıfıydı. Belediye işçilerinin ücretleri ve çalışma saatlerinde de iyileştirmeler yapılmış, çocuklar için gündüz bakım evleri mücadelesi başlatılmış, belediye sigortası uygulaması hayata geçirilmiş, anne ve çocuklara süt dağıtımı başlatılmıştır. Birmingham’da Chamberlain adlı bir belediye başkanı, yoksul çoğunluk yararına kamucu politikalar izlemiş ancak toplu konut projesi, mülk sahibi sınıflar (Vergi Ödeyenlerin Haklarını Koruma Derneği) tarafından kabul görmediğinden uzun yıllar uygulanamamıştır. Bu da belediye sosyalizminin sınırlarını görmek bakımından önemli bir deneyimdir. Zaten bu hareketin içinde olanlardan dahi bazı eleştiriler gelmekte, örneğin 1887 yılında yayınlanan bir broşürde, belediyelerin kamulaştırma ile yerel ekonomiye anlamlı bir müdahalede bulunamayacağı, bunun ancak parlamentonun çıkaracağı bir yasayla mümkün olacağı yazmaktadır.

Nitekim Marx ve Engels yerel yönetimlerde yürütülecek devrimci çalışmanın merkezi siyasetin tamamlayıcı bir parçası olmasını vurgulamış ve Lenin de siyasal mücadeleyi yerel ölçeğin küçük çıkarlarına hapsedeceği gerekçesiyle belediye sosyalizmini eleştirmiştir.

Yerelden merkeze, oradan da özele

Toplumcu belediyecilik tüm Avrupa’da etkisini göstermiş, pek çok kentte kendine özgü örneği yaşanmıştır. İkinci Paylaşım Savaşı’nın ardından belediyelerin gündeminde olan yerel hizmetlerin çoğu (elektrik, eğtim, sağlık, konut, atık vb) refah devleti hükümet programlarında yerini almıştır. Bir başka deyişle toplumcu belediye yaklaşımı, reel sosyalizmin de baskısıyla, özellikle batı Avrupa’da merkezi hükümetlerin çerçevesini belirlemiştir.

Refah politikalarının yükselişi özellikle enerji hizmetlerinin kamulaştırılmasından sonra gerçekleşmiştir. Fransa 1946, İngiltere 1947, İtalya 1962 yılında enerji sektörünü millileştirmiştir. Norveç’te ise küçük belediyelerin sahip olduğu enerji üretim merkezleri sektörün taşıyıcıları olmuştur. Batı Almanya’da özel şirketlerle belediyenin ortaklığı söz konusu olmuştur. Benzer örnekleri su hizmeti için de verebiliriz. 1970’lerin sonuna kadar kentsel hizmetlerde özel ve kamu bir arada bulunmuştur. 1980’li yıllardan itibaren ise merkezi hükümetlerin politikalarına yön veren neoliberal dalga, kamucu belediyecilik anlayışına, refah devleti uygulamalarına hatta sosyal devlete karşı çıkarak yükselmiş ve her şeyi kâra endeksleyen piyasacı yaklaşım yerel yönetimlerde de hakimiyet kazanmıştır.

Tam bu noktada 1979-80 arasında Fatsa’da 9 ay gibi kısa bir süre belediye başkanlığı yapan Fikri Sönmez, nam-ı diğer terzi Fikri’yi ve halk komitelerini anmamak olmaz. Sönmez’in çalışmaları, bir sosyalist yerel yönetim deneyimi olarak yerli ve yabancı birçok araştırmaya konu olmuştur. Bu yazıda detaylandırılamayacak olsa da, dergimizin başka yazılarından veya çeşitli kaynaklardan araştırılmalıdır.

Sonrası bize denk geldi zaten

Halkın hakları olarak da tarif edebileceğimiz, kamu hizmetlerinin piyasadaki mal ve hizmetlere dönüşmesi, “az gelişmiş” ülkelere yapısal uyum politikaları ile dayatıldı. Çünkü az gelişmiş ülkelerde kamu finansmanı ile alt yapı ihtiyacının karşılanamayacağı, kamunun yetersiz ve verimsiz olduğu, bu nedenle de özele devredilmesi yönünde algı yaratıldı. Finansman sorunu “tüketici”lerden alınacak bedel ile çözümlenmeli, “kullanan öder” sihirli formülüyle halk artık beleşçilik yapmamalıydı. Böylelikle, uzun ve kanlı toplumsal mücadelelerle alınmış olan ve devlet ile vatandaş arasındaki bağı kuran sosyal ve ekonomik haklar buharlaştı. Belde halkı, belediyenin müşterisi oldu. Bu dönüşüm, yüz yıllık toplumcu belediyecilik deneyiminin sıfırlanması olmasa bile büyük yaralar alması demekti. Sözde amaç, belediyelerin merkezi bütçeye yük olmadan hizmet sağlayabilmesiydi. Ancak sonuç sadece şirketlerin kârının artması, doğanın, tarihin ve toplumsal yaşamın tahrip edilmesi ve bireysel kullanıcı ile kamuya mali külfet gelmesi oldu. Keza taşeronluk sisteminin yaygınlaşması ile emekçilerin çalışma koşulları kötüleşti. Başkentimizden de “belediyeyi şirket gibi yöneteceği”ni gururla açıklayan Erk sahibi “solcu” belediye başkanları geldi, geçti. Kadrini bilemediğimiz başkanlar, halka ait tarihi bir kültür evini özelleştirdi.

