Yüzünü Umuda Dönmek – Pınar Piro

Bir kış daha geride kaldı; insanın doğa olayları karşısındaki güçsüzlüğünü ve acizliğini en derinden hissettiğimiz, asla unutulmayacak kadar soğuk bir kış daha… İlkbahar gelmiş olsa da doğaya, birçoğumuzun ruhu hâlâ kaldı kışta.

İlkbaharın gelişi insanlar üzerinde hem fizyolojik hem de psikolojik değişimlere sebep olabiliyor. Çünkü bahar bir diriliş mevsimidir. Hava, su ve toprak ısınır. Geceler kısalırken gündüzler uzar ve bu da daha fazla gün ışığı anlamına gelir. Kış boyunca toprakta saklanan tohumlar böylece köklenmeye ve filizlenmeye başlar. Çiçekler açar ve yüzünü güneşe döner her gün. Ağaçlar renklenir ve biliriz ardından meyve gelir. Doğa bize tüketebileceğimiz daha fazla sebze ve meyve sunar. Bu sayede de kışın ısınmak için karbonhidrata ihtiyaç duyan bedenimizi daha dinç tutacak sağlıklı besinlere yönelme imkânı buluruz. Duvarlar arasına sığınmak yerine açık hava etkinliklerine katılabilir, temiz havada daha fazla vakit geçirebiliriz. Güneşin parlaklığı, doğanın renklenişi kendimizi daha enerjik hissetmemizi sağlar. Doğa yenilenirken ruhumuz da yenilenir. Bahar aylarında vücudumuzda seratonin hormonu salınımı artış gösterir. Bu durumda kimimiz kendini daha enerjik hissederken kimilerimiz bu değişime ayak uydurmakta zorlanabilir; bahar yorgunluğu/bahar depresyonu denen durum ortaya çıkabilir. Bu durumun yaşanmasında fizyolojik ve psikolojik olarak yeni durumlara adapte olmakta zorluk yaşayan bireyler olmamızın da etkileri var. Düzenli ve sağlıklı beslenme, spor yapma, sosyalleşmeyi artırma gibi aktiviteler, bu değişime adapte olma sürecimizi kolaylaştıracaktır.

İlkbahar en çok da sosyalleşmeyi ve dolayısıyla da insan psikolojisini olumlu etkiliyor. Gözlerin, baktığı her yerde doğal renkliliği görmesi; kulağın, kuş, deniz, yaprak sesi duyması yeniden başlangıçları simgeliyor. Tabii ki, gittikçe artan plansız yapılaşma, dağların taş ocakları tarafından yok edilmesi, doğanın talan edilmesi, bizleri parçası olduğumuz ve muhtaç olduğumuz doğadan günbegün uzaklaştırıyor. Yerleşim yerlerinde zorunlu olarak yer alması gereken yeşil alanlar rant uğruna bir yolunu bulup yok edildiği için yaşam alanlarımızı çiçeklendiremiyor, ağaç dikemiyor, sebzemizi yetiştiremiyoruz. Komşularımızla oturup sohbet edebileceğimiz, çocuklarımıza sosyalleşebilecekleri parklar yapabileceğimiz yeşil alanlar küçültülüyor, göstermelik atıl alanlar haline geliyor. Oysaki ilkbaharın gelişiyle insanlar açık alanlarda daha çok bir araya gelme fırsatı buluyor. Günlerin uzaması ve havanın ısınması ile insanlar geceleri de daha sık görüşebiliyor, yüz yüze görüşmeler böylece artıyor. Bir araya gelip sohbet etmek, derdini ve sevincini paylaşmak, insanları hem daha dışa dönük hem de daha yaratıcı yapıyor. Paylaşım çoğaldıkça etkileşim artıyor. Kendini bir topluluğun parçası olarak görme imkânı bulan, fikir alışverişinde bulunan, birlikte eğlenen ya da başkaları ile birlikte bir mücadeleye omuz verip aynı kavganın içinde birlikte yer alan insan, yalnızlık duygusundan kurtulup daha güçlü daha güvenli daha üretken hissediyor.

İlkbaharla birlikte umut da yeşeriyor aslında. O tohum aylarca toprağın altında özünü kaybetmeden durup da köklerini toprağa, yüzünü güneşe döndüyse eğer, insan da başarır karanlıktan çıkmayı… Köklerinden hayat bulmadığı başka bir ağacın dalına salınan aşı yeşerebiliyorsa, insan da tutunur geçmişine ve yeni yollar bulur kendine, geleceğe, daha güzel günlere… O cılız filiz upuzun uzayıp da ortası tohumlarla dolu kocaman bir Günebakan çiçeğine dönüşebiliyorsa, insan da dönebilir yüzünü umuda ve dönüşür olması gereken her olasılığa… Bir araya gelip köklerimizle sıkı sıkıya tutunarak toprağa, her birimiz kendi rengini ötekine kararak, parçası olduğumuz doğa ile birlikte güzel bir gelecek kurabiliriz. Köklerini sökmek isteyenler olacak, birlikte direneceğiz; çiçeklerini koparmak isteyenler olacak, inatla yeniden daha çok renkleneceğiz. Bugün biz bir şeyler yapmazsak, doğasının güzelliğine hayran olduğumuz ülkemizin gelecek baharları bu kadar renkli olmayacak. Bu nedenle, doğamızı katledenlere karşı mücadelemizi yarına bırakmadan bugün vereceğiz.

Tepeden tırnağa iliklerimize kadar dondurdu bizi 6 Şubat sabahı… Aldığımız her haberde kalbimiz biraz daha buz kesti. Birçoğumuz yaz mevsiminde bile ısınamayacak kadar çok üşüdü. Havaya, suya ve toprağa düşen cemre değil, canlarımız oldu. O yüzdendir ki, göğün ve denizin maviliğinde gözlerini, topraktan çıkan her filizde ise yeşeren anılarını görüyoruz. Aldığımız her derin nefeste, “Unutmadık, unutmayacağız. Elbet bir gün hesabınızı soracağız ve sizi sonsuza kadar yaşatacağız.” diye söz veriyoruz kendimize.

Biz bu yıl yüzümüzü güneşe değil umuda döneceğiz ve en çok da sizin için mücadele edeceğiz.

 

yüzünü