Bu esnada başka bir yerde

Toplumcu belediye yaklaşımı, neoliberal politikaların üstünlüğünü ilan ettiği bir dönemde Latin Amerika’da yeniden boy verdi. Porto Alegre’de uygulanan katılımcı bütçe modeli (belediye bütçesinin belli bir kısmının, çeşitli düzeylerdeki meclisler tarafından belirlenen önceliklere ayrılması), demokratik bir anlayış olarak kısa sürede birçok belediyeye rehberlik etti. Kanalizasyon ağının, su sisteminin, çöp ve alt yapı hizmetlerinin iyileştirildiği, sosyal hizmetlerin genişletildiği, sosyal konutların inşa edildiği, kreş kooperatiflerinin kurulduğu bu sürecin Brezilya genelinde yayılan işçi eylemleri ile bağı önemlidir. Aynı dönemde Hindistan’ın Kerala bölgesinde de Halkın Planlaması Kampanyası ile bilhassa çiftçilikle uğraşan kadınların yaşamını iyileştiren sonuçlar elde edilmiştir. 460.000 konut yapılmış, 154.000 ev tamir edilmiş, birçok hastane yapılmış, okul öncesi eğitim bütün nüfusu kapsar hale getirilmiştir. Bu örnekler ve İspanya Marinaleda ile Türkiye Ovacık’ta yaşanan yerel sosyalist deneyimler, bir başka dosya yazısında detaylandırılacağından burada bahsedilmeyecektir.

Yine, yeni, yeniden mi?

Derin ekonomik krizler ve halkların mücadeleleri kamu hizmeti anlayışında önemli kırılmalara yol açar. 2000’lerin sonundan itibaren ara ara nükseden krizlerde yeniden beledileştirmeler gündeme gelmekte. Çünkü özelleştirmeler, iddia edilenin aksine, pahalı ve kalitesiz hizmet sunumu ile malul olmuş, kamu-özel ortaklıklarında işlem maliyetleri artmış, denetim kaybedilmiş, su, enerji, telekomünikasyon gibi alanlarda dev çok uluslu oligopoller yaratılmıştır.

Avrupa’da su sektörü ile başlayan ve gaz, elektrik, toplu taşıma, atık yönetimi, barınma alanına da sıçrayan bu yeniden beledileştirme dalgasının arkasında yatan sebepler arasında; özelleştirmenin istenen sonuca ulaşamaması, yapılan sözleşmenin süresinin dolması sonucu sözleşmenin yenilenmemesi, yetersiz yatırım, işletme maliyetleri üzerindeki anlaşmazlıklar, fiyat artışlarına halktan gelen tepkiler ve denetim problemlerinin yarattığı mali şeffaflık eksikliği ile son olarak da kötü hizmet kalitesi sayılabilir. Bu bağlamda 2010 yılında ilk olarak Paris’te olmak üzere pek çok Avrupa şehrinde su dağıtım hizmeti yeniden beledileştirilmiştir. Bu şekilde belediyeler önemli gelir elde ederek su ücretlerinde indirime gitmişlerdir. Almanya’da enerji sektörü en çok yeniden beledileştirmenin yaşandığı alan olmuştur.

***

Modern belediyecilik, belediye sosyalizmi akımının inşa ettiği, günümüzde toplumcu belediyecilik olarak da adlandırılan bir gelenektir. Bu akımın mayasında işçi sınıfının politik eylemliliği bulunur. Piyasa ve özel mülkiyet rejimine dayanan, bir nevi anti belediye olan neoliberal belediyecilik başarısızlıkla sonuçlanmıştır. İçinde bulunduğumuz süreç, halkın haklarını savunan kamucu bir yerel yönetim anlayışının yeniden yükseltilmesi ve demokratik katılım için mücadelelere gebedir.

Kapitalizmin bile çarpık geliştiği ada yarımızda kapkaççı sermayenin, belediyelerin alanına ve kamu hizmetlerine girme çabası halen daha devam etmekte, AKP dayatması yasalar da buna çanak tutmaktadır. Sarkacın bir ucunda başkentte bize nefes aldıran sosyal demokrat belediyecilik dururken diğer ucunda belediye başkanının emriyle gazete taşlayan faşizm vardır. Sosyalist, toplumcu belediyecilik ise bu uğurda mücadele edenlerin güçleri oranında zamanını beklemektedir; er ya da geç elbet filizlenecek ve boy verecektir.

 

Kaynaklar:

1-Toplumcu Belediye nam-ı diğer Belediye Sosyalizmi, Sonay Bayramoğlu

2-Toplumcu Belediyecilik Politikalarının Ovacık Belediyesi Örneği Üzerinden Değerlendirilmesi, Engin Bozkurt, Kent ve Çevre Araştırmaları Dergisi, Haziran 2020

3-Bir Toplumcu Belediyecilik Örneği: Fatsa, Mehmet BAYRAK

4-Toprağın Belediyeleştirilmesi ve Belediye Sosyalizmi broşürü, Lenin.

5-Belediye Sorunu ve Devrimci Marksizm, Kaan Gündeş

WhatsApp Image 2022-11-11 at 10.09.